İnancımıza duyulan güvenin bir ifadesi olarak, aynı tanrıya ibadet edilen, bu kadîm mabedi, yüzyılların emanetini, yine yüzlerce yılın yüzü suyu hürmetine onu olduğu gibi kabul ederek korumak, yaşatmak ve güvenle kullanmak boynumuzun borcu olmalı.
Kısacası, ne kadar dikkat edilmiş de olsa, artık yıpranmış olan birkaç mozaik suret yerinde kalsın, üstünü kapatmak için uğraşmak yerine, bir cesaret olduğu gibi bırakılsın. Zaten tarihçiler çok uzun yıllar onlar yerlerinde dururken, ibadet de yerine getiriliyordu, kimse de rahatsız değildi, diyor. Üstlerinin kapatılmaları çok sonraki yıllara ait bir uygulama.
Çocukluğumda evlerimizde namaz kılan yaşlı akrabalar ve büyüklerimiz aklıma geliyor. Her evde olduğu kadar bizim oranın duvarlarında da resim ve fotograflar vardı. Kimsenin onları fark ettiğini hatırlamıyorum. Çocukların etrafta oynamaları bile onları rahatsız etmezdi, ama biz de namaz kılanın önünden asla geçmezdik.
Benzer bir durumu Edirne Selimiye camiinde de izlemiştim. Hayat hep beraber aynı anda yaşanıyordu. Kimse kimseden rahatsız olmuyor, kimse de kimseye karışmıyordu, koşuşan çocuklar dahil.
Ayasofya bu dediğim hassasiyetten ve doğallıktan uzak değildir. Kaldı ki mozaikler kadar binada kullanılan her taş, her malzeme, mermer sütunlar, kemerler, süsler hepsi Ayasofya’yı var edenlerin ruhunu içinde taşır, yansıtır. Bu da hiçbir mümini rahatsız etmez.
Kimse kusuruma bakmasın ama metrelerce yukarıda kendi halinde duran mozaikleri günde beş vakit açıp kapatarak mümini de turisti de şaşkınlığa gark etmek, hiç şık değil doğrusu. Bırakın dursun, göreceksiniz, sorun olmaz. Dünyaya örnek olur.
Onun bir bazilika olduğunu hatırlatan, bir iki mozaik değil, yapının her taşına sinmiş olan ruhun maddeleşmiş varlığıdır. Emanetimizdir sözünün tekrar edilmesini bu dediklerimin kanıtı olarak kabul ediyorum.
Tartışmalar artık kitaplarda, gazete sayfalarında kalmalı. Yapılanların hepsi, Ayasofya’nın cami olarak, müze olarak tekrar cami olarak varlığını kesintisiz sürdürmesi, değerbilirliğin güzel bir örneği sayılmalıdır.
Namaza duran biri, içinde olduğu binanın her yanını, izlemese bile, bir bütün olarak hisseder. Bu arada binanın ta yukarılarında bir yerin perdelenip saklanmış olması dikkati ve merakı gereksiz yere üstüne toplar. Olduğu gibi bırakılırsa, binanın tümü algılanırken, yapıyla bütünleşmiş bir ayrıntıdır artık, bütünün içinde kaybolur gider. Kaldı ki buraya ibadete gelen, bilerek gelmiştir. Hele ki içeride dört yana asılmış olan, hattat elinden çıkma, çok büyük yuvarlak, yazılı levhalar, vizyonu kendi hakimiyetlerine almış durumdadır.
Bu camiler kentinde, içeride ta tepedeki bir çizimi kapatmaya çabalamak, Ayasofya’nın dışını beyaz perde ile çevirip tecrit etmeye benziyor. Fanatizmin sınırı yoktur. Ama aslında etken olan fanatizm değildir. Her zaman kilise, sinagog ve caminin yan yana aynı bahçe içinde yaşaması ile övünülür ki doğrudur. Bu övünç kimsenin ibadetine engel yada sınırlama getirmiş değildir. Bilinen o ki Osmanlı da sözü edilen maskelemeyi fetihten çok uzun bir zaman sonrası yapmış nedense.
Cami adı üstünde, bir toplanma mekânıdır. Ama bir mümin her yerde her şartta ibadet eder, inancının gereğini yerine getirir.
Bütün bunları iyi niyetle ve içtenlikle yazıyorum. Aynı duygularla ve içtenlikle okunmasını rica ve niyaz ederim.
Ayasofya anlamında, canlı tarih, görkemli tanıklık, koca kentte ben camiyim dediği kadar, ben müzeyim de diyen hatta eskiden bazilika olduğunu saklamayan bir kutsal bilgelik yatar. Dünyaya olan kuvvetli etkisi bundandır, bir düşünün, derim. Onun ibadete açılışını canlı yayında izledim, açılış uhrevî değil dünyevî idi.
O kadar dünyevî idi ki, bir hayli de Covidî - 19 olduğu daha sonra anlaşılacaktır.