Sudan’da iki aşamalı olarak yaklaşık yarım asır devam edip şimdilerde bölünme seçeneği ile sona ermiş Kuzey-Güney savaşının en ciddi yan ürünü Darfur sorunudur. Aslında düşük yoğunluklu bir iç savaş olarak tanımlanmayı hak eden olaydır bu…
Güney Hapşırınca Darfur Nezle Olur!
Burada en ilginç nokta şu: Kuzey’le Güney arasındaki iç savaş halinin sona erme aşamasına gelmesi ne zaman söz konusu olsa Darfur’da sorun patlıyor. Bir başka deyişle, “büyük patlak” tam onarılmaya çalışılırken bir “küçük patlak”la uğraşmak durumunda kalıyor Sudan…
Şöyle ki 1955’te başlayan birinci Kuzey-Güney savaşı 1970’lerin başında tam son bulmak üzereyken Darfur’da kabileler arası çatışmalar üzerinden genel bir rahatsızlık baş gösterdi. Ayaklananlar Hartum’daki merkezi yönetimin ekonomik ihmalinden şikâyet etmekle birlikte onların gerçek motivasyonlarının “Güney” gibi otonom, hatta bağımsız bir politik yapıya dönüşme arzusu olduğuna dair iddialar da hiç eksik olmadı.
Buna benzer şekilde, 2000’lerin başında ikinci Kuzey-Güney savaşı da Kapsamlı Barış Antlaşması’na doğru gidilerek çözümlenme sürecine girerken 1994’ten beri çatışmaların durduğu Darfur, 2003’te yeniden “patladı”.
Bu durum Sudan’da Güney sorunu ile Darfur sorunu arasında ciddi bir “titreşim” olduğunu düşünmeye sevk ediyor. Darfur, öyle görünüyor ki yarı-bağımsız özerk bir idari yapılanmaya sahip olma arzusuyla tam bağımsız politik birim olma arzusu arasında, “antenleri” açık şekilde Sudan’ın Güney’inden gelen sinyallere duyarlı reaksiyonlar gösteriyor.
Çobanla Çiftçinin Bitmeyen Kavgası
Bununla birlikte Darfur, Güney’le kıyaslandığında farklı özellikler de taşıyor. Söz gelimi Kuzey’deki Müslüman-Arap etnik kimliği karşısında Güney’in kimliksel (Animist-Hıristiyan Nilotik) aykırılığına benzer bir durum yok. Darfur’da nüfus hemen hemen tümüyle Müslüman ve “Arabizasyon” da hayli ileri boyutlarda gerçekleşmiş görünüyor.
Lâkin kabile sosyo-politik gerçeği burada da var ve hayatın akışını belirlemekte. Bu kabileler “etno-ekonomik” temelde birbirleriyle gerilimli ilişkileri kaçınılmaz kılan farklılıklar arz etmekteler. Göçebe hayvancılık yapan kabilelerle yerleşik tarım yapan kabileler arasında, yerel lisanla “çoban-çiftçi çatışması” diye ifade edilen ve dünyanın her tarafında karşımıza çıkan, kutsal kitaplardaki “Habil-Kabil” anlatısına kadar geriye giden “kadim” bir sorunun Darfur özelindeki tezahürü bu… Bölgede ne olup bittiği sorulduğunda da ilk dile getirilen nokta bu: Kabaca söylemek gerekirse, “otlak-tarla” kapışması…
Darfur’a Bak, Diyarbakır’ı Gör!
Ancak sorunun nedenine ilişkin bunu vurgulayanlar dahi çoğu zaman, “Ama işin içinde başka işler olduğu da söyleniyor” gibi tamamlayıcı bir cümle kurmayı da ihmal etmiyorlar. “İşin içindeki iş”, bir yandan bölgeye-dışsal, ama onun hayatı üzerinde belirleyici “Hartum” yönetiminin varlığı, öte yandan da bölgeye-içsel yerel güç odaklarının bu merkezi yönetimin varlığından rahatsız olup onun politik denetimini reddetmesi olarak tanımlanabilir.
Bu tanımlamanın Türkiye’de yaşayan insanlara hayli aşina gelmesi büyük ihtimal… Darfur’da yaşanan sorunun hemen hemen aynısını Türkiye yaklaşık otuz yıldır yaşıyor. Türkiye’nin Kürt sorunu, Sudan’ın Darfur sorunuyla pek çok bakımdan çakışmakta.
