Tayfun Atay

25 Mayıs 2010

ERKEK, İKTİDARININ MAHKÛMUDUR!

Tehdidin kaynağı da kadınlar değil, diğer erkeklerdir. Bu bakımdan “erkek, erkeğin kurdudur” da denilebilir.

Psikolog-yazar David Cohen “Erkek Olmak” (Alan Yay., 1995) adlı kitabında karısı Aileen’in radikal feminist olması sonucunda kendisinin başına gelenleri ve bunun bir “erkeklik sorunu”nun bilincine varmasına nasıl yol açtığını aktarır:
“Aileen’in büyük bir istekle kadın toplantılarına, bilinç yükseltme gruplarına katıldığı, kadın arkadaşlarına, daha sonra kadın sevgililerine yoğun bir ilgi gösterdiği gerçeğiyle ansızın yüz yüze geldiğimi hatırlıyorum. Her şey tehdit altındaydı. Kendimi Sheppey Adası’na eğlenmeye giden Kara Süpürgeli Kadınlar Grubu’nun çocuklarına bakarken buldum. Kendimi lezbiyen cinselliğin neden üstün olduğuna dair uzun konferanslar dinlerken buldum. Aileen’e ve onun amansız keşif çabalarına gizli bir hayranlık duydum. Sonunda kendimi keşfetmeye başladım” (s. 14-15).
Cohen’in keşif çabalarının sonucu, söz konusu kitabıdır. Kitap, erkekliğin hiç fark edilmemekle birlikte aslında nasıl bir “zor zanaat” olduğunu ortaya seren örnekler, tespitler ve değerlendirmelerle doludur.
İki gündür “Erkek egemen mi kurban mı?” soru başlığıyla T24’te yer alan Almanya mahreçli bir haber, yukarıdakileri hatırlamama sebep oldu.
Haberde son yıllarda Almanya’da kadın-erkek eşitliği sorununa paralel olarak “erkek hakları” konulu bir tartışmanın geliştiği belirtiliyor. Bu haklar üzerinde odaklaşan bir hareket, erkek haklarının en büyük düşmanı olarak feminizmi işaret etmekte ve erkeklerin feminizm kurbanı olduğunu söylemekteymiş.
Söz konusu harekete destek veren erkekler kendini iş dünyasında, eğitimde, sağlık politikaları, şiddet ve boşanmada, yani hayatın her alanında kadınlar karşısında dezavantajlı görüyor. Alman erkeklerinin kadınlara yönelik aşırı teşvik ve cinsiyet politikaları nedeniyle bir kimlik bunalımına girdikleri de haberde kaydediliyor.
Kadın hakları, feminizm, kadına yönelik şiddet gibi konularda hâlâ fazla mesafe alınamamış Türkiye gibi bir ülkede bu haberin fazla anlamı yok tabii. Ama bu konularda önemli toplumsal ve politik kazanımların mevcut olduğu ülkelerde tartışmaların erkek hakları, erkeklik çalışmaları gibi alanlara doğru açıldığı da hanidir bilinmekte. Özellikle feminist çalışmalara yönelik ve bir örneğini yukarıda Cohen’den aktardığımız her türden erkek yanıtlarının bu gelişmeye zemin hazırladığı söylenebilir.
Fakat yürütülen tartışmalar erkekleri feminizmin mağduru saymaktan çok, onların “erkeklik” kimliğinin mağduru oldukları görüşünü hareket noktası yapar. Bu bakımdan “erkek hakları”ndan dem vurulduğunda da esas murat edilen, erkeği feminizmden değil, “maçoizm”den, daha genel deyişle ataerkillikten korumaktır.
Çünkü erkek, ataerkilliğin “taşıyıcı mahkûmu”dur!
Foucault’dan bu yana düşünmeye alışık olduğumuz üzere, iktidar, onu kullananları da tutsak almış ve aslında hiç kimsenin sahip olmadığı bir “makine”dir.
Dolayısıyla erkeklik, bir iktidar mekanizması olarak onu hayata geçiren erkeği de ezmektedir.
Erkeklik, kadını dışarıdan erkeği ise “içerden” yıkar. Hegemonik erkekliğin taşıyıcısı olmayı bihakkın başarma yolunda her erkek, insanlıktan uzağa düşer.
Erkek için erkeklik, tam bir “iğneli fıçı”dır. Erkekten bu iktidarı taşıma yolunda, erkeklik kimliğinin kültürel olarak dayatılan temel belirleyici pratiklerini; sertliği, saldırganlığı, şiddeti, öfkeyi ve uzlaşmazlığı hep yeniden üretmesi beklenir.
Erkeklerin pek çoğu bunları istemeye istemeye, zorlana zorlana, “mecburiyet”ten ataerkil toplumsallığın sahnesine koyan çaresiz aktörlerdir.
Ataerkil ideolojinin hem üreteni hem ürünü, hem sahibi hem kölesidir erkek…
Bu yazıya yol açan başlıktaki “Erkek egemen mi kurban mı?” sorusuna yanıt da burada belirir:
Erkek, ataerkil sistemde hem egemen hem de kurbandır.
Erkekliği hayat boyu her ortam ve ilişkide yitirmemek için mücadele etmesi gerekir erkeğin…
Cinsel organının “iş yapar”lığından tuttuğu takımın başarısına kadar, evde, işte, sokakta, trafikte, barda, statta ve nihayet yatakta, her an sınama ve tehdit altındadır erkeğin erkekliği…
Tehdidin kaynağı da kadınlar değil, diğer erkeklerdir. Bu bakımdan “erkek, erkeğin kurdudur” da denilebilir.
Erkekliğin kadınlar açısından zararlı yanlarını iyi biliyor, gündelik hayatın içinde de sıklıkla gözlemliyoruz.
Ama ne kadar erkeğin “erkeklik”ten muzdarip olduğunu, kendini “erkeklikten sakınma” yolunda ne ölçüde çaba harcadığını, yine de sonuçta çaresizlik içinde “erkeklik” üretme durumunda kaldığını ne yazık ki çok fazla bilmiyoruz.
Bunları bilebilmek için kadın çalışmaları, feminist çalışmalar gibi ataerkillik-karşıtı pratiklerin yanında “erkek çalışmaları”, “eleştirel erkeklik araştırmaları” gibi alanların da oluşturulup işlerliğe sokulmasına hayatiyetle ihtiyaç var.
Kadın sorunu yetmedi, şimdi başımıza bir de “erkek sorunu” mu çıktı demeyin! “Erkeklik” sorununu çözmeden daha iyi bir dünya kurmak mümkün değil.