Talat Kırış

07 Ağustos 2021

Büyük beyaz köpek balığı

Bir gece sabaha karşı büyük beyaz, kuyruğunu yüzgeçlerinin arasına kıstırıp çekip gitti. O gittikten sonra daha iyi anlaşıldı dünyanın bu en güzel su altı köşesine verdiği zarar.

Su altında geniş mercan kayalıkları arasına yayılmış, pırıl pırıl kumların arasında, yer yer deniz çayırlarının dalgalandığı, dipte pinaların, istiridyelerin istirahat ettiği, ahtapotların, ıstakozların dolandığı harika bir köşesiydi denizler dünyasının. Derinlerde yaşam, bir mücadeleyle geçiyordu. Büyük balık, küçük balığı kovalıyor, ıstakozlar midye ve yengeç peşinde, ahtapotlar karides ve küçük balıkların ardında. Doğa, dünyanın bu parçasına çok cömert davranmış. Orada yaşayan tüm canlılara müthiş bir yaşam alanı sunmuş. Belirli bir denge ve ahenk içinde yaşamlarını sürdürüyorlardı.

 Hayat böyle akarken, bölgenin etrafında büyük beyaz bir köpek balığı belirdi. Bildiğimiz büyük beyazlardan değil. O da tabii karnını doyuruyor acıktıkça ama işte o kadar. Su altı dünyasında ormanların kralı aslan gibi bir mevhum yok. Büyük beyaz bölgede salınarak yüzüyor, etrafa mavi boncuk dağıtıyor, bölgenin gelişmesinden, zenginleşmesinden söz ediyor, tüm canlılara refah vadediyordu. O bölgenin yönetimine talip oldu. Su altı dünyasında alışık olunmadık bir durumdu ama öyle güzel konuşuyordu ki, adalet diyor, kalkınma diyor, tüm canlılara olan sevgisinden ve muhabbetinden söz ediyordu.

Bir kısım çelebi orfoz, deli fişek lüfer, güngörmüş palamut bölgeyi dolaşıp milleti uyarmaya çalıştılar. Şunun dişlerine baksanıza dediler, huylu huyundan vazgeçmez dediler, bu hepimizi yer, tüm bölgeyi talan eder dediler, ama kimseye dinletemediler. O aralar kılıç balıkları bölgeyi kontrol ediyor, yerli yersiz kılıçlarını uzatıp dalıyorlar bölgeye, astığım astık kestiğim kestik. Kimi okumuş yazmış ağır abi, ağır abla torik, orkinos, bilgiç deniz kaplumbağası destekleyelim büyük beyazı diye seslendiler etrafa, yıllardır çekiyoruz şu kılıç balıklarının afrasından, tafrasından, höt zötünden zulmünden, bir kurtulalım da hele.

Büyük beyaz yavaş yavaş tüm bölgeye hâkim oldu. Baştan beri ona kuşkuyla yaklaşanları bir bir yutmaya başladı. En alttaki istavritler, tekirler, hamsiler yukarıda kopan fırtınayı anlamaya çalışırken, kokmuş tavuk etinden yapılmış yemler yağmaya başladı deniz yüzeyinden aşağı doğru. Zar zor açlıklarını bastıran balık sürüleri yemlerle mutlu oldu. Karınları doyuyordu, fazlasına gerek yoktu. Ama fazlası da geldi. Yıllardır kendi bölgelerinde memnun mesut yaşayan, su altı dünyasının bu bölgesinden dışarı çıkmayı aklına bile getirmeyen, balıklara, kabuklulara yeni dünyalar vadetti büyük beyaz. Bölgeye başka yerlerden bilmedikleri, tanımadıkları yırtıcılar gelmeye başladı. Denizde yaşamaz sanılan piranhalar doldurdu etrafı. Önce komşu bölgeye daldılar. Önlerine geleni saniyede paramparça ediyorlardı. Bizim bölgenin balıklarından da epeyce götürdüler o hızla. Sonra başka uzak bölgelere de sataşmaya başladı büyük beyazın komutasındaki piranha ordusu.