Örneğin hükümete karşı isyan eden kabileler bir tür gerilla savaşı başlattıklarında merkezi yönetim bu isyancılara karşı yerel insan unsurunun bir kısmını kendisinden yana seferber ederek bir milis gücü oluşturmuş. “Sudan usulü koruculuk” olarak nitelendirilebilecek bu yerel milislere “Cancavid” denmekte. Kaynaklar, Darfur’daki insan kıyımının önde gelen sorumlusu olarak bu gücü işaret ediyor.
Köyden Kampa Zorunlu Göç
Darfur’da 2003’te, yukarıda belirtildiği üzere tam da Güney sorunu çözümlenirken yeniden alevlenen olaylar üç yıl gibi kısa bir zaman zarfında tahminen 250 ile 400 bin civarında insanın hayatını kaybetmesine, yaklaşık 2,5 milyon civarında insanın da yerinden edilmesine yol açmış. 2006’da en büyük isyancı grup olan “Sudan Özgürlük Hareketi” ile merkezi yönetim arasında imzalanan barış antlaşmasıyla Darfur’da bir geçici bölgesel yönetim işlerliğe sokularak sular bir nebze durulsa da bölgeye tam bir barış geldiğini söylemek mümkün değil. Antlaşmaya imza atmayan diğer isyancı gruplar kendi aralarında ittifak yapmış olarak mücadeleye devam ediyorlar.
Buna bağlı olarak da Darfur’da çatışma, şiddet, kan ve ölüm havası solunmaya devam ediliyor. Bombalanan köylerden kaçan insanlar bölgenin şehir merkezlerinde Birleşmiş Milletler denetiminde kurulmuş kamplarda açlık ve hastalıkla içli dışlı bir halde yaşıyorlar.
Kimse Yoksa “Biz” Varız!
Sudan’daki ziyaret güzergâhımızın Hartum’dan sonraki ayağını oluşturan, Güney Darfur’un başkenti Nyala, bu kamplardan 6’sının bulunduğu yer… Türkiye’nin Sudan’da Hartum’dan sonra en fazla varlık gösterdiği, özellikle sağlık alanında kayda değer bir etkinlik içinde olduğu yer de burası…
Nyala’da Türk Kızılayı ile TİKA’nın yanı sıra, Gülen Hareketi’ne yakınlığıyla bilinen “Kimse Yok mu Derneği” ve Konya Ribat Vakfı, öne çıkan resmi ve sivil kuruluşlar… TİKA tam teşekküllü bir hastane yapımına hızla devam ediyor. Konya Ribat Vakfı da Nyala’da bir aşeviyle hizmet veriyor.
2007’den beri burada etkinlik gösteren “Kimse Yok mu Derneği”, köylerini terk etmiş perişan insanlara yönelik “rehabilite” çalışmalarına öncelik vermekte. Dernek, böyle bir kampta yaşayan 500 haneli, 2500 nüfuslu bir köyü tekrar köye geri yerleştirmeyi başarmış. Derneğin Darfur’daki temsilcisi Bünyamin Özgür (ki ailesiyle birlikte gerçekten fedakârane bir faaliyet gerçekleştirdiğini kaydetmemek haksızlık olur), köye okul, karakol, sağlık ocağı ve cami yapımı tamamlanıp diğer alt yapı eksiklikleri de giderildikten sonra köylülerin geri döndüklerini belirtiyor.
Dernek aynı zamanda bölgede hayli yaygın olan katarakt sorununa da kayıtsız kalmayıp bir göz hastanesi projesine işlerlik kazandırmış Nyala’da… Burada şimdiye kadar 6 bine yakın göz ameliyatı gerçekleştirildiğini öğreniyoruz.
