Talat Kırış

02 Mayıs 2020

Ensest: "Bütün ülkeler dahil, Türkiye hariç değil"

Din adamlarından, mesela Diyanet İşleri Başkanı’ndan bu konuda pek bir şey duymuyoruz

11 Eylül 1599, cumartesi günü Roma sokaklarında, Sant’Angelo Kalesi Köprüsü üzerinde kurulmuş olan darağacına doğru ilerlemekte olan kafile, Roma halkında hüzün, öfke, acıma, isyan duyguları uyandırıyordu. Kalabalığın gözü, kafilenin önünde üvey annesi Lucrezia Petroni, abisi Giacomo ve küçük kardeşi Bernardo ile birlikte yürüyen güzel Beatrice Cenci üzerindeydi. Yapılan işkenceler karşısında metanetini kaybetmemiş, ölüme götürülürken de vakarını koruyordu. Çok güzel bir genç kadın olan Beatrice’in başını ve yüzünü örten peçesi de, giysisi gibi mavi taftadandı. Ayrıca omuzlarında gümüş klaptanlı büyük bir atkı, belinde mor kumaştan bir etek, ayağında, kırmızı kordonlarla zarif bir biçimde bağlanmış beyaz kadife terlikler vardı. Birazdan bütün aile öldürülecekti. Darağacının yakınında, Roma halkı ile beraber dönemin ünlü ressamları da toplanmıştı. Ressam Guido Reni’nin bir gün önce hücresine girip genç kadınla görüştüğü ve bazı eskizler yaptığı konuşuluyordu. İtalyan resminin büyük ustası Caravaggio da oradaydı. Judith’in Holofernesi’in başını kestiği tablosunun o kadar canlı olması, Beatrice’in başının kesilmesindeki gözlemlerine dayandırılmıştır. O sıralarda altı yaşında olan geleceğin ressamı Artemisia Gentileschi’de kendi gibi ressam olan babası Orazio’nun omuzlarında ölümün gerçekleşeceği alana ilerliyordu. Bazılarına göre Beatrice o sırada 22, başkalarına göre ise 16 yaşındaydı. Ölüm cezasına çarptırılmalarının nedeni, üvey anneleriyle işbirliği yaparak babaları Kont Francesco Cenci’yi vahşice öldürmeleriydi.

Tüm Roma halkı, cezayı bizzat kesen Papa VIII. Clement de dahil olmak üzere, bu cinayetin en hafif ifadeyle ağır tahrik altında işlendiğini biliyordu. Francesco Cenci hem asil, hem de Roma’nın en zengin adamıydı. Sado-mazoist zevklere düşkünlüğü biliniyordu. Bu nedenle üç kere hapsedilmiş, ama büyük adamlara verdiği rüşvet sayesinde kısa sürede kurtulmuştu. Tanrı tanımazdı. Buna karşılık saray ölçütlerindeki evinin bahçesine bir kilise yaptırmıştı. Bu işi yapmasına neden olan şey de, bütün çocuklarının mezarını gözü önünde bulundurmak gibi garip bir istekti. Ancak bütün çocukları gömüldüğü zaman bir parça sevinç duyabileceğini, en son çocuğu öldüğü zaman da sevincini göstermek için sarayını tutuşturmak istediğini söylemişti. Çocuklarından bile nefret eden bu adamın zalim yapısı tüm İtalya’da biliniyordu.

Kızı Beatrice’i de diğer çocukları gibi istismar ediyordu. Ablası, Papa’ya mektup yazmış, kendisini evlendirmesi ya da rahibe olarak bir manastıra kapatarak babasından kurtarması için adeta yalvarmıştı. Papa mektuba yanıt vermiş ve kızı, Roma’nın soylu ailelerinden birinin oğluyla evlendirmişti. Üstelik Francesco’nun yüklü bir drahoma vermesini de sağlayarak. Bu durum adamı çileden çıkarmıştı. Beatrice’i sürekli dövüyor, tecavüz ve eziyet ediyordu. Annesinin önünde çırılçıplak soyup sarayın içinde dolaştırıyor, annesinin yatağında tecavüz ediyordu. Babasının zulmünden yılmış olan Beatrice de ablasıyla aynı yolu denemiş ama mektubu Papa’nın eline ulaşmamıştı. Babası gidişatı farkedince, üvey annesiyle birlikte Beatrice’i yazın kullandığı, taşradaki kale gibi eve hapsetmişti. 

