Tan Oral

27 Ağustos 2015

Kızgın doğa, sel ve odun

Suyuna gitmezsen su ne lâf, ne söz, ne HES dinliyor...

Kim derdi ki, binlerce yıl soğukla baş edebilmek için uğraş veren insansoyu, üstünde durmaya çalıştığı şu biricik yer’in gitgide ısınıyor olmasına sevineceğine, ciddi ciddi kaygılanmaya başlasın.

İşin ilginç yanı, ne soğuğu ne sıcağı seven, ama ılık için de içi giden insan, bu kez de sıcağa çare olarak soğutucular icat edip devreye sokunca, evinin içini de, dolabının içini de, evet soğuttu. Soğuttu ama, dünyayı da ısınmaktan alıkoyamadı, dünya terlemeye başladı.

Doğanın dengesine hayran olduğunu her fırsatta dile getiren adem yavrusu, öte yandan doğaya egemen olma hevesinden ve savaşından da hiç mi hiç geri durmadı. Ve bir gün dedi ki, insan doğaya karşı yürüttüğü savaşı kazanmıştır. Ama  yani, doğa kaybetmiştir diyemedi.

Çünkü gururu gözlerini kararttı, göremedi. Sonunda doğa, insan tarafından yenildi, mağlup edildi, yenik düştü tabiat!  Ne var ki yenilen doğa ısınıp, kızıp da hesap sormaya başlayınca, insanın da gözleri açılmaya başladı.

Kutuplarda buzlar eriyor, kasırgalar ortalığı kırıp geçiriyor, seller dünyayı götürürken, kuraklık her yanı kasıp kavuruyor ve çölleşme ormanları yiyip bitiriyordu. Tabiat artık kendi diliyle konuşuyor, anlatıyordu... 

Anlayan anlıyor elbette. Kyoto’da  toplaşanlar, kızgın doğayı serinletip, sakinleştirmek için çareler arıyor ve buluyorlar. Çare, açgözlülüğe biraz olsun ket vurmak. Çok basit! İmzalar atılıyor, kavilleşiliyor.

Yine de, pek aldıran olmuyor! Kızgın tabiat, son zamanlarda, yakıcı nefesi ile ortalığı arada bir yalıyor. Ne var ki doğa nesneldir, esip savururken ayırım gözetmiyor.

Philippines adalarından Karadeniz kıyılarına kadar beklenmedik bir anda, doğadan vurgun geliyor. Canlar yanıyor. Diğer insanlar olayı boş gözlerle, bize bir şey olmaz, sıra bize gelmez diye izliyor. Daha fazla enerji elde etmek üzere, daha neler yapabilirim diye de, her türden girişimi göze alıyor. Neden?..

Daha çok tembellik yapabilmek ve en az bedensel enerji harcayarak yaşamak için. Teknolojik gelişmelerle görece refaha çılgınca enerji harcamaya devam edebilmek ve tombullaşıp fitness salonlarına koşmak adına!.. Doğa’nın verdiği acı yanıtlara aldırmadan onu kirletip, kızdırmaya devam ederek!..

Bitirmeden önce bir enerji  özeti vermek iyi olacak;

Taa.. başlangıçta, insanların ısınmada, pişirmede ve maden eritmede kullandığı tek enerji kaynağı, odun’du. Odun yakılınca havayı kirletmiyordu. Enerjisini verdikten sonra geriye kül ve karbondioksit kalıyordu. Fidanlar, ormanlar bu karbondioksiti alıyor, onu yeniden oduna çeviriyorlardı. O tazelenebilen bir kudret kaynağı idi.

Ne zamana kadar? İnsanlar kalabalıklaştıkça, ormanlar tükenmeye başlayıncaya, odun yerini maden kömürüne, balta yerini buhara bırakıncaya kadar. Bitmedi ve fosil yakıt, derken nükleer yakıt, insanı tehlike ile rahatlık arasına iyice sıkıştırıncaya kadar.

O da yüzlerce yıl tahılını öğüttüğü değirmenleri hatırladı. Su’dan, rüzgar’dan, bir de güneş babadan medet ummaya başladı. Ama yine de ülkem bunu abarttı. Akarsu gördüğü her yere HES’ler kurup suya lâf geçirmeye kalktı. Oysa suyuna gitmezsen su ne lâf, ne söz, ne HES dinliyor, ne de dere yatağına yaptırılan evleri ve sahil yollarını.

Deniz özlemi ile akıp, her şeyi denize sürüklüyor. Odun ise insanlarca artık sadece birbirlerinin kafasına indirilmek üzere kullanılıyor.