Ağustos ayının dolunay öyküsü bir nazire. Nazire bir şairin şiirine başka bir şair tarafından aynı şekil, vezin, kafiye ve redifle yazılan şiir olarak geçiyor Divan Edebiyatı'nda, bir nazım türü. Ben de bu ay biraz haddimi aşarak Eagles'ın kült şarkısı Hotel California'ya bir nazire yazdım. Benimki şiir değil, düz yazı elbette. Şarkının bende uyandırdığı duyguyu yazdım. Şarkıda geçen kimi dizeleri, sözcükleri aynı şekilde kullandım, kimini biraz eğip büktüm. 'Hotel California' ya da 'Büyülü Sözcükler Hanı', bana göre içine doğduğumuz dünyadır.
Büyülü Sözcükler Hanı
Gecenin karanlığı mütemadiyen çakan şimşeklerle bölünüyordu. Kadim sahil kentinin denize inen yokuşlarında yolumu kaybetmiştim. Kaybettiğim yolum değil hayatımın pusulasıydı, ama bunu itiraf edemiyordum kendime. Yapacak bir şey yoktu. Ok yaydan fırlamıştı bir kere. Uzakta, kıyıya yakın alargada duran yelkenlilerin direkleri görülüyordu, ama bir türlü denize ulaşamıyordum. Yolum ya bir çıkmaz sokakla sonlanıyor, ya aşağıya inerken, yeniden yokuşu tırmanırken buluyordum kendimi. Bir labirentin içinde kaybolmuştum. Eski büyük evler üzerime üzerime geliyor gibiydi. Sanki hayaletlerin ikamet ettiği bir yerdi burası. Akşamüstü feribottan indiğimde de pek kimseye rastlamamıştım. Airbnb ile tuttuğum evin anahtarı şifreli bir kutucuğun içindeydi. Telefona gelen şifreyle kutuyu açmış eve girmiştim. Hiç de internette gösterilen eve benzemiyordu. Ev sahibine ulaşamamıştım bir türlü. İnternette aydınlık, ferah, deniz gören şirin bir daire gözüküyordu. Burasıysa kasvetli, mobilyaların üzerine çarşafların örtüldüğü sanki dün gece cenaze çıkmış bir evdi.
Salonun ortasındaki kanepeye uzandım ayakkabılarımı bile çıkartmadan, uyumuşum. Gök gürültüsüyle uyandım. Gökyüzünde bir şavaş başlamıştı adeta. Gri, siyah bulutlar ay ışığını binlerce şekilde saklayıp, ayın ışığıyla an be an yeniden resmolunarak akıyorladı rüzgârın peşi sıra. Birbiri ardına patlayan şimşekler yukardaki savaşın yeryüzüne yansımasıydı muhakkak. Denizci ceketimi giyip dışarı çıktım. Adamakıllı açıkmıştım. Sahilde açık bir yer bulunurdu elbette bu liman kentinde. Ama işte kaybolmuştum, sahile ulaşamıyordum.
Sola doğru kıvrılan bir yokuş gördüm. İlerde karanlık bir tünelde son buluyordu. Serin bir yel yüzümü yaladı. Havada ağır bir çiçek kokusu vardı. Birden sağanak başladı. Tünelin sonunda sahil görünüyordu, sahilde de titrek bir ışık. Attım kendimi tünele. Tünelden çıktıktan sonraki yolu iyi hesaplayamamışım. Sandığımdan uzakmış, epeyce yürüdüm. Başım ağırlaştı, gözlerim karardı. Bir çan sesi çalındı kulağıma. Tabelada "Büyülü Sözcükler Hanı" yazıyordu. Burası cennet de olabilir, cehennem de diye düşündüm. Kapının önünde ince, soluk yüzlü bir kadın duruyordu. Elinde bir şamdan beni bekliyordu. İçeri buyur etti.
Fotoğraf: Tony Goulding
Koridorun sonundan sesler geliyordu. Büyülü Sözcükler Hanı'na hoşgeldin diyorlardı sanki. Ne güzel bir yer diye düşündüm ve ne güzel yüzlü bir kadın, peşi sıra gittiğim. İçerde büyük bir salon vardı. Tahta masalarda yemek yiyenler ve ortadaki pistte dans eden yitik ruhlar. Kimi unutmak için, kimi hatırlamak için dans ediyordu. Oturdum, balık çorbasıyla rom söyledim. 1969 dan beri adaya rom gelmiyor dedi garson. Çorba için de büyülü bir sözcük söylemem gerekiyormuş. Hiç tereddüt etmeden "anne" dedim. Birazdan dumanı tüten çorba masamdaydı.
Birazdan bir grup yolcu etrafıma oturdu. Bir büyülü sözcük daha söyle dediler. "Kartal" dedim. Burası nesli tükenmek üzere olan ak kaşkollu kartalların adasıydı, boyunlarındaki ak hale nedeniyle bu adı vermişlerdi besbelli. Tavan aynalarla kaplıydı. Soluk ışıklar, yanıp sönen renkli spotlar bir hayalet mekanı görüntüsü veriyordu. Tuvalete gitmek için kalktım. Güzel yüzlü şamdanlı kadın yoluma çıktı yine. Kaderimde onu takip etmek vardı, sonsuza kadar da olsa izleyecektim. Bir koridordan geçtik. Duvarda bir oyukta doldurulmuş bir kartal kanatlarını açmış bize bakıyordu. Dibindeki masadan iki kadeh aldı, buz gibi bir pembe şampanya doldurup uzattı, metalik bir sesle "Bizler burada gönüllü mahkumlarız" dedi, "Büyülü Sözcükler Hapisanesine hoşgeldin". Ben de ona gülümsedim, edebi bir benzetme yaptığını düşündüm.
Yandaki odada şamdanın kıvıltılı ışığında gölgeler oynaşıyordu sanki. Bir grup toplanmış bir ayin yapıyorlardı. Birden her biri bir bıçak çekti kemerinden, ileri atılıp havayı bıçaklamaya başladılar. "Şeytanı öldürmeye çalışıyorlar" dedi güzel yüzlü "ama öldüremiyorlar bir türlü. Şeytan dışımızda değil içimizde çünkü ". Bana doğru döndüğünde, bir an güzel soluk yüzü, şeytanın yüzüne dönüştü. Gözleri ateş topu gibiydi ve sivri bir sakalı vardı. Gülümsedi bana. Ne güzel bir yüz, ne korkunç bir yüz diye düşünürken kendimden geçtim adeta.
Hatırladığım son şey kapıya doğru koştuğumdu. Labirent gibi koridorlarda yolumu bulmaya çalıştım. İçeri girdiğim kapıya ulaşmaya çalışıyordum. Çorba içtiğim salondan geçtim, dış kapıya iki adım kalmıştı, adımlarımı hızlandırdım. Bana çorba getiren garson peşimden geldi. Kaçıyorum sandı galiba. "Ben" dedim "hesabı alabilir miyim, acelem var gitmem gerekiyor da." "Sakin ol" dedi garson, "İstediğin zaman hesabını alabilirsin, sorun yok. Ama Büyülü Sözcükler Hanı'nın yalnızca girişi vardır, çıkışı yoktur. Buradan hiçbir zaman ayrılamazsın, asla".