Yeni Zelanda’daki katliam sonrası ortaya çıkan infiali son derece başarılı yönetip Müslüman vatandaşlarına da “Biz biriz; onlar biziz” hitabıyla “Ötekileştirme”nin gerçek anlamda belini kıran Başbakan Jacinda Ardern’in, hangisine övgü düzüleceğini seçmenin hayli zor olduğu sözleri arasında üzerinde çok durulmayan önemli bir değerlendirmesi daha var.
Geçtiğimiz hafta Parlamento’da yaptığı konuşmada Ardern, milletvekillerine, “Sizden hayatlarını kaybeden insanların isimlerini anmanızı rica ediyorum, o hayatları alan adamınkini değil” dedi ve katliamcıyı kastederek şöyle devam etti:
“O bir terörist. Bu terör eyleminden pek çok şey elde etmek istedi. Bunlardan biri şöhretti. İşte bu yüzden asla adını anmayacağım.”
Gördünüz mü, Başbakan Ardern, günümüz insanının bizim “Meşhuriyet Çağı” diye tanımladığımız ve “Görünüyorum, o halde varım” sloganıyla karşıladığımız kültürel mizaç ve ruhuna teröristlerin dahi tâbi olduğunu yetkince kestirip ona “ceza”yı nasıl en etkin yerden kesiyor!..
Bizde ise katil-teröriste ceza olarak idamı öneren iktidar iradesi ister asılarak ister kurşuna dizilerek, isterse bedeni lime lime edilerek canı alınsa dahi tüm bunlara değecek bir “ödül”ü ona verircesine, katliam yaparken kafasına monte ettiği kamerayla çektiği filmi dev ekranlarda sergiliyor.
Kuvvetle muhtemel ki Yeni Zelanda katliamcısı, Ardern’e kızgındır.
Erdoğan’a ise müteşekkirdir!..
Öldüresiye görünme arzusu
Halbuki Yeni Zelanda Başbakanı’nın anladığını anlamak hiç zor değil. Böylesi korkunç ve herkesi dehşete sürükleyen eylemi gerçekleştiren katil, sonrasında tüm dünyanın kendisine lânetler yağdıracağını, asılmasını-kesilmesini isteyeceğini biliyor mu biliyor.
Peki eylemi gerçekleştirirken neden kayıt yapıyor?..
Çünkü sonrasında kendisine ne olacağı o kadar umurunda değil. O, bu eylemiyle ister ölüm cezası ister müebbet olsun, sonuçta kitlelerin gözünde yüzüyle ya da eylemiyle yer etmek, yani “spektaküler” hale gelmek istiyor.
Hayatın içinde kalabalıklarda bir hiç olarak mevcut varlığını, böylesi kanlı bir eylemle herkesçe bilinir kılmak istiyor.
O, “Görünüyorum, o halde varım” duygusunu böylesi bir yolla tatmak, tatmin etmek istiyor.
Ölümüne ve öldüresiye bir varoluş arzusu yani…
Buna hem Avustralya hem Yeni Zelanda başbakanları uyanmışken, Türkiye Cumhurbaşkanı ırkçı-İslamofobik katliamcının “görünme arzusu”nu göremiyor.
Teröristin kafasına taktığı kamerayla kendisini kitlelerin gözünde nefretle de olsa ölümsüzleştirmek için yanıp tutuştuğunu fark edemiyor.
Ve gerçekleştirdiği katliam sırasında 17 dakika yaptığı “canlı yayın”ı banttan cayır cayır aktarıyor.
Katliamcının "viral" videosu
Saldırının katliamcı tarafından kaydedilen bu canlı yayın videosunun orijinali Facebook’ta silinmeden önce 4000 kez izlendi. Sonrasında silindi ama kısa süre içinde kopyaları alındığı için, Youtube, Twitter gibi platformlarda paylaşıma açıldı maalesef…
1,5 milyon kopya çıktı Facebook’taki yayının ardından… Tabii sonrasında silindiyse de olan oldu, “viral”leşti katliamcının kaydı…
Ve bizim seçim meydanlarına kadar da sirayet etti!..
Hem Avustralya Başbakanı Scott Morrison hem Yeni Zelanda Başbakanı Ardern bu süreçte internet ve sosyal medyanın, “terörün seyri” ve “teröristin şöhreti”ne ticari itkiyle yaptıkları katkı konusunda tepkilerini ifade ettiler. Morrison, internet teknolojisinin “terör saldırılarındaki sınırsız rolü”ne ilişkin kaygılarını dile getirirken Ardern, sosyal medya şirketlerine sorumluluklarını hatırlatarak onları terörle mücadele için daha fazla çaba harcamaya davet etti.
Bizde ise internet teknolojisi ve sosyal medyanın sunduğu “imkân”dan fazlasıyla yararlanılarak katliamcının kaydı kamuya servis edildi!..
