Milyonlarca insanın, kadınlı erkekli, çoluklu çocuklu, yaşlısıyla bebesi, hastasıyla engellisi, çalışanları avareleri, okuru yazarı, âlimi cahili, sanatçısı zanaatkârı, dikbaşlısı uyumlusu, huysuzu huylusu, köylüsü kentlisi, askeri polisi, suçlusu mağduru, haklısı haksızı, zengini fakiri velhâsıl karmaşık, dağılmış ve sürekli hareket halinde olan, korona pozitiflisi negatiflisi gibi müthiş bir kalabalığı iddialı bir şekilde yönetmeye kalkmak ve buna talip olmak pek de akıl kârı olmasa gerek. Ama oluyor işte!
Bu upuzun cümle uzun sayılmaz, az bile. Düşünün ki, milyonları oluşturan kalabalığın her bireyinin bir diğeri ile sorunu var, alıp veremediği var, çıkarı beklentisi, öfkesi tutkusu, dostu düşmanı, dış düşmanı var, var oğlu var!
Üstelik bir de masum bir istekleri var. Bize sahip çıkan birisi de bulunmalı derler. Bizim bir sorumlumuz olmalı. Biz onu seçeriz. Onun da güç aldığı, bağlı olduğu, bizim de ne olduğunu bildiğimiz bir yasası bulunmalı.
Aslında bunların hepsi var. Ama yetmez. Hepsini gözleyebilecek, aksayanı uyaracak, eksileni onartacak bir dikkat, geniş bir sohbet, huzur ve güven ile tümünü kapsayacak ve sağlayacak bir de tılsım gereklidir. İşte o mucize özgürlüktür.
* * *
Özgürlük, eski ve artık terkedilmiş söylenişi ile hürriyet! O nedir? Çok basit.
Bireylerin iki kollarını serbestçe iki yana sallayarak istedikleri zaman, diledikleri yerde rahat rahat yürüyerek türkü söyleyebilmeleridir. Bunu sağlayacak olan kimdir? Çok basit.
Yöneticidir, eski ve artık terkedilmiş söylenişiyle idareci. Daha geniş tanımlarıyla belediye, devlet, devlet adamı, politikacı, iktidar, muktedir, şef, reis, muhalefet, eski terkedilmiş söylenişiyle tenkit, yenisiyle eleştiri, basın, medya… hop!.. Burada duralım. Meraklısı için, eski ve terkedilmiş söylenişiyle Mekteb-i Mülkiye, yeni ismiyle Siyasal Bilgiler Fakültesi önerilebilir, işe yarar mı, yarar.
Hâlbuki niyetim, kaldırımların yönetimini konu etmekti. Bu kadar uzun lâfı okuyucuya ısınma turu olsun diye sürdürdüm, mukaddimeyi de biraz uzattım galiba. Olsun iyidir.
* * *
Boğazkesen, bir cadde adıdır. Galata Port ile Beyoğlu Pera arasında en kestirme yol. 'Birinci derece afet acil ulaşım yolu', 'Park yapılmaz', 'Yol Boyunca' tabelâsı bile var. Ama yolun her yanı park eden sıralı araçlarla dolu. Yetmiyor bazen ikinci sıra da oluşuyor. Trafik akışı ancak, gel gel, al al, hop bekle, geç kardeşim gibi uyarı ve yardımlarla sağlanabiliyor, tıkanıklık imece ile gideriliyor.
Günün birinde, önce bu yol üzerinde park eden tüm araçların kaldırıldığı görüldü. Sonra yol boydan boya, aralıklarla diplerinden yere yapıştırılan kırmızı esnek plastik trafik babaları ile gidiş geliş olarak ikiye bölündü. Sıkışıklık bitti, trafik iki yönde rahatladı. Bir afet anı için tasarlanan çözüm yolu hayata geçmiş oldu. Ama aynı anda, herkesin gözü önünde yaşanan çok ilginç bir süreç de başladı.
Bir iki gün sonra, esnek kırmızı babalardan birkaçı koptu yada koparıldı, yol kırık diş gibi sırıttı. Otopark ihtiyacı olan işyerleri, devamla kendi hizalarındaki babaları da azaltıp deliği genişlettiler. Tam oraya arabalarını park ettiler. Gelen arabalar açılan gedikten diğer tarafa geçiyor, park eden aracı atlıyor ve kendi yoluna dönüp devam ediyordu. Diğer yönden gelen de biraz bekliyordu. Bu çözümü gören diğer işyerleri de hemen kendi hizalarındaki babaları söktüler, araçlarını yol kenarına park ettiler. Kısa sürede yol tamamen eski düzene kavuştu. Sıkışanlar ikinci sırayı dahi ihmal etmediler. Sadece asfalt üzerinde, hepsi yok edilen babaların yol boyu uzayıp giden, sıralı söküm izleri kaldı. Bir de, 'Birinci derece afet acil ulaşım yolu', 'Park yapılmaz', 'Yol boyunca' tabelâsı yerli yerinde hâlâ duruyor.
Bu yolun yukarıya devamı Yeniçarşı Caddesi adını alır, Beyoğlu'na Galatasaray'a uzanır. Bu bölüm çok özenlidir. Granit parke döşelidir, kaldırımları da öyle pırıl pırıl ve ancak iki parmak yüksekliktedir. Yol boyu her iki yana, kaldırım kenarlarına 150 cm. aralıklarla siyah dökme demirden trafik babaları dörder cıvata ile sağlamca tutturulmuştur. Böylece yayalar kaldırımlarda, otolar da kendi yollarında güvenle gidip gelirler… idi.
Yukarıda anlattığım gaddar uygulama burada da hatırlandı. Babalar birer ikişer, somunları açılarak söküldü, yayalar açıkta kalan cıvatalara takılmaya başladılar. Otolar eskisi gibi kaldırımların üstünü doldurmaya ve oralarda park etmeye başladılar.
Sonuç kabak gibi ortaya çıktı. Çünkü sökülen dökme demir babalar birer birer yok oldu! Ne yolu yapanlar, ne denetleyen kurum aldırmadı, eksikler giderilmedi. Ancak yolun sadece bir yerinde demir babalar sıralı olarak eksiksiz hâlâ duruyor. Goethe Enstitüsü'nün önüne rastlayanlar, o bina hizasında, evet eksiksiz ve sıralı olarak yalnız oradakiler duruyor.
Kıssadan hisse… Sadece kendi seçtiği bir yöneticisini kıyasıya eleştiriyor olmak her zaman işe yaramıyor. İşte, 'Birinci derece afet acil ulaşım yolu' olan, Beyoğlu Pera ile Galata Port arasındaki bu yolda şimdi, hâlâ yıldırım hızıyla vızıldayan motosikletliler kaldırımlarda dolaşıyor ve orada kolayca park eden otoların ve yayaların arasında fink atarken, yayalar can derdinde, arabalılar ise rahat, yöneticiler daha da rahat. Allah rahatlık versin.