170 Bin Kişiye Bir Doktor!
Türk Kızılayı’nın Sahra Hastanesi ise 2005’te hizmete açılmış. Orada da Türkiye’den bir avuç doktor, kendilerine destek veren sağlık çalışanlarıyla birlikte insanüstü gayret içinde takdire değer bir performans sergilemekteler. Bölgenin sağlık hizmetine olan ihtiyacı inanılmaz boyutta çünkü… Sudan’da Hartum’dan sonra en büyük eyalet olan 4 milyon 800 bin nüfuslu Güney Darfur’da sadece, evet sadece 28 doktor var! Bu korkunç, inanılması güç oran karşısında Kızılay, ikisi kadın yedi doktor ve bir kadın diş doktoruyla günde ortalama 650 hastaya bakıyor. 2006’dan bu yana 440 bin hastaya bakılmış. Bu, 1 milyonluk Nyala nüfusunun neredeyse yarısı…
İhtiyaç duyulan ilaçlar da hastalara ücretsiz dağıtılmakta. Görüştüğümüz doktorlar Nyala’nın bütçesi değerinde ilaç dağıttıklarını belirttiler. Aylık ilaç sarfiyatı, 100 bin lira dolayında imiş. 26’sı yerli halktan olmak üzere toplam 47 personelin çalıştığı Kızılay hastanesinde günde 600 kişiye bir öğün yemek de verilmekte…
Bir Muayene, Eşittir, 10 Günlük Yevmiye
Kızılay’ın hastanesi esas olarak Darfur’da köyleri boşaltıldığı için kamplarda yaşamak zorunda kalan çaresiz insanlara yönelik olarak açılmış. Görüştüğümüz İnsani İşler Bakanı’nın anlattığına göre Darfur’da yaklaşık 250 bin kişinin yaşamını tahammül ötesi koşullar altında sürdürdüğü 9 kampın 6’sı Nyala’da…
Kızılay işte bu kamplarda yaşayan insanlara sağlık hizmeti ulaştırmak amacıyla seferber olmuşsa da Nyala halkından gelen talep baskısına da kayıtsız kalamamış. Sağlık hizmetleri Darfur’da ücrete tabi ve bir kişinin muayene bedeli 10-11 günlük çalışma ücretine karşılık geliyor. Kızılay hâlihazırda yüzde 70 oranında kamplara, yüzde 30 oranında da Nyala halkına sağlık hizmeti veriyor.
İnsani İşler Bakanı, 4 milyon küsur nüfuslu Güney Darfur’da halkın yüzde 80’inin tarımla geri kalan yüzde 20’sinin de göçebe hayvancılıkla geçimini sağlamaya çalıştığını söylüyor. Ancak hayvancılık yapan nüfus, toprağın yüzde 60’ını kullanmaktaymış. Göçebe-tarımcı çatışmasının bu “ters orantı”dan da kaynaklanıyor olması kuvvetle muhtemel…
100’e yakın farklı kabilenin bulunduğu bölgede 15 ayrı dilin konuşulduğunu, dildeki parçalanmışlığın Arapçada buluşularak aşılmaya çalışıldığını da Bakan’dan öğreniyoruz.
Muhtaç Ama Mutlu
Tabii Nyala’ya ilişkin, anlatması en zor alan, köylerinden edilmiş insanların ekonomik yoksulluk ve sosyo-kültürel yoksunluk içinde yaşadığı kamplar… Bu, gerçekten insanı, insanlığından utandıran bir tablo… Bir anlamda da sözün bittiği yer… Dolayısıyla söz sonu yapmanın da belki kaçınılmaz olduğu nokta burası. Yalnız bu noktayı koymadan önce bu “yakıcı” Sudan seyahatine katılanlar olarak hepimizin dikkatini çeken bir gözlemi de paylaşmak istiyorum.
İçinde bulundukları feci koşullara rağmen insanların halinde-tavrında, yüzünde-edasında böylesi korkunç bir durum içinde olmanın belirtileri çok da okunmuyor. Aksine mutlu olduklarını bile düşünmek mümkün. Kızılay’da görev yapan doktorlardan birinin ifadesiyle “muhtaç, ama mutlu” bir görüntü veriyor insanlar…
Kimimiz bunun aldatıcı olabileceğini, gerçek duygu ve düşüncenin derinlerde bir yerlerde saklı olabileceğini söylerken, kimimiz de bunu bölge insanının “tabiat”ıyla, bir başka deyişle “kültürel mizac”ıyla (sakinlik, munislik, kaderine rıza, vb.) açıklamaya çalıştı. Ancak bunun ne kadar kültürel karakterden, ne kadar “tevekkül”den ve ne kadar perişanlığı kanıksayıp kabullenmişlikten kaynaklandığını tespit edebilmek kolay değil.
Belki de bunların hepsinin bileşiminden çıkan bir “acı mutluluk” bu...
BİTTİ