Fatih Akın, 2018’de verdiği bir söyleşide Türkiye’de film çekmeyi düşünmediğini belirterek, "Çekmeye kalksam tutuklanırım herhalde" dedikten sonra sözünü hiç mi hiç sakınmamış, şöyle devam etmişti:
"Daha önce eski elitler kasabalıları sömürüyorlardı, şimdi kasabalılar iktidarı ele alınca işi intikama döktüler."
AKP’nin, özellikle Tayyip Erdoğan’ın ağzından hep yakınıla geldiğine tanık olduğumuz kültürel iktidar sorununu, diğer deyişle "kültürel iktidarsızlık" gerçeğini anlama ve açıklama yolunda Akın’ın bu tespitinin kışkırtıcı bir başlangıç noktası oluşturabileceğini düşünüyorum.
Fatih Akın
Bugünün ve geleceğin sorunlarından geçmişe kaçış!
Kültürle uğraşırken AKP’nin iki "zafiyet" içinde olduğunu görüyoruz. Bunların biri sosyolojik, diğeri politik-ideolojik.
"Reis" Erdoğan’ın sözleriyle, siyaseten iktidar olsa da kültürel olarak bir türlü iktidar olmayı başaramamış bu hareket, sosyolojik olarak "zamanın ruhu"na ters bir motivasyonla kültüre yaklaşarak hep "geçmiş"i kılavuz aldı. Bunun birazdan üzerinde duracağımız ikinci zaafla da doğrudan bağlantılı olduğu ileri sürülebilir.
AKP, (sanırım Fatih Akın'ın da "kasabalıların iktidarı alışı" tabiriyle anlatmak istediği üzere) bu ülkede hızlı sosyoekonomik değişim (kırdan kente göç) sonucunda ortaya çıkan toplumsal tabloda destek bulduğu kesimlerle ilintili şekilde, "romantik-nostaljik" fakat o ölçüde de gerçeklikten uzak bir geçmişe doğru işletti durdu hep kendi "kültür atölyesini".
Günahıyla sevabıyla (ve elbette tüm "distopik" mahiyetine rağmen) çağımızın asli kültürel motivasyonu olan geleceğe dönüklüğü değil, "kırsal-geleneksel" toplum yapısında geçerli geçmişe dönük kültürel motivasyonu esas aldı kendisine.
Saray'da 16 Türk devleti
Geleneği, geleceğin inşasında bir değer, tabiri caizse geçmişten geleceğe "gelen-ek" saymaktan farklı olarak, geçmişte takılıp kalan, bugünü ve geleceği geçmişe endeksli kılan bir politik-ideolojik tutumdur bu. "Yaşayanların ölü inancı" denilebilecek düzeyde körü körüne bir gelenekçilik yani…
Bilinen bir sosyolojik ölçüttür: "Geleneksel" toplumlar, geçmişin veri ve tecrübeleri doğrultusunda yaşar bugünü… "Modern" toplum ise geçmişi yük sayar, hep değişme, yenilik, ilerleme takıntısı eşliğinde geleceğe bakar.
Elbette bu "modern" takıntının da sorunlu-sıkıntılı yanları vardır ve bundan dolayı bir bedel de ödenmiştir ki "postmodernizm" düşünsel, felsefi, entelektüel anlamda bir bakıma bu bedelin faturasıdır.
Ancak her ne olursa olsun buradan, yani modernitenin dertlerinden çıkış, geçmişe sığınma ("ricat") ve bu doğrultuda yaşanan hayatın içinde karşılığı olmayan kültürel içerikler üretimine gitmekle olacak bir şey değildir.
Somutlaştırmaya çalışalım: Yeryüzünde yaşamın, hem doğal-biyolojik hem de kültürel çerçevelerde bir dolu "modern yanlışlık"la artık tükeniş sürecine girdiğini anlatan kıyamet hikayelerinin; ailenin çözülüşü, evliliğin tarihe karışması, bireyin yalnızlığı üzerinden kurgulanmış güncel kültürel "anomi" dizilerinin karşısına, söz gelimi "Diriliş Ertuğrul", "Payitaht Abdülhamid", "Kut’ül-Amare", "Fatih: Bir Cihan Fatihi" ve en yakınlarda da "Kuruluş Osman"larla çıkarsanız, mutlaka ki yandaş alkışlar alırsınız. Ama ondan öte ne kalıcı alıcı bulabilirsiniz ne de daha önemlisi "kültürel" anlamda bugüne değen bir katma değer üretebilirsiniz.
ATV’de yayınlanan Kuruluş Osman dizisi
Mars’ın fethinin karşısına hâlâ "İstanbul’un Fethi"yle çıkmak!
