Talat Kırış

06 Ekim 2020

Alice Kahkahalar Diyarında

Sitcom seven bakanlarımızdan biri de Sayın Milli Eğitim Bakanımız. Meseleleri açıklarken karamsar, çatık kaşlı bir yaklaşımda bulunmaktansa olayı eğlenceli hâle getirmeyi seviyor

Güzel ülkem, muzip siyasetçilerimiz sayesinde bir sitcom stüdyosuna benzedi. Sitcom sözcüğü, İngilizce "situation comedy" yani durum komedisi sözcüklerinden türetilmiş. Genellikle az sayıda karakterin içine düştüğü komik durumlar, yaptıkları absürt esprilerle ilerleyen bir format. Bu tür dizilerin olmazsa olmazı da böyle bir esprinin ardından gelen gülme efekti.

Son günlerde hükümetimizin kıymetli bakanları, birbiri ardı sıra sitcom esprileri patlatıyorlar. Biz de peşine takılıp tam kahkahayı koyverecekken, galiba espri yapmıyor, ciddi ciddi açıklama yapıyor diye iki arada bir derede kalıyoruz ve gülme modundan, ağlama moduna geçiyoruz. Yani güleriz ağlanacak halimize ya da ağlarız gülünecek vaziyetimize, ya da ikisi birden, karışık durumlar, hâl-i pürmelalimize yakışan durumlar.

Genç, dinamik ve cevval bakanlarımızdan biri, Hazine ve Maliye Bakanı Sayın Berat Albayrak. Sanırım sitcom dizilerini seviyor. Geçenlerde bir televizyon programında gazeteci soruyor kendisine "Dolar kuru yükselince, eyvah diyorum, telaşlanıyorum, her şey pahalılanacak, ülkemizin ekonomisi kötüye gidecek, endişelenmeli miyiz?" Bu soruyu, nedense 32 dişini gösterecek bir tebessümle dinleyen Sayın Bakan cevabı yapıştırıyor "Dolarla mı maaş alıyorsunuz?" Arkadan gelecek ‘"uuaaaa, kahkahkah, kihkihkoh" şeklindeki gülme efektini beklerken, Sayın Bakan'ın ciddi olduğunu anlıyoruz. Ya, adam dolarla maaş alsa niye endişelensin, diyemiyoruz tabii. Bakan Bey’in işi kur, enflasyon, faiz meseleleri. Üstelik hem işte, hem de evde, bu işin teorisine hakim kayınpederi ile birlikte. Hatta kayınpeder klasik iktisat teorilerinin yanlış olduğunu iddia edip kendi savunduğu teoriyi kanıtlamaya çalışıyor. Ülke adeta bir iktisat laboratuarı. Teori ve pratik, bir zamanlar Türk solunu çok meşgul eden bir meseleydi, nereden nereye? Bakan Bey, kendisine bu konularla ilgili soru yöneltildiğinde "Kur beni ilgilendirmiyor" diye basıyor cevabı, hadi arkasından "uuaaaa, kahkahkah, kihkihkoh" diye koyun bakalım gülme efektini koyabilirseniz.

Sağlık Bakanımız deseniz, nazar değmesin, pandemi sürecinin başından beri elinden geldiğince salgını yönetmeye çalışıyor. Elinden geldiğince diyorum, neticede kendisi bir üst merciye bağlı. Bilim Kurulu falan iyi de, üst merci, Bilim Kurulu'nun da üstünde olduğundan, dikkatli yönetmek zorunda süreci, hani excel'de turkuaz tablolar falan yapılırken, rakamlar yerleştirilirken bir kulağı hep yukarda. Son dönemde bildirilen hasta sayılarının gerçeği yansıtmadığı, çok daha fazla hasta olduğu yönünde eleştiriler artmıştı. Hatta bu konuyu en iyi takip eden Türk Tabipleri Birliği’nin bu yöndeki açıklamalarına, 1970 lerden kalma retro bir azarlama gelmişti, "sizi gidi marksistler" şeklinde. Neyse olay vuzuha kavuştu. Kavuştu da yine sitcom tadında oldu. Bakan Bey, biz hastaları açıklıyoruz, vakaları değil, demez mi? Hadi ardından yine gülme efekti, "uuaaaa, kahkahkah, kihkihkoh".

