"Benim nazariyem şudur ki, insanlar kainatın sahibi olmak üzere yaratıldıkları için eşya onlara uymak tabiatındadır. Mesela benim çocukluğumun geçtiği Abdülhamid devrinde cemiyetimiz neşesizdi. Başta padişahın asık yüzünden gelen ve halka halka etrafa yayılan bu neşesizlik eşyaya da sirayet etmişti. O zamanın vapur düdüklerinin acılığını, hüznünü, keskinliğini benim yaşımda olanların hepsi bilir."
Hayri İrdal
Yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğinin sonuna yaklaşırken, ülkemiz epeydir asık suratlı insanların toplumu oldu. Cumhurun başkanından başlayarak, cumhura yayılan bir neşesizlik hakim. Bir tane gülen yüz görmeye hasret kaldık. Pek sevilen, özenilen Abdülhamid devrine dönmek şiarı millimiz oldu. Memleketimizde güleryüz yalnızca mesajlarda emoji şeklinde kaldı. Öfke, bir hitabet sanatına, kindarlık, iktidarın Türk gençliğine dair en büyük hayaline dönüştü. Sert tartışmalar, küfür kafir münakaşalar, hatta kolayca bir insanı yaralama ya da öldürmeye evrilebilen kavgalar, günlük rutinin bir parçası haline geldi.
Birkaç sene önce otoyolda, köprü trafiğinde milim milim ilerlerken yandaki emniyet şeridinden vızır vızır geçen arabalara gıcık olduğumdan, tekerleklerimin yarısını emniyet şeridine oturtup öyle seyretmeye başladım. İri yarı bir cip, emniyet şeridinden geçemediği için sinirlendi. Selektör yapıyor, korna çalıyor, ben hiç istifimi bozmuyorum, bağırıp çağırıyor, el kol hareketleri yapıyor, ben yine kendisi yokmuş gibi davranıyorum. Trafik zaten kaplumbağa hızında akıyor. Sağımdan emniyet şeridinden geçemeyince yanıma geldi, silah gösterdi. Sonra da köprüden önceki son çıkışta durup beni beklemeye başladı. Kaçıp kurtuldum kendisinden tabii. Böyle saçma nedenlerle vurulan birkaç insan ameliyat etmemiş olsaydım, o gün orada arabadan inip tartışmaya kalkar, kurşunlara hedef olabilirdim.
Ülkede böyle tipler çok arttı. Hem haksız, hem ceberrut. Kural, kanun tanımaz, ama şirret mi şirret. Zeytinyağı gibi üste çıkar. Kolay yalan söyler. O yalanı başka yalanlarla örtmekte beis görmez. Mertlikten söz eder, namertliğin tarihini yazar. "Erkek adamdır", sözünün eridir, ama işin ucunda güç, şöhret, ikbal varsa, bugün sövüp saydığı birinin, yarın kulu kölesi, sadık bendesi olur. Herkesin bildiği, insanların gözü önünde yaşanan, mesela çıplak arama, mesela evinden alınıp kaybedilen insanlar, mesela üzeri çıplak sırtından vurulan çocuk, helikopterden atılan insanlar gibi olaylar dile getirildiğinde, yok o öyle değil, hiç bir zaman olmadı öyle olaylar, bozgunculuk yapmayın, ortalığı terörize etmeyin diye yavuz hırsız pozisyonuna girer. Zaten her zaman yavuz hırsız olmaya hazır ve de nazırdır.
Böyle tiplere en çok siyasetçiler arasında rastlanıyor. Kendini gazeteci olarak adlandıran, ya da bir yerlerden akademik unvan almış, bu vesileyle de televizyon tartışmacısı olmuş ya da kartvizitinde danışman, başdanışman yazan insanlar arasında da bir hayli yaygın bu özellikler. Kim olduğu, kafasında nasıl bir şapka taşıdığı fark etmiyor, stereotipik davranışlar gösteriyorlar. Baktığınızda hukuk, yasa, anayasa meselelerinde çok hassaslar. Yasaları savunmak için saatlerce konuşabilir, yüzlerce, binlerce tweet atabilirler. İşlerine gelen mahkeme kararlarında, bağımsız mahkemeler karar vermiş olur. Ancak herhangi bir mahkeme, ister ilk dereceli, ister Anayasa Mahkemesi gibi ülke hukukunun en üst hukuk mercii, ister Anayasamızla hükümlerine uymayı garanti altına aldığımız, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi gibi bir hukuk kurumu olsun, beyzadelerin-hanımşorların hoşuna gitmeyen bir karar verdi mi, hukuk, guguk, yasa, pandispanya haline gelir. Veryansın edilir, tanımam kardeşim denir, etrafından dolaşırız buyurulur, "kardeş yasaya, Anayasa'ya göre mahkemenin hükmüne uymak gerekir" diyen de anında vatan haini, bölücü ilan edilir.
