Tayfun Atay

19 Mayıs 2010

EVLİLİĞİN SONBAHARI

Önceki hafta kulağıma çalınmıştı İtalya’da “boşanma fuarı” açıldığı haberi…


Önceki hafta kulağıma çalınmıştı İtalya’da “boşanma fuarı” açıldığı haberi… Daha tafsilatlı bilgi almak için Google’a müracaat ettim ki ne göreyim! Avrupa’da boşanma fuarı etkinlikleri gırla gitmekte.
İlk fuar 2007’de Avusturya’da açılmış. Bunu Avrupa’da boşanma oranlarının hayli yüksek olduğu İngiltere takip etmiş. 2009 başlarında orada gerçekleşen fuar etkinliği, aynı yılın sonlarında Fransa’nın “aşk şehri” Paris’te uygulamaya konmuş.
Nihayet şimdi de İtalya kervana katıldı. 8-9 Mayıs tarihlerinde Milano’da düzenlenen fuarda öne çıkan slogan “Ciao Amore”, yani “elveda aşkım!..''
Tabii evlenme ve düğün fuarları da var dünyada. Ama 2007 itibarıyla ortaya çıkan bu yeni fuar geleneği, boşanmaların da artık evlenmeler kadar kayda, dikkate ve ticari ilgiye değer hale geldiğini gösteriyor.
Böyle, çünkü artık evlilik boşanmayla muteber…
Batı’da pek çok ülkede evliliklerin neredeyse yarısı boşanmayla sonuçlanmakta. Birkaç örnek vermek gerekirse, oran, Belçika’da yüzde 75, Çek Cumhuriyeti’nde yüzde 67, Almanya ve Avusturya’da yüzde 50, Fransa, Danimarka, Portekiz, Hollanda ve ABD’de yüzde 40’larda seyretmekte.
O yüzden evlenecek çiftler daha nikâh defterine imza atmadan, eğer boşanırlarsa birbirlerinden mal-mülk talebinde bulunmayacaklarına dair teminat metnini imzalıyor.
Evlilik sözleşmesinden boşanma sözleşmesine ve fuarlarına varan bu insanlık halini, hayatın içindeki bir dizi değişimle ilişkilendirmek gerek.
Tarihöncesi döneme ilişkin verilerden, bildiğimiz anlamdaki evliliğin insanlığın en ilksel yaşam biçimlerinde mevcut olduğu kanısına varmak hayli güç. İnsan soyunun başlangıcında olsa olsa adına “grup evliliği” denilebilecek bir “örüntü” bulunduğu tahmin edilmekte.
Bildiğimiz anlamdaki evlilik, nüfusun artmasına, ekonominin karmaşıklaşmasına, yaşamsal kaynakların elde tutulmasına, yani mülkiyetin belirmesine bağlı olarak ortaya çıkmış gibi görünüyor.
Kimin kimle “yatıp kalktığı”nı, dolayısıyla kimin çocuğunun kimden olduğunu bilmek önem kazanınca evliliğin de “doğuma verilen toplumsal izin” olarak kurumlaştığı söylenebilir.
Bu anlamda evlilik, altın çağını tarım toplumlarında yaşadı.
Aile, akrabalık ve evlilik kurumları, en kararlı ve istikrarlı şekilde bu toplumlarda karşımıza çıkıyor.
Geniş aile yapısı, çok çocuk sayısı ve kapsamlı-bağlayıcı akrabalık şebekesi bu toplumları karakterize eder.
Böyle bir ortamda “bir yastıkta kocamak”, normdur.
Bu norm, ataerkillikle de desteklenir. Çünkü tarım toplumu, ataerkilliğin de zirve yaptığı bir yaşam biçimine yataklık eder. Kadının toplumsal, ekonomik ve politik konumundaki gerilik, onu tek-eşli olarak da çok-eşli olarak da kocaya mahkûm kılar.
Bu çerçevede süregelen yaşam, evlilikleri “mezara kadar” götürmekteydi.
Evliliğin temelleri, endüstriyel-kapitalist yaşam biçimi içerisinde sarsıldı. Bireyselleşmeyi norm kılan, kadını toplumsal-ekonomik süreçlere açan ve kadın ile erkeğin çok seçenekli olarak kamusal alanda sürekli karşılaşmasına olanak sunan modern toplum, evliliği geleneksel toplumdaki “okkalı” konumundan uzaklaştırdı.
Hizmet sektöründe kadının giderek öne çıktığı; genetik teknolojisi marifetiyle üremenin cinsellikten ayrıştığı; nihayet “sefahat”in meşrulaşıp “tutku”nun sürekli yeniden üretilme imkânının bulunabildiği bu hayatın içinde evlilik, bireylerin toplumsal varoluşu açısından bağlayıcı bir gereksinim olmaktan çıkmış durumda.
O yüzden “lâf olsun, torba dolsun” cinsinden evlilikler var.
Gençler yasaklanmaksızın ilişki kurabilmek amacıyla zorunlu ve “muvakkaten” evlilik yapıyor; çocuk sahibi olup bir ömrü beraberce omuzlamak için değil…
Ünlüler kitleler nezdinde gündem oluşturmak için, “hobi” niyetine evleniyor; sevgi temelli kalıcı birliktelikler kurmak için değil…
Ve insanlar, öyle ya da böyle evlenmek durumunda kalırlarsa, bunu bir gün boşanabilecekleri tahminiyle yapıyor; bir yastıkta kocamak isteğiyle değil…
Kısaca, bir ömre bir evlilik sığdırma imkânı günümüzde hayli azaldı. Hâlihazırdaki tekno-ekonomik kapasite, insanlığın “biyo-psiko-kültürel” süreçlerinde evlilik kurumunun yerini şiddetli bir sarsıntıya uğratıyor.
Peki evlilik toptan silinecek mi tarih sahnesinden?..
Yazının bütünündeki kötümserliği iyimser sayılabilecek bir öngörüyle telafi etmeye çalışarak yanıtlayalım bu soruyu.
Evlilik, ilerde, insanların ergenlik, yetişkinlik, geç-yetişkinlik dönemlerini geçtikten sonra, yaşlılığın eşiğinde yönelecekleri bir tercih olacakmış gibi geliyor bana…
Şehvetin sönümlendiği, şefkatin (sevgi, güven, umursanma ihtiyacının) ise fazlasıyla duyumsandığı bu dönem, insanları, hayatın “sonbahar”ını kalıcı bir ilişki doğrultusunda yaşamak üzere nikâh masasına yöneltebilir.
Böylece, “evliliğin sonbaharı” diye kötümser bir başlıkla açtığımız yazıyı, geleceğin “sonbahar evlilikleri”ne gebe olduğu şeklinde iyimser bir öngörüyle noktalamış olalım.
Ne dersiniz, çok mu kötümserim, az mı iyimserim?..