Tıbbiyeden mezun olan her hekim gibi, Sayın Bakan da çok iyi bilir ki vaka ile hasta aynıdır. Bizler vaka tartışmaları yaparız, vaka takdimleri yaparız, hatta kongrelerde en kıdemli hocalar "bir vaka münasebetiyle" diye başlar konuşmalarına bazen. Elbette buradaki vakaların hepsi, Hayali Küçük Ali’nin oynattığı kuklalar değil, kanlı canlı hastalardır. Sayın Bakan'a da fazla yüklenmeyelim ama yukarılardan esti mi rüzgar, hastalar vakaya, vakalar, olguya, olgular sayılara, sayılar, kimselere, kimseler, kimsesizlerin kimine dönebilir. Yani istatistik biliminde her şey mümkündür, hele de ulusal çıkarlar söz konusuysa. İyi de ulusal çıkarın, hasta sayısının gizlenmesinde olduğuna kim karar veriyor derseniz, Ankara’da bulunan kadim "Aksiklopedika Devlet Herşeyibilirika"nın ilgili maddesinde yazılıdır illaki, marksist marksist laflar etmeyin.

Sitcom seven bakanlarımızdan biri de Sayın Milli Eğitim Bakanımız. Meseleleri açıklarken karamsar, çatık kaşlı bir yaklaşımda bulunmaktansa olayı eğlenceli hâle getirmeyi seviyor. Öğrenci ve öğretmenlerin uzaktan eğitim için yönlendirildiği Eğitim Bilişim Ağı (EBA) sistemi çöküp de, kimse sisteme giremeyince, gelen sorular üzerine Sayın Bakan patlatıyor cevabı, "Bu aslında olumlu bir haber". Hadi arkasından gülme efekti "uuaaaa, kahkahkah, kihkihkoh". EBA sistemi de senaryoya katılıyor "yoğunluk yüzünden sorun yaşamış olabilirsin, en kısa sürede görüşmek üzere" bir daha "uuaaaa, kahkahkah, kihkihkoh". Çocuk da annesine sesleniyor, "Annneee sistem çöktü, ders yapamıyoruz, ben top oynamaya gidiyorum"  nihai "uuaaaa, kahkahkah, kihkihkoh".

Böyle bir yazıda Sayın İçişleri Bakanımızı es geçersem olmaz. Siz şimdi kendisini eleştireceğimi zannediyorsunuz ama çok yanılıyorsunuz. Aslında yüzeysel bir bakışla değerlendirdiğinizde geçen gün Anayasa Mahkemesi Başkanı'na hitaben söylediği "Polis koruması almana gerek yok, sıkıysa işe bisikletle git gel bakalım" gibi bir cümlenin arkasına, gülme efekti ekleyebilirsiniz. Oysa ki, bu cümleye, derin bir okuma yaparsanız hele de benim gibi işe bisikletle gidip gelen biriyseniz, Sayın Soylu’nun cümlesinin arkasına gülme efekti değil, alkış efekti konması gerektiğini anlarsınız.

Ben yaklaşık 1.5 yıldır işe bisikletle gidip geliyorum. Epi topu 4.5 kilometrelik bir yol. Yolun kısalığı sizi yanıltmasın. Her sabah sevgili köpeğim Dagu ile helalleşip öyle çıkıyorum evden. Zira memleketimizde bisikletle işe gidip gelmek, Sayın İçişleri Bakanı’nın yerinde tespitleriyle çok riskli. Tabii benim polis koruması almak gibi bir lüksüm yok. Hatta yolum üzerinde toma, akrep, polis barikatı, otomatik tüfekli polisler olmasa, biraz daha rahat edeceğim, insan tedirgin oluyor ister istemez. Sabah erkenden çıkıyorum, o saatte İstiklal Caddesi trafiğe açık. Aniden karşıma çıkan bir çöp kamyonundan ustaca sıyrıldıktan sonra, hamburger ekmeği indiren kamyonetin şoförünün tam da ben yanından geçerken kapısını açacağını kestirebiliyorum ve ya ani bir fren ya da öbür yana doğru bir slalom yapıp kurtuluyorum. Sonrasında necip milletimizin, her ferdinin yolda cep telefonuna bakarak yürümesi meselesi karşısında onların bana, benim onlara çarpmamam için ayrı bir gayret, ayrı bir maharet göstermem gerekiyor. Ana caddeye çıktığımda ise her gün bakanımızı yad ediyorum. Arabalar, otobüsler, motokuryeler üstüme üstüme sürüyorlar. Yani Bakan Bey kesinlikle haklı, işe bisikletle gidip gelmek çok tehlikeli. Bence bu lafı Anayasa Mahkemesi Başkanı'na laf çakmak için değil, bir ülke gerçeğine parmak basmak için söyledi. Onun için lafının arkasına kimse gülme efekti falan yerleştirmeye kalkmasın. Ayrıca Sayın Bakan yapı olarak biraz asabi, kolay celalleniyor, delikanlı bir yanı da olduğundan başınıza ne gelir bilmem. 

Kahkahayla kalın efendim.