Mafyacılar, rüşvet almış bakanlar, sahte diplomalı siyasetçiler memleketin yeni normalleri, pek makbulleridir. Her türlü makam, ballı kaymaklı, bol maaşlı hatta üç, beş maaşlı mevkiler, kırmızı halılarla önlerine serilir. Ekmekler askıya çıkmış, halk kuru ekmek yer hale düşmüşken, böyle tipler "kuru ekmek yiyorsa demek ki karınları tok " diye konuşabilir utanmadan ya da "kardeşim aldığım ek maaşları hayır hasenata harcıyorum bozgunculuk yapma, beni zeytinyağı gibi suyun üzerine çıkarma, bağımsız mahkemelerde hesap sordurma" moduna girebilir. Durumla ilgili yazan, çizen, haberi halka ileten olursa da , "oğlum rtük, şunları biraz ürküt" şeklinde bir mesaj, illaki çok yetkili ve çok bağımsız mercilerin kulağına fısıldanır.
En doğru söylemesi, en şeffaf olması gereken kurumlar yanar döner, menevişlenen, yakamozlanan bir turkuaz renge bürünür. Hastalar vakaya, vakalar tebeşir yutmuş ilkokul çocuğu pozisyonuna, ateş, öksürük, kırgınlık, eklem ağrısı, halsizlik, ishal falan, bir oksimoron olarak asemptomatik belirtiye dönüşür.
Faizler tahteravalli gibidir, bir iner, bir çıkar. Tahteravallinin öbür ucunda da merkez bankası başkanları oturur. Yazık, emir kuludurlar, her denileni yaparlar. Sonra, ne tesadüf, kasa boşalır, enflasyon da, kur da fırlar. Emri veren, "koçum yanlış yaptın, ben sana benim dediklerimi aynen uygula demedim mi" der, "efendim valla aynen yaptım" dese de makbul iken, mazul olur.
Ve bir puslu Ankara akşamında üç beş danışman, iki üç eski bakan, bir pelikan kanayan yaraya parmak basar. Şöyle bir konuşma geçer aralarında: "Yeni başkan lazım" diye söze girer biri. "Evet, evet yıllardır söylediklerimizin, uygulamalarımızın tam tersini yapacak biri". "Millet ne der peki?" "Hüner orada zaten, bizim dediklerimizi yapar gibi görünüp tam tersini yapacak". "Eski bakan var, beceriklidir ama, Merkez Bankası geçmişi yok, olur mu acaba?". "Oğlum sahte diplomalı güreşçiyi en büyük bankalardan birinin yönetim kuruluna koyduk, o oldu da, bu mu olmayacak?" "Peki damat bey ne olacak?. "Kaybolacak." "Nasıl yani?" "Disappear gibi." "Kimse merak etmez mi ya, memleketin en güçlü adamlarından biri." "Etmez etmez, anında unutulur." "Pelikanlar ne olacak, ne derler?" "Mavi gözlü karabatak olacaklar." "Mavi gözlü karabatak da ne?" "Antarktika da yaşayan bir kuş çeşidi." "Vay arkadaş sizden korkulur." "Eee ne demişler, kork Allah'tan korkmayandan demişler." Köşedeki pelikan, ben bir tweet atayım diye yavaşça kaybolur.
Yeni atanan Merkez Bankası başkanı her ne kadar, yukarıdan yansıyan ışıkta, biraz asık suratlı gözükse de, belli ki letafet sahibi, ilminde de mütehassıs bir şahsiyet. Ayağının tozuyla enflasyon meselesine el attı: "Başka ülkeler enflasyonu yüzde 1-2 de tutuyor da Türkiye neden tutamasın, ne eksiğimiz var" buyurdu. Ah Naci Bey ah, belli ki tecahülü arif sanatını pek seviyor, bilip de bilmemezlikten geliyor. Tam da günümüz Türkiyesi Merkez Bankası başkanında aranması gereken en mühim özellik. Ne eksiğimiz olacak, hiçbir eksiğimiz yok maşallah. Sorun fazlalıklarda, çok odalarda boş oturanlarda, maskeli beşlerde falan. Onlardan bir kurtulsak, bak enflasyonun, resesyonun esamesi okunuyor mu ülkede? Yüzler de gülmeye başlar, tadından yenmez vallahi...