İyi bir durumun kötüye gitme eğilimi taşıması gibi, kötünün içinde de iyileşme eğilimi bulunur. Al Pacino'nun bir filminden bu sözler. Kötü durumdakiler için küçük bir hareket bile iyileşmeye doğru umut ve nitelik taşır. Bu da Shakespeare'den, mealen.
İyimserlik ihtiyacına dayanarak yukarıdaki satırlar yazıldı. Şimdi de bunun zıddı meraklısına birkaç satır.
Beceriksizlik, afur tafur ile birleşince, aman tanımaz oluyor. Hele ki bir de, bir el nesebi gayri sahih bir paraya uzanmış ve de görülmüş ise, korku dağları bekler, yani artık oradan her şey beklenir. Meselâ barış için teklif beklerken, tehdit gelebilir.
Değil mi ki siyasetin karamsar özeti böyle, hadi bakalım politikacılar, buna karşı politika üretin de görelim. En azından karşı olduğunuz kişinin yaptığı politika kadar ve yaptığı gibi. Yani siz de biraz terleseniz olmaz mı? Yoksa, afur tafur'a karşı, ah...vah!.. çekmek yeterli olmuyor.
Seçimler sandık, millet, milli irade sedaları içinde sonlandı. Ama millî irade, millÎ idare'ye dönüştürüldü... Tek başına iktidar verilmeyen, iktidarını tek başına sürdürür oldu.
Ciddi kavramları, ezberimizin biraz ötesinde kullanırsak. Meselâ millet için;
Şu koca evrende, paylarına düşen zamanı ve mekânı aynı coğrafyada paylaşan insan topluluğuna millet denir, desek...
İlginç olansa, paylaşmak yerine zamanın ve mekânın hepsini sadece kendisi için isteyen bakışa millî, bunu isteyenlere de milliyetçi deniyor, demeliyiz.
Belki de doğal olmayan bu anlayıştır ki, sahiplerine savaşı her zaman çekici kılmıştır. Yine öyle, ama...
Savaş açan yada savaşı kışkırtan siyasetçi, kamu vicdanında savaş suçu işlemiştir. Asıl, savaşı ustalıklı bir siyasetle savuşturup önleyemeyen bir politik kişi de, benim indimde savaş suçlusudur.
Bu türden eleştiriler karşısında, susturucu olarak da hep vatan kavramı ve vatan aşkı ileri sürülür. Hem de realiteye hiç uğramadan hamaset bulutlarında uçuşarak.
Oysa pekâla bilirler ki, üzerinde yaşadığı coğrafyada seveni ve sevebileceği kimsesi olmamıştı, tuttu vatanını sevdi, derler. Nasıl?
Vatan, üzerinde yaşayanların yarısı tarafından, diğer yarısına parsellenerek kiralanan coğrafi toprak bütünlüğüdür. Vatanı korumak kiracıların, düzeni korumak mülk sahiplerinin görevidir. Kiracılar bunu ölerek, diğerleri de onları ölüme göndererek yerine getirirler. Buna zafer peşinde koşanların savaşı da denir. Onların barış yapması ise imkânsız gibidir. Meselâ...
Silahlar bırakılsın, sonra barışı konuşuruz, diyeceklerdir. Çok iyi de, barış görüşmeleri silâh bırakabilmek için değil midir zaten? Silâh bırakıldıktan sonra ne konuşacaksınız peki? Varsa, onu da önceden açıklamak gerekmez miydi?
Barış yerine zafer peşinde koşulmaktaysa eğer, orada barışı sağlamak çok zor olmalı. Muzaffer olanlar, daha sonra sorunları ya inkâr edecek yada erteleme meraklısı olacak ve bitmez tükenmez yeni istekler ileri sürebileceklerdir.
İyi güzel de hükümet işi yattı. Koalisyondan ne haber, şimdi n'olucak, hiç bunlardan söz etmiyorsun diyeceksiniz, doğru.
Mecliste yönetici ve kanun yapıcı olarak hep birlikte oturmaları bir koalisyon örneği değil mi? O zaman nedir bu nazlanmalar, kırıtmalar, lâf dolaştırmalar?
Siz herkesi aptal mı sanıyorsunuz, diye sorsam, evet diye yanıt geleceğini biliyorum.
Vatan sağ olsun, diyelim...