Teknolojinin insanı ve kültürü teslim aldığı, iletişim kuramcısı Neil Postman’dan hareketle adını "Teknopoli" (teknoloji iktidarı) olarak koyabileceğimiz bir çağda yaşıyoruz. "Blade Runner", "Terminatör", "Matrix" gibi kült filmler de "Black Mirror", "Years and Years", "The Capture" gibi yakın dönem dizileri de bu "kritik" çağ hâlini abarta-kanırta fanteziye vurarak bize makineleşmiş/teknolojikleşmiş/robotikleşmiş bir dünyada insanın teknolojiye teslimiyetini hanidir kurguluyorlar. Diğer taraftan teknolojik yetkinlik insanlığı kurgusal olduğu kadar, aynı ölçüde de "belgesel" mahiyette yani gerçeklik bağlamında Mars’ın "fethi"ni konuşur, tartışır, tasarlar bir noktaya getirmiş görünmekte.
Bunların yaşandığı dünyada, çarpıcı bir kıyasla ifade etmek gerekirse, "Mars’ın Fethi"nin karşısına "İstanbul’un Fethi" ile çıkmak… Ve mesela "Fetih" yıldönümünde ekonomik iktidarınızın can simidi inşaat kapitalizminin şahika sembolü hafriyat kamyonlarının 1453 tanesini İstanbul Havalimanı pistine art arda dizmek… Buradan Guinnes Rekorlar Kitabı’na girmek için başvuruda bulunmak!..
Hafif, en hafif deyişle, tatsız bir komedi olmaktan öteye gitmeyen bu girişim, AKP iktidarının kültürel-estetik düzey ve donanımını değerlendirme açısından karakteristik bir örnek olarak sunulabilir.
Geçmişe takıntı, geleceğe körlük
AKP’nin kültürel iktidar kurma yolunda geçmişe takılıp kalmasının diğer nedeni de politik-ideolojiktir demiştik. Bunun da bir siyasi modernleşme projesi olarak Kemalizm’le hesaplaşma derdinden olduğu öne sürülebilir.
Gerçi şu aralar konjonktürel mahiyette ve kendi "beka" dertlerini sanki memleket meselesi imiş gibi göstererek Türkçü-milliyetçi hamaset kulvarından Kemalizm’e kur yapmalar eksik değil. Ama elbette, "kırk yıllık Kâni olur mu kolay kolay Yani?.." Bu da ayrı konu ve herkesçe sorulabilecek geçerli bir soru olsa gerek...
Neyse, biz söz konusu siyasi iktidar pratiğinin genel seyrine bakarak yapalım değerlendirmemizi: AKP, Cumhuriyet’in kuruluş döneminde pozitivist-modernist bir itki ile "Batılılaşma" adına ne yapıldıysa bunlardan rövanş alma, Fatih Akın’ın yukarıda yer verilen sözlerindeki tabirle "intikam" takıntısıyla sürdürdü esasen kültürel iktidar arzu ve arayışını. Bu da 1920-30’larda yapılmış olanların karşısına, o zamanın tarihsel bağlamını da göz ardı ederek, on yıllar sonra 2010’lar dünyasında kendilerinden yana kültürel-politik tasarruflarla çıkmak gibi anakronik (zaman-özürlü) ve çağdışı bir çırpınma-didinme içine soktu onun kurmaylarını, kadrolarını, takipçi ve destekleyicilerini...
Mesela dikkatle bakıldığında, sözüm ona geleceğe yönelik meşhur "2023, 2053, 2071 hedefleri"nde bile rövanşist ve intikamcı bir geçmişe-dönüklük motivasyonu içkin değil mi sizce de?
Bağlantılı olarak, "laik" Cumhuriyet’in yetiştirdiği, dünyada kendini kabul ettirmiş birçok saygın, seçkin sanatçı, yazar, düşünce ve bilim insanını "Batıcı", dolayısıyla da ülkesine milletine yabancı diye dışlayarak itip kaktılar bunca yıl ve öyle yapmaya da devam ediyorlar. Bunu telafi etme yolunda iktidarlarının haşmeti ile hışmının gelgitinde kalmış bir avuç bîçare (isimleri lazım değil!) popüler figürle kültürel iktidar açığını kapatmaya çabaladıklarını da fark ediyoruz ayrıca.
Fakat ne yapılırsa yapılsın, kültürel iktidar, yakın geçmişle, Cumhuriyet’le, "Batılılaşma" ile hırs-hınç-hışımla kavga ederek, bu yolda Osmanlı’dan malzeme devşirmeye çalışarak kurulmaz, kurulamıyor.
Memleketin yakın geçmişinden nefretle daha uzak geçmişine takılıp kaldıkça sadece geleceği hiç mi hiç göremez hale geliyorlar.
Bunun sonucu da işte bırakın kültürel iktidarı, kopkoyu bir "kültürel körleşme"den başka bir şey olmuyor.