 O arada şaşırtıcı şeyler de olmaya başladı. Ta en başından beri su altı milletini büyük beyaza karşı uyarmayı kendine görev edinmiş, insanların sevdiği bir yunus balığı büyük beyazın adamı oluverdi. Sanki özü yunus değil de köpek balığıydı. Tüm söylediklerini unuttu. Varsa büyük beyaz, yoksa büyük beyaz. Onun gibi zehirli kuyruğunu sallayıp duran vatozla, ölümcül uzantıları olan deniz anası da o kadar laf ettikleri, neredeyse bir avuç havada boğacakları büyük beyazın yanına geçtiler. İnanılacak gibi değildi ama oluyordu işte. Bir başka gün, kendisine avlanacağı zengin bir bölge vadedilmiş akya balığı, öbür gün hırslı bir sinarit, büyük beyazın adamı oluverdi. Sabahtan akşama, bölgede yüzüp büyük beyazın ne kadar adaletli, ne kadar vizyoner, bölgeyi dünyanın en müthiş su altı havzasına çevirecek bir lider olduğunu söylüyorlardı.

Büyük beyaz, en güzel mercanlardan kendine bir saray yaptı. Yetmedi bir tane daha yaptı, bir de yazlık saray yaptı, bir de bölgenin dış kısımlarına yakın saray yaptı. Su altı dünyasının her yerinde resimleri asılıydı. Büyük beyazla ilgili olumsuz konuşanın vay halineydi. Acımasızdı, zalimdi. Büyük büyük kafesler yaptırdı, tıkıyordu oraya ağzını açanı. Bölgenin nesi var nesi yok sahibi olmuştu büyük beyaz. Su altını talan ediyordu, yine de doymak bilmiyordu. Hep daha fazlasını, hep daha fazlasını istiyordu. Bir korku imparatorluğu kurmuştu büyük beyaz ve sonsuza kadar kendine karşı çıkanları ezecek yok edecek, zenginliğini hep daha fazla arttıracaktı, emindi. Etrafındakiler de emindi.

Hikâyenin sonunu merak ediyorsunuz değil mi? Bütün büyük beyazların başına gelen onun da başına geldi tabii. Kendisinden korkmayan orfozlar, karagözler, mercanlar, yunuslar geri basmadı. Bıkmadan, tırsmadan anlattılar yaptıklarını, su altı dünyasına verdiği büyük zararı, denizlerin ahengini yok ettiğini, su altı milletini birbirine düşürdüğünü. Bölgede yaşayan canlılar yavaş yavaş bir rüyadan uyanır gibi kendine gelmeye başladı. Onlar uyandıkça büyük beyaz daha saldırgan, daha pervasız davranır oldu. Birileri “kılıç balıklarını mı çağırsak?” dedi ama su altı milletinin çoğunluğu, “ne kılıç balıkları, ne büyük beyaz köpek balığı, özgür, barışçı su altı dünyası” diye kendilerini ortaya attı. Gün geldi, en yakınındakiler büyük beyazı sattı. Bir an bile tereddüt etmediler. Onlar ruhlarını çoktan satmışlardı zaten. Bir fazla, bir eksik fark etmezdi. Büyük beyazın zayıfladığını görünce çark ediverdiler.

Bir gece sabaha karşı büyük beyaz, kuyruğunu yüzgeçlerinin arasına kıstırıp çekip gitti. O gittikten sonra daha iyi anlaşıldı dünyanın bu en güzel su altı köşesine verdiği zarar. Yıllardır birbirine düşürmeye çalıştığı tüm su altı milleti kucaklaştı. Bütün sarayları yıkıldı, kafeslere tıktığı balıklar serbest kaldı. Su altı milleti büyük bir şura topladı ve yeni bir su altı sözleşmesi yaptılar kendi aralarında. Bir daha asla böyle bir zorbanın tepelerinde yüzmesine izin vermemeye yemin ettiler.