Zaman zaman kaleye gelip kızına tecavüz ediyor, karısını dövüyordu. Artık dayanacak gücü kalmayan kadınlar, kardeşleriyle de konuşup Francesco’yu öldürmeye karar verdi. Başına çekiçle vurup öldürdükten sonra, kaleden atarak kazayla ölmüş süsü verdiler. Ama cinayet, bir süre sonra durumu farkeden bir hizmetçi tarafından ilgililere bildirildi. Uzun süren yargılama sürecinden sonra tüm aile idama mahkûm edildi. Kont’un ne kadar zalim ve ahlaksız olduğu, kızına sürekli tecavüz ettiği, yargılama sırasında tekrardan ortaya konunca halk bağışlanmaları için seferber oldu. Bir avukatlar ordusu savundu suçluları. Papa da halk tarafından sevilen gençlerin, cinayeti ağır tahrik altında işlediklerini biliyordu. Aslında Beatrice babasını öldürmekle öcünü almış, onurunu kurtarmıştı. Öte yandan Saint-Pierre Kilisesi’nin güzelleştirilmesi ve 1600 yılının kutlamaları için büyük harcamalar yapılıyordu. Papalık kasası oldukça zayıflamıştı. Francesco’nun ölmesi ve ailenin idamıyla tüm servet papalık kasasına aktarılacaktı. VIII. Clement hem bu fırsatı değerlendirmek hem de soylu ailelere bir gözdağı vermek için kalemi kırıp ölüme mahkûm etmişti aileyi. Son anda 12 yaşındaki Bernardo affedilse de Beatrice, Giacomo ve üvey anneleri Lucrezia o cumartesi günü vahşice öldürüldüler.

420 yıl önce yaşanmış olayın detaylarında ensestin korkunç sahnelerini görüyoruz. Yüzyıllar boyunca toplumları kemirip durmuş ama pek açığa çıkmamış, çıkartılmamış hep derinden ilerleyen bir enfeksiyon gibi varolmuş bir sorun ensest. Musevi toplumlarda da, Hristiyan toplumlarda da, Müslüman toplumlarda da dinin yasaklamasına, büyük günah saymasına rağmen süregelmiş. Ülkemizde de önemli bir sorun. Yaşananlar ya hiç gün yüzüne çıkmıyor, ya da en fazla bir üçüncü sayfa haberi olup gündeme bile giremeden hızlıca yok oluyor. Muhafazakar Müslüman Türk toplumu böyle bir şey yokmuş gibi yaşamayı, duymamayı, görmemeyi, konuşmamayı tercih ediyor.

Ama böyle bir sorun var. Gazeteci Büşra Sanay’ın toplumumuzdaki ensesti tüm detaylarıyla ortaya koyan kitabı "Kardeşini Doğurmak" on dokuzuncu baskısını yaptı. Kitabın okuyucuları arasında bu acıyı yaşamış pek çok mağdurun da olduğunu Sanay’ın röportajlarından biliyoruz. Kitapta beni en çok etkileyen hikâye, kendisi din adamı olan dedenin, torununa yaptığı istismar ve annenin babasına karşı verdiği hukuk mücadelesi olmuştu. Yani mesele toplumda dev bir buzdağı gibi duruyor.

Hâl böyleyken, din adamlarından, mesela Diyanet İşleri Başkanı’ndan bu konuda pek bir şey duymuyoruz. O da, televizyonlarda vaaz verip duran bir çok din adamı da cinsellik meselelerini konu etmeyi seviyor, zinadan, eşcinsellikten, kadınların giyim kuşamından sıkça söz ediyorlar. Ama kadın cinayetlerine, enseste dair konuştuklarına, bunları kötülediklerine, Kuran’dan ve hadislerden bunlarla ilgili örnekler verdiklerine pek şahit olmuyoruz. Mesela, bir cuma hutbesinde çıkıp ensesti yasaklayan Nisa Suresi’nin 23. ayetinden söz edebilir Sayın Ali Erbaş. Karısının boğazına makas sapladığı için yatmakta olduğu hapisten Bahçeli Affı’yla çıkan adamın, kızını döverek öldürmesi karşısında topluma kanaat önderliği edecek laflar da edebilir. Ama anladığım bu konuları dert etmiyor Sayın Diyanet İşleri Başkanı.

1599 yılında kendisine sürekli tecavüz eden, zulmeden babasından, ancak onu öldürerek kurtulmuştu Beatrice Cenci. Bir kere ölmek her gün ölmekten daha iyiydi. Aradan 420 yıl geçti. Farklı toplumlarda, farklı kültürlerde sürüp gidiyor ensest. "Bütün ülkeler dahil, Türkiye hariç değil."

Beatrice Cenci'nin öldürülmeden hemen önceki portresi (Ressam Guido Reni)