Üstelik Yeni Zelanda katliamcısının bu motivasyonu bir ilk değil ve İslamofobik terörist bu eylemde de kendisinin Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından “aynı kumaştan dokunduğu” söylenen “İslamcı” teröristleri örnek alıp onların izinden gitmekte.
Bu bakımdan bir “ilk” aranacaksa eğer, bu olsa olsa “11 Eylül”ü (2001) gerçekleştiren ve hem adı hem de görüntüsü hafızalarda nefret ve lânetle ölümsüzleşmiş intihar eylemcisi terörist Muhammed Atta’dır.
Nefretlik şöhretler
Hayatın irili-ufaklı boyutta her yerde “ekranlar”a bağlandığı bir çağdayız. İnsan yaşamının merkezinde “ekran” var ve ekran, hayatın nabzını tutuyor.
Ve de elbette, ekran, eşittir, görünmek…
Ekrana endeksli bu hayat, hiçbir zaman fark edilemeyecek olmanın ıstırabını insanlara çok yakıcı biçimde hissettiriyor. Hemen herkesin görünür, tanınır, bilinir olma ihtiyacı duyar hale geldiği bir dünya bu. Ve tanınmak uğruna her gün ölmekten beter hale gelenleri izliyoruz ekranların realite-şov ve yarışma programlarında.
Ancak varlığını başkalarına fark ettirme uğruna yapılanlar hep alıştığımız şekilde olmuyor bu “Meşhuriyet Çağı”nda. Evet, bir tarafta ekranda görünme uğruna her türlü hakarete uğramayı, milyonların önünde zavallı ve trajikomik durumlara düşmeyi göze alanlar var. Ama öte yanda da kıyıya itilmişliğin, hiçbir zaman göze çarpmayacak olmanın hıncını, ölümüne ve öldüresiye çılgınlıklarla çıkarıp ölerek/öldürerek görünüp “şöhret” olanlar var.
11 Eylül 2001’de New York Dünya Ticaret Merkezi’nin “İkiz Kuleler”ine uçağı çakarak hafızalarımıza yerleşen, ondan nefret ederek de olsa artık “tanıdığımız-bildiğimiz” Muhammed Atta bunların ilkiydi.
Yeni Zelandalı ırkçı terörist ise şimdilik sonuncusu.
Tabii ona istediğini Yeni Zelanda yönetimi vermedi, ama ne yazık ki bilerek bilmeyerek, isteyerek istemeyerek, bilinçlice bilinçsizce verenler oldu!..
Terörün şov, teröristin şovmen hali
Burada New York’un İkiz Kuleler’inden Christchurch camilerine açılan yelpazede terörün “şov”, teröristin de “şovmen” haline gelmesine verilecek örnekler arasında IŞİD’in “özgün ve yaratıcı katkısı”na değinmeden geçmek olmaz.
Kamera karşısında kafa kesen IŞİD teröristleri de tam anlamıyla “Meşhuriyet Çağı”nın ruhuna uygun bir “psiko-kültürel itki” ile hareket etmekte ve terör eylemini “şov”a dönüştürmekteydiler.
Hepimizin “popüler” bilincinde yer etmiş “Seven” filminin finaliyle benzerlik içindeki bir atmosferde tasarımlanmış olan Amerikalı gazeteci James Foley’in kafasının kesilme sahnesinde, kusursuz, çekici ve radyofonik bir İngiliz aksanıyla konuşan IŞİD’li terörist, sadece ideolojik propaganda değil aynı zamanda şov yapmaktaydı.
Aynı şekilde 2013’te Londra’nın Woolwich bölgesinde bir İngiliz askerini güpegündüz, insanın kanını donduracak şekilde ve “Allâhu Ekber” nidaları eşliğinde doğrayan iki İslamcı terörist de sonrasında sokak boyunca aşağı yukarı dolaşıp insanlara röportaj verircesine kameralara konuşmuşlardı. Adeta kırmızı halıda yürür gibi pozlar vererek!..
Ekrana endekslenen terörizm
Demek ki “Allâhu Ekber” diyerek insanları katledenler de İslamofobik Yeni Zelanda katliamcısı da pek çok sosyal medya narsisti gibi, dikkat çekmek için çırpınmakta, nefretle dahi olsa dikkate alınma arzusu duymaktalar.
Demek ki terörist de görünmenin, şov tutkusunun, tanınma/bilinme arzusunun insanlık halinin temel parametrelerine dönüştüğü “Ekranlı Hayat” ne gerektiriyorsa onu yapıyor.
Demek ki terörist ve terörizm, “Meşhuriyet Çağı”nda amacına en çok böyle ulaşıyor.
Kimileri ona bu şansı vermiyor.
Kimileri de veriyor.