Talat Kırış

21 Şubat 2020

Elinizi vicdanınıza koyun

Dünya tarihini okuyunuz lütfen. Adaletsizliğin halkın üzerinde celladın kılıcı gibi sallandığı hiç bir yönetim belli bir süreden uzun yaşayamamıştır

Bugün bir beyin cerrahı arkadaşım e-mail ortamında aşağıdaki hikayeyi paylaşmış:

"Çok eski yıllarda krallıkla idare edilen bir ülke varmış. Ama bu ülkede, hukuk ve hâkimler de varmış.Törelere göre, bir vatandaş öldüğünde, şehir merkezindeki dev çan bir defa çalınırmış.

Uzun uzun da yankılanırmış. Asillerden birisi ölürse çan iki defa, kral ailesinden biri ölürse üç defa çalınırmış. Ya kral? O öldüğünde, çan dört defa çalınırmış.

Gel zaman git zaman... Şehirde bir olay olmuş. İş mahkemeye düşmüş. Sanık diye hâkim huzuruna çıkarılan kişinin masumiyetine herkes inanıyor, davaya formalite diye bakılıyormuş. Halk, beraat beklerken, sanık para cezasına mahkûm olmuş. Mahkeme bitmiş. Dinleyiciler dağılmış. Kafalarında bir kaygıyla!

Kısa bir süre sonra dev çanın sesi duyulmuş...

Acaba kim öldü?

Çan bir daha çalmış. Acaba hangi kont öldü?

Şehir, çan sesi ile bir daha inlemiş...

Hmm... Kral ailesinden biri gitti.

Acaba kim?

Çan bir defa daha çalmış.

Herkeste bir feryat: "Eyvah! Kralımız öldü!"

Ancak, tarihte görülüp işitilmemiş bir şekilde çan beşinci defa da çalmış, yeri göğü inleterek.

Sesler kesilmiş şehirde, nutuklar tutulmuş.

İnsanlar 'Beşinci çan sesi'nin ne anlama geldiğini öğrenmek için çana koşmuşlar deliler gibi. Bir de bakmışlar ki çanı, haksız yere mahkûm edilen adam çalıyor.

Sormuşlar. '- Ne demek beş defa çan çalmak?

Kraldan daha büyük, kim öldü?'

'Adalet' demiş adam. 'Adalet öldü!'"

Türkiye Cumhuriyeti’nin çok saygıdeğer savcıları ve çok saygıdeğer hakimleri. Millet adına yargılama yapan değerli hukukçular. Ben bir akademisyen, bir tıp profesörüyüm. Hukukçu değilim, ama vicdanımda adalet duygusu taşımam için hukukçu olmam gerekmiyor. Nitekim en üst mahkeme olan Anayasa Mahkememizde de hukukçu olmayan pek çok üye var. Değerli savcı ve hakimler, bir toplumu bir arada tutan, birlikte yaşamamızı sağlayan en önemli unsur adalettir. Adalete olan güvenimizdir. Gücü elinde tutanlar her zaman adaletin kendi istekleri doğrultusunda karar vermesini isterler. Dünya tarihine bakın, bu böyle olagelmiştir. İnsanlığın hak hukuk mücadelesi de bu merkezde şekillenmiştir zaten. Gücü elinde tutanlara karşı, elinde güç olmayan vatandaşların yüzyıllar boyunca verdiği hak mücadelesi dünyayı yaşanabilir bir yer haline getirmiştir. Zorbalığın törpülendiği, insanların ırk, din, cins, toplumsal sınıf nedeniyle ayrıma tabi tutulmadığı, eşit yurttaşlar olarak toplum içinde yaşadığı bir dünya, gezegenin küçük bir kısmında da olsa sağlanabilmiştir.

Güzel Türkiyemizde hukuk ben yaşadığım zaman diliminde hep sorunlu oldu. Vicdanımızı sızlatan , üstelik de geri dönüşü olmayan idam gibi kararlar alındı. Bu kararların hepsi sonradan kamu vicdanında mahkûm oldular. Yakın dönemde yaşadığımız FETÖ yargıç ve savcılarının adalet sistemimizde yarattığı tahribat korkunç oldu. Devlet diye bildiğimiz, devletin unsurları olan emniyet görevlileri, bürokratlar ve adalet dağıtması gerekenler kendi vatandaşlarına kumpas kurup, sahte delil yaratıp, onları mahkûm ettiler. Tüm bu süreç içinde, bu durumu gören, bu durumu eleştiren, hatta bas bas bağıran insanlara devlet, iktidar kulaklarını tıkadı. Hatta bu konuda kitap yazıp, toplumu uyarmaya çalışanları, daha kitap piyasaya çıkmadan içeri tıktılar. Yıllarca bizim gibilerin yaptıkları uyarıları dinlemeyen, hatta FETÖ'cü hakim ve savcılara sahip çıkan iktidar mensupları, FETÖ'cüler kendileriyle iktidar mücadelesine girdiği andan itibaren biz hata etmişiz, anlamamışız dediler. Bu üç sözcüklük "Biz hata etmişiz" cümlesi, insanların yıllarını hapiste geçirmelerine neden oldu.

