Geçmiş zamanda, hani rejime dil uzatmanın tehlikeli olduğu yıllarda, okul çocukları paslanmasın diye onları ikiye ayırıp aralarında tartıştırırlardı ya... Çocuklar bilmedikleri ve inanmadıkları bir konunun rastgele tarafı olup diğer kümeyi çürütmeye çabalarlardı. Bu işe de "Münazara" denirdi.
Siyasetin konu edildiği Tivi kanallarında münazara geri geldi. Ayakta duran yada yüksek bir tabureye tüneyen yönetici, moda deyimle moderatör, özenle seçtiği, bulup ekrana çıkardığı konuşmacıları ikiye ayırıyor, sağına ve soluna paylaştırıp daha alçak koltuklara oturtuyor ve münazara' yı başlatıyor.
Onlar da canla başla oturdukları tarafın haklı ve doğru, karşılarında oturanların da haksız ve yanlış olduğunu savunmaya başlıyorlar.
Moderatörün uzattığı sıkılı yumruğunda açık kalan işaret parmağının gösterdiği taraf, onun sorusuna cevap yetiştiriyormuş gibi yaparak karşıda oturanlara veryansın etmeye başlıyor.
Bu salvo karşısında kanı beyinlerine sıçrayan taraf, en iyi savunma saldırıdır, ilkesinin gereği olarak ve kıpkırmızı kesilerek sesini yükseltiyor.
Sanmayın ki bu iş sırayla yapılıyor, hayır! Karşı tarafın yıkılmayıp, çatır çatır cevap yetiştirdiğini gören konuşmacı, moderatörü filân es geçip, kendi kararıyla ve daha yüksek tonda bağırarak aynı anda konuşmaya başlıyor.
Ekran başındakiler ise, ya saçlarını başlarını yoluyor yada hiç aldırmayıp çekirdek çıtlatmaya ve kendi aralarındaki dedikodulara devam ediyorlar.
Ne var ki bazen, konuşmacılardan biri hidayete eriyor ve bu işin saçmalığını sezer gibi oluyor, hakikati yumurtlamak üzere gıdaklamaya tam başlamışken.... Moderatör yılların tecrübesiyle bu gidişin vahametini fark ediyor ve anında başka bir konuşmacıya söz veriyor, o da olmazsa "reklam arasına gidiyorum" cümlesi ile felaketi önlüyor.
Bu kadar lâfı neden uzattım?
Politika aslında, farklı menfaat sahiplerinin elde etme ve orta yolu bulma uğraşlarının mücadele alanıdır. Derler ki; millet menfaati söz konusu olduğunda, kişi ve parti çıkarları feda edilir. Bu beyan, kişi ve parti çıkarlarının millet menfaatinin aleyhine olduğunun açık itirafıdır. Geçelim…
Sosyal sınıfların farklı çıkarlarının, mücadele alanları, farklı ideolojilerle tanımlanır. Bunların da, birbirlerini boğazlamadan, hayatı akıtabilecek orta yolu bulabilmeleri için, kendi aralarında tartışmaları gerekli ve şarttır. Buna da demokrasi deniliyor.
Yakın tarih, yukarıda sözü edilen her iki çözümlemenin de sayısız örnekleriyle doludur, dövüşmek yada söyleşmek gibi.
Devletçi ekonomiler tukaka edilip, karma ekonomi de gözden düşünce, marjinal grupların dışında, tüm siyasal kitle partilerinin ortak ideolojisi, serbest teşebbüs yada liberalizm oldu, artık nasıl derseniz.
Günümüzde garip olan ise, aynı ideolojiyi savundukları halde, değişik sözcüklerle partilerini adlandıran partililerin, kendi aralarında, “ben daha iyi yaparım” gerekçesiyle kavgaya tutuşmalarıdır. Nedeni, “ben daha iyi yolarım” diyemedikleri için olmasın!
Bitürlü diyemedikleri isteklerinin değişik rejimlere göre söylenişi ve uygulanışı da farklı olacaktır, bunu unutmamak lâzım. Baskıcı katı kurallara bağlı devletçi ekonomilerde ancak “yolsuzluk” yapılabilirdi. Oysa adı üstünde, serbest teşebbüste, “yolunu bulmak” gibi kolayı vardır.
Münazara’larda konu edildiği için lâfı uzatıyorum.
Yeniden tek partili düzene doğru yol mu alınıyor, acaba?
Tek parti zamanında “demir ağlarla ördük anayurdu dört baştan” deyişi doğruydu. Çünkü ülkede tüm üretimi ve harcamayı devlet yürütüyordu, övünecekti.
Yaptık ettik övünmesi, liberallerin yönetiminde olmaz. Bırakın yapsınlar, bırakın geçsinler şiarına uymaz.
Ama Tivi kanallarında, kendileri yapmış gibi iftiharla, yaptık ettik, sözleri gırla gidiyor.
Bu tek partili rejime gidiş değilse, bir yöneliş, bir özlem de mi değil? Değildir inşallah!..
Yoksa, avuç içine kıvrılmış baş parmak da birgün açılırsa, yani 'tek parti' de o diğer tek’lere katılırsa Rabia'dan sonra Hamse gelir ve topluma beş kardeş göstermenin de bir anlamı olur o zaman.