Tayfun Atay

25 Nisan 2011

Beni Baştan Yarat!

Fox TV’de Pazar günleri öğle-sonrası kuşağında yayına giren “Bambaşka”, “baştan...


Fox TV’de Pazar günleri öğle-sonrası kuşağında yayına giren “Bambaşka”, “baştan yaratılmak” isteyenlere tutkulu bir çağrı niteliğinde… Tabii ilk çağrışımı da gençlik yıllarımızın o unutulmaz şarkısının meşhur nakaratı:  
“Baştan yarat ellerimi; baştan yarat gözlerimi; baştan yarat şu kaderimi; tanrım beni baştan yarat”… 
Batı’da çok sayıda versiyonu bulunan bu realite şov programı, tüketim kapitalizminin en önemli “kalem”lerini oluşturan moda, güzellik, kozmetik, spor ve sağlık endüstrilerinden besleniyor. Bunları “imaj endüstrisi” başlığı altında toplamak da mümkün… 
Eski bir içecek reklamı cıngılı istediği kadar “İmaj hiçbir şeydir, susuzluk her şey” desin, doğru olan, imajın her şey olduğu bir dünyada yaşadığımız… Çağımız, imaj çağı. Bunun anlamı da ne düşündüğünüzün, söylediğinizin, yaptığınızın değil, nasıl göründüğünüzün önemli olması…  
1950’lerden itibaren insan hayatında baskın hale gelen elektronik teknolojisi, “yazılı kültür”ü zamanla sönümlendirerek “görsel kültür”ün önünü açtı. Yazılı kültür, okumadan ve düşünmeden duramamak demekti. Görsel kültür ise seyretmeden ve görünmeden duramamak demek…  
Daha da öte, “Görünüyorum, o halde varım” demek…  
Ancak bunun temel bir koşulu var: Görünmeye “değer” olacaksın! Bunun ölçütü de “3G”, yani giyim, gençlik ve güzellik… Bunlarda konulmuş “standartlar” açısından (tabii bu standartların nasıl ve kimler tarafından belirlendiği de ayrı bir sorun) yetersizlik söz konusuysa görünmeyi hak etmiyorsunuz demektir. Görünmemek de bu görsel kültür çağında neredeyse “yok olmak”la eş anlamlı bir durum… 
“Bambaşka”yı kurgulayan zihnin beslendiği ideolojik çerçeve yukarıdaki şekilde özetlenebilir. Ama bununla hayli titreşimli bir iktisadi dinamik olduğunu da unutmamak lâzım… Bu da yukarıda da sıralanan “endüstri”lerin “zengine özel” bir ayrıcalık olmaktan çıkıp giderek kitleselleşmesi… “Botoks” artık sudan ucuz… Yüz gerdirme, dudak doldurma, meme kaldırma operasyonları, dar gelirlilerin dahi rahatlıkla ödeyebileceği cüzi fiyatlara yapılabiliyor. 
Tek sorun, bunların “ihtiyaç” olduğuna insanları ikna etmek. İşte “Bambaşka”, bu “tüketim için ihtiyaç üretimi”ni sağlama yolunda işlevselleşiyor: Daha gösterişli giyin, daha genç ve güzel görün! Kendini iyi hissetmek için buna ihtiyacın var!.. 
Bu kavrayış doğrultusunda program, her hafta bir “klişe” ile açılıyor. Kurgu gereği abartılmış şekilde aşırı sönük, ölgün ve yıpranmış görünümle stüdyoya giren bir katılımcı ve yine aynı ölçüde abartılı biçimde olumsuzlayıcı tepki veren bir jüri: “Aaa, bu ne böyle?! Bu kadar da olmaz ki! Neredeyse 60’ında gösteriyor.” 
Kendisinin neden bu kadar “kötü” göründüğü sorusuna katılımcının, hayatında geçen trajik olayları neden olarak göstermesini de bir diğer klişe olarak kaydetmek bilmem acımasızlık mı olur?! Ama jürinin bu tür gerekçelere yanıtının da “standart” olduğunu söylemekte mahzur yok. Misal, geçen hafta neden bu kadar yıpranmış bir görünüm içinde olduğu sorusuna beş yıl önce kocasını kaybettiğini ve bir daha toparlanamadığını söyleyerek “sürekli yas” hali sürdürdüğünü ima eden kadın katılımcıya jüri üyelerinden birinin tepkisi: “Anlıyorum, ama kendini bu kadar ‘salman’ yersiz”. Ya da diğerlerinden gelen o bildik nasihat: “Ölenle ölünmez”… 
Durum aslında bu son sözde içkin olan yaklaşımla açıklık kazanıyor: Ölüme değil, yaşama inananların diyarındayız! Burası, ölümün mümkünse hiç hatırlanmaması ve hatırlatılmaması gereken postmodern tüketim kapitalizminin dünyası… “Ölümden başkası yalan” diye düşünüp ölüme inananlardan olmak ve bu dünya hayatını değersiz sayıp ona fazla tamah etmemek, çok ciddi bir ticari risk yaratabilir. O yüzden de evet, ölenle ölünmez! Hayatı doya doya ve bolca tüketerek yaşa! Mümkünse hep genç ve güzel görün! Yaşamak bu işte!.. 
Bu “telkin”, “Bambaşka”nın hakim mesajı ve bu mesaja uyarlı “imaj”ı yaratmak da katılımcının teslim edildiği “ahir zaman” tanrı ve tanrıçalarının işi!.. Sıralayalım onları: Stil danışmanı, profesyonel makyaj uzmanı, uzman estetiysen, estetik cerrah, kişilik gelişim uzmanı, saç tasarımcısı, uzman spor eğitmeni, göz doktoru, diş hekimi, diyetisyen… 
Sonuçta bir hafta içinde yılların, geçmişin, mazinin izleri bedeninizden, kalbinizden ve ruhunuzdan bir bir siliniyor. Yanağa botoks, cilde maske, dudağa dolgu, göze lazer, saça boya, dişe kaplama ve ruha psikoterapi… Ardından da katılımcının ağzından çıkan ve yine “klişe” bir final cümlesi: “1 hafta içinde yeniden doğdum”!.. 
Bunu alır ya da almaz, yer ya da yemezsiniz, orası size kalmış! Ama özet mahiyetinde, iki önemli noktaya işaret etmek, boynumuzun borcu: Birincisi, kültür endüstrisinin güzellik, sağlık, kozmetik, spor, moda gibi “sektörel” alanlarına rağbeti kamçılamayı, kışkırtmayı, kitleselleştirmeyi hedefleyen bir program bu…  
Diğer önemli nokta ise görüntünün düşünce, gençliğin tecrübe ve ânın da mazi üzerindeki iktidarının bu tür programlarla tescil edilmekte oluşu… Yaşlanmanın yaşarken “ölmek”, maziyi ve tecrübeyi anlatan izlerin “günah”, bilgi ve düşüncenin de “teferruat” sayıldığı “görsel kültür” çağının norm ve standartlarını örneklemek açısından ibretlik bir program kısacası… 
Bu “çağ yangını”ndan kaçamıyorsanız, sakın kaçırmayın!.. 

-Radikal'de pazar günü çıkan yazının genişletilmiş bir versiyonu-