FETÖ'cülerden kurtulduk diye sevinirken, FETÖ'cülerin usullerinin yargı sistemimizde, başka şekle girerek sürdüğünü görüyoruz. Hukuk bugüne kadar olmadığı biçimde, vatandaşını korkutmak, tehdit etmek için kullanılır oldu. Osman Kavala, Selahattin Demirtaş, Eren Erdem davaları secilmiş insanlar üzerinden topluma mesaj niteliği taşıyor. Osman Kavala üzerinden aydın, muhalif, sol eğilimli kitlelere, Selahattin Demirtaş üzerinden Kürtlere, Eren Erdem üzerinden inançlı muhaliflere sopa gösteriliyor. Ne Anayasa Mahkemesi ne Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ne de vicdanına göre karar veren hakimler sizi koruyabilir deniyor. Hukuk katlediliyor, hukuk işkence görüyor, hukuk can çekişiyor ve ADALET ÖLÜYOR.

Türkiye Cumhuriyeti’nin çok saygıdeğer savcıları ve çok saygıdeğer hakimleri. Sizler benden daha iyi bilirsiniz. Kamu vicdanı diye bir şey vardır. Adalet adına en yüksek mahkeme de odur aslında. İstinafa, temyize ihtiyaç duymaz. Adaletin olmadığı yerde bazen korksa, tırssa, sesini çıkarmasa da her zaman vardır. Asla zaman aşımına uğramaz. Gün gelir haksızlık, hukuksuzluk yapanları, adaleti katledenleri mahkum eder.

Güzel Türkçemizde çok güzel bir deyim vardır:

"ELİNİ VİCDANINA KOY."

Bizim, bu ülkenin halkı olarak sizlerden beklediğimiz budur. Elinizi vicdanınıza koymanız. Genel yazsam da elbette çoğunuzu tenzih ederim. Ama adalet birleşik kaplar gibidir, bir tek yerden delindiği zaman bile topyekün yok olmaya mahkûmdur. Bugünse adaletin üzerinde oturduğu zemin maalesef delik deşik.  Sizlerden basit bir vatandaş olarak ricam güç sahiplerinden korkmayınız ya da korksanız da elinizi vicdanınıza koyunuz ve öyle karar veriniz. Ben de bu yazıyı yazarken korkuyorum, çünkü o hale geldi ülke. Haksızlığa, hukuksuzluğa muhalefet ediyorsanız, "büyük birader" sizi izliyor ve her an sizin hayatınıza çökebilir. İşinizi, gücünüzü yaparken, belli bir yaşta, belli bir düzende yaşarken, sizi asla inandırıcı olmayan delillerle tutuklayabilirler. Hatta ömür boyu karşısında olduğunuz, mücadele ettiğiniz yapılarla iltisaklı olduğunuzu bile iddia edebilirler.

Dünya tarihini okuyunuz lütfen. Adaletsizliğin halkın üzerinde celladın kılıcı gibi sallandığı hiç bir yönetim belli bir süreden uzun yaşayamamıştır. Bu yönetimlerin ortak özelliği giderek sertleşmeleridir. Çünkü zulüm dayanılmaz olur, isyan edenler çoğalır, sopa önce tehdit gibi havada dururken, sürekli inip kalkmaya başlar. Adaletsizliğin sürüp gittiği, beraat veren, tahliye veren hakimlere ertesi gün soruşturma açıldığı, beraatla sonuçlanan dava muktedirin hoşuna gitmediğinde,  "bir manevrayla beraat ettirmeye kalktılar" dediğinde, suçsuz yere iki sene yatmış insan tekrar zindana atıldığında, içinde yaşadığımız dünya, ülkemiz bir distopyaya dönmüş demektir.

Yapmayın, hukukun tehdit olarak kullanılmasına izin vermeyin, bu ülkenin insanlarını bir arada tutan adalet duygusunu yok etmeyin, bir distopyada yaşatmayın bizleri…