Tayfun Atay

14 Aralık 2009

Ateş ve Körük

Aslında bu kararıyla ülkenin “sosyolojik” bölünmüşlüğüne katkıda bulundu.

Anayasa Mahkemesi istediği kadar DTP’yi “devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı eylemlerin odağı haline geldiği” gerekçesiyle kapatsın, aslında bu kararıyla ülkenin “sosyolojik” bölünmüşlüğüne katkıda bulundu.

Kimse kızmasın, ama gerçekten bu ülke belli bir süredir toplumsal anlamda bir bölünmüşlük görüntüsü sergiliyor.

Eğer MHP Yozgat’ta var, Diyarbakır’da yok ise;

DTP Şırnak’ta hep, Trabzon’da hiç ise;

Memleketin bir tarafında bayraktan geçilmiyor, ama diğer tarafında bayrak yakılıyorsa;

Bir tarafta Atatürk heykelleri kitlesel tutunum noktası olurken, öbür tarafta kitlesel bir hınçla kırılıyorsa;

Bir yerde DTP’lilere yönelik linç girişiminde bulunanları polis güçlükle engelliyor, başka bir yerde ise devletin polisini linçten DTP’liler kurtarıyorsa;

Yani bir yanda ne oluyorsa, onun hasmane bir “aynadaki yansı”sından ibaretse öbür yanda olanlar;

Yine bu minval üzere, ülkenin bir kesimince “Teröristbaşı” diye tel’in edilen kişi, diğer kesimince “Sayın” diye taltif ediliyorsa;

Nihayet Habur’dan Diyarbakır’a büyük bir kitle tarafından törenle-şölenle karşılananların ardından dağdan yeni gelecek olanların bu defa İstanbul’dan giriş yapma talepleri, “İstanbul, ne Silopi ne de Diyarbakır” gibi sözler sarf ediliyorsa;

Bizzat devlet yetkilileri Diyarbakır ile İstanbul’u “sosyopolitik” temelde ayırt ediyorsa birbirinden eğer;

Başka söze ne hacet? Biz zaten toplum olarak “fiilen” bölünmeyi deneyimliyoruz demektir.

* * *

Ama toplumsal çerçevede “ak-kara” şeklinde bir ikili karşıtlığın tedirgin edici biçimde belirginleştiği Türkiye “tuval”inde, her iki öbeğin alabildiğine genişleyen çeperleri karşısında giderek daralmakla birlikte yine de hepimize “birazcık umut” imkanı veren bir “gri alan” vardı. Kutuplarda kurulacak bir dengenin çatışma, savaş ve ölümü daha da aslileştireceği inancı, bir “harç” gibi bu alanın hâlâ var olmasını sağlamaktaydı.

Kamuoyunda bu iki kutbun artan çekim gücüne direnmeye devam eden değişik kesimlerden, üniversite, medya, sanat, edebiyat ve iş dünyasından insanlarla birlikte DTP ve onun bünyesinde yer alan yönetici, temsilci, parlamenter ve entelektüeller de bu daracık gri alanda etkinlik sergilemekteydiler.

Hükümetin “Kürt açılımı”, “demokratik açılım”, adına her ne denirse densin, işlerlik kazandırmaya çalıştığı politika da desteğini kısmen, müzakere imkânlarını ise bütünüyle bu alanda bulabilmekteydi. “Açılım” öneri ve projesini topyekun reddetmeksizin, ciddi itirazi kayıtlar koymakla birlikte yine de üzerinde konuşulup tartışılmaya değer bulanlar bu alandaydı.

* * *

Yargı’nın zirvesinde alınan karar, memleketin manzarasına giderek baskın, yaygın ve parlak biçimde damga vuran “ak” ve “kara” karşısında ufalmış, seyrelmiş ve flulaşmış “gri alan”ın tamamen “tuval”den silinmesi yolunda atılmış bir adım demek. Bu, bir “dengeyi uçlarda sağlama”yı kabul kararı. “Açılım” imkanlarının da önünü kapatan bir karar...

Bir tarafta devlet öbür tarafta PKK’dan oluşan siyaset kıskacında hep iki arada bir derede kalsa da sağduyulu hareket etmeye çabalayan, olgun, yumuşak ve mütevazı üslubuyla kendisinden hazetmeyenlere dahi güven veren Ahmet Türk artık yok.

Her daim pozitif elektiriğiyle Aysel Tuğluk da yok.

Zaten daha önce yasaklı kılınmış, cezaya çarptırılmış Leyla Zana dahi “kapan”a alınarak kabuklanmış yaralar bile kanırtılmaktan kaçınılmadı.

Eskisiyle yenisiyle, “güvercin”iyle “şahin”iyle, Kürt kimliği temelinde siyaset yapanları hiç ayırt etmeksizin aynı kefeye koyarak yasal siyasal zeminin dışına iten karar, bu haliyle düşük yoğunluklu bir “Takrir-i Sükun” algısı yaratmaktan veya o doğrultuda yorumlanıp istismar edilmekten başka bir sonuç doğurmayacak.

“Sosyolojik” çatlak daha da büyüyecek, “ya herru ya merru”, yani ya ak ya da kara yönelimli politik çağrılar çoğalacak ve tabii mevzi-mahalli çatışma ihtimalleri de ne yazık ki artacak gibi görünüyor.

Kararın kime ne faydası oldu? Üzerinde düşünmek gerekiyor.