Tan Oral

19 Nisan 2020

Vekilharç ve tecrit…

İnsan kardeşlerimin her biri, ana karnını terk ettikleri o anda, dünyanın yüzüne karşı bütün güçleriyle açım diye bağırıyorlardı, beni doyurun, hemen!

Bu talep hayat boyu kesintisiz devam edecekti. Çünkü gözlerini ilk açtıklarında kendilerini bir aidiyetin içinde bulmuşlardı.

Açlığı susturmanın tek yolu, o ağızı doyurucu bir şekilde kapatmaktır. Aidiyeti onu susturacak çeşitli imkânlara ezelden beri sahipti.

Bu talep hayat boyu kesintisiz devam edecektir. Ama aralıksız karşılanamayacak, ait olduğu düzen tarafından şarta bağlanacaktır!

Babalık, analık, aile, soy, aşiret, dernek, belediye, devlet, takım v.s. bir arada toplu yaşama ait olmanın getireceği koşullu güvenceler gibi.

Oturduğun aidiyet sofrasında her zaman karnını doyurabilirsin ama, ait olduğun o sofraya her zaman çalışıp katkıda bulunmalısın da. Katılma şartı bu.

Bazen ol aidiyet kral, bazen despot düzeni olarak da belirmiştir. Orada aidiyetin sahipleri, geçici olduklarını akla getirmemek için korku içinde ve korku salarak yaşar giderler.

Bazı yerlerde ise aidiyeti paylaşanlar geçici olduklarını akıldan hiç çıkarmazlar. Onlar kendilerini boyuna savunarak telaş içinde yaşar, geçer giderler.

Bazıları da...Başka bazıları da mı var, varsa bile, ben ne bileyim? Bildiğim, tanık olduklarım, bakıp durduklarım, işitip duyduklarım, okuyup şaşırdıklarım…Hepsi bu.

Ama şunu da biliyoruz, öyle öğrendik, öyle öğretildi, öyle okuyup geldik. Meselâ…

Krallar kendilerinin Allah tarafından gönderildiğini söylerlermiş. Bu onların otoriteleri ve keyfi harcamaları için zorunlu bir gerekçedir. Mutlaktır.

Karnını doyurabilen halk ona biat etmek, neredeyse tapınma düzeyinde ona saygı göstermekle mükelleftir.

Kralın gerekçesi, bu ülke bu zenginlik bana babamdan kaldı şeklindedir, ki akan sular durur. Mülk onundur. El ve dil uzatılamaz. Kraldan korkulur!..

Diktatörlüklerde de her şeyi ile benzeşen yönetim şekli görülür, ancak ortada babadan kalan bir şey yoktur. Ne varsa entrikayla yada zorla el konulmuştur.

O nedenle otorite de, harcamalar da keyfidir, sorulmaz.. El ve dil uzatanın, uzanan uzvu kopartılır. Diktatörden korkulur!

Bir de seçimle görevlendirilerek yönetime gelenler var. Onların vergi mükellefine hesap verme dışında bir zorunluğu yoktur.

Çünkü otoriteleri, halkın parasını bir süreliğine onun adına ve yararına harcama yetkisini kullanma ile sınırlıdır. Yani bir nevi vekilharç'tır. Korkmak anlamsızdır, ondan korkulmaz!

Olmaz ya, ola ki halkı korkutmaya yeltenen çıkarsa, o takdirde yukardaki paragrafa doğru kayma başlamış demektir. Ondan, onun gazabından korkulabilinir!

Yine de onları gözde büyütmek, ilahlaştırmak için bir neden yoktur. Hukuk düzeni karşısında her kesim zaten eşit mesafededir. Bunlar olması gerekendir. Geçelim.

Saygı göstermek ve saygı beklemek uygarlığın bir adabı, bir gereğidir ve kuşkusuz karşılıklıdır. Yönetici parasını kullandığı halka saygılıdır. Halk da parasını emanet ettiği vekilharçına güvenir ve hizmetine karşı saygıda kusur etmez.

Ama yeri geldiğinde usulüne uygun kafa tutmayı da, hesap sormayı da ihmal etmez, bu ise demokrasilerde kusurdan sayılmaz. 

Mesalâ bir vekilharç, hikmeti vücudunu unutup, verilen hizmeti ve harcanan parayı kastederek, "her şeyi size biz verdik biz" derse buna verilecek yanıt kusurdan arîdir: 

Bütün bu yapılanların parasını, çalışıp kazanıp size Biz verdik Biz!..

Bu paraları bizim adımıza harcama yetkisini de size Biz verdik Biz!..

Borçla yaptırıyoruz derseniz de, o borcu yine Biz ödemekteyiz Biz!..

Kafamıza kakmayın artık, bizi üzüyorsunuz, ayıp oluyor!.. gibisinden.

Hafta sonu hayırlı tecrit'ler, hayatı izole etmeyin, yuvanızda kalın, koronadan korunun, öksürük olmayın.