Talat Kırış

22 Ağustos 2022

Ağaç devrem

Benim ağaç devrem hiç kıpırdamadı yerinden. Belki güçlü bir rüzgâr taaa ötelerden getirmişti o küçük tohumu, belki denize yakın bir yerden, belki tepeleri uğuldayan bir bayırın yamacından. Belki bir dede ve torunu bir pazar sabahı yola çıkıp tam da o noktaya diktiler gencecik fidanı

Az önce geldim bu memlekete. Trene bindim, şehir merkezine gidiyorum. Görüntüler büyük bir hızla akıyor. İlerde, dönemecin hemen sonrasındaki büyük ağaca takılıyor gözüm. Kalın bir gövdesi var. Ulu bir ağaç. Yaprakları koyu yeşil, o çevrenin bilgesi gibi. Etrafındaki ağaçlara dokunuyor dalları, kollarını uzatmış her yana. Beş saniye sonra falan geçeceğiz yanından. Botanik bilimci değilim ama hemen hemen yaşıt olmalıyız ağaçla. Bu gezegende aynı yıllarda yaşamışız, beş yıl az, on yıl fazla. 

Şimdi geçtik yanından. Tren olanca hızıyla akıyordu ama biz göz göze geldik yine de. Taa o ilk andan beri burada. 360 derece baksa da dünyaya, gördüğü hep aynı dünya. Bense İstanbul’un eski şehrinde doğdum. Süleyman’ın Camisi’nin dibinde. Kendi memleketimde görmediğim yer kalmadı neredeyse. Dünyayı da dolaştım epeyce. En uzak coğrafyalarına gittim bu gezegenin. Çölü de gördüm, buzulları da, cangılları da. 

Oysa benim ağaç devrem hiç kıpırdamadı yerinden. Belki güçlü bir rüzgâr taaa ötelerden getirmişti o küçük tohumu, belki denize yakın bir yerden, belki tepeleri uğuldayan bir bayırın yamacından. Belki bir dede ve torunu bir pazar sabahı yola çıkıp tam da o noktaya diktiler gencecik fidanı. Kim bilir, belki bir kederi, yiten bir sevgiyi sonsuza dek yaşatmak için, ya da dünyaya yeni gelen bir bebeğin sevincini toprakla paylaşmak için. Belki ilk can suyu gözyaşlarıyla ıslanan topraktan yürüdü köklerine. 

Ben çocuk hastalıkları, okullar, hayat gailesi içinde büyürken, onun incecik gövdesi kim bilir hangi rüzgârlara, hangi zararlılara dayandı. Yağmurları kana kana içti. Ben kadim dünyamızda, dünyanın o güne kadar görmediği değişimleri yaşadım. En çocukluk halimde gaz lambasını da, sobayı da gördüm. Radyo dinlerdik ailece. Radyo tiyatrosuna bayılırdım mesela. Sonra televizyon girdi hayatımıza, önce siyah beyazı, sonra renklisi. 

Ağaç devremin önünden tren yolu ne zaman geçti bilmiyorum, belki ilk andan beri vardı. O büyürken savaş bitmişti, bombalar inmedi tepesine. Şehir merkezinin epey uzağında bir yerde başlamıştı filizlenmeye. Yakınındaki havaalanına tek tük uçak inerdi. Sonra havaalanı büyüdü. Uçaklar da büyüdü, daha çok ses çıkarır oldu. Tepesinde bitmeyen bir gürültü. Kimse sormadı rahatsız olur mu diye. Havaalanı büyüdükçe, şehre gidip gelen trenlerin de sayısı arttı. Onun da sesi eklendi, öte yandan bir seyirlik oyunu girdi hayatına, hızla geçip giden tren pencerelerinden bakıştığı suratlar. Benden önce böylesine dikkatli bakan oldu mu acaba gözlerine? 

Benim hayatıma hastalar, ameliyatlar girdi. Dünya hızla değişiyordu. Milenyumu geçtik, uydurulmuş bir başlangıcın iki bininci yılını devirdik. Neden mesela Göbeklitepe’yle başlamaz tarih, ya da jeolojinin bize söylediği gezegenimizle ilgili en eski zamandan. Öyle kabul edilmiş bir kere. Sen dünyaya düştüğünde çalışmaya başlıyor saat. Önüne eklediğin rakam kaç olursa olsun senin için sonrası var, öncesi tarih. Günün birinde bilgisayar kullanmaya başladık, oysa hesap makinaları ilk çıktığında ne kadar şaşırmıştık, koca koca rakamları tık diye çarpıveriyordu. 

Ağaç devrem de etkilendi dünyadaki değişimlerden. Ellerinde ölçüm aletleri birileri geldi etrafına. Ölçtüler biçtiler parçalara ayırdılar yeryüzünü. Evler yapılmaya başladı etrafına. Sonra büyük bir otoyol. Artık önünde tren yolu, arkasında otoyol, tepesinde havayolu vardı. “Bir ağaç gibi tek ve hür “ değildi. Gövdesi genişlemiş, dalları nazlı nazlı sallanıyor, etrafa uzanıyordu. İlk acıyı da o yıllarda tattı. Ellerinde testereler birileri geldi. Giriştiler dallarına. Kollarını, bacaklarını koparırcasına kestiler dallarını, gittiler. 

Cep telefonları ve internetin hayatımıza girdiği yıllarda, küresel ısınma diye bir şeyin de farkına varmaya başladık. Belki bilim insanları daha önceden biliyorlardı, ama biz sıradan insanlar yaşadığımız şehirlerdeki iklim değişikliklerini, kendi bedenimizle hisseder hale gelince anladık, bir şeylerin değişmeye başladığını. Üzerinde yaşadığımız gezegen elimizden gidebilirdi. Belki bugün değil ama bu gidişle çok da uzak olmayan bir gelecekte. 

Uzaklarda çıkan bir orman yangınını dehşetle gördü ağaç devrem. Yaşadığı bu coğrafyada ilk kez oluyordu böyle bir şey. Fırtınalar da şiddetlendi. Etrafındaki narin fidanlar, hatta genç ağaçlar bile köklerinden sökülüyor, kırılıyorlardı. Önünden geçen tren seferleri sıklaşmış, yakındaki havaalanına ek terminaller yapılmış, daha fazla uçak inip kalkmaya başlamış, arkasındaki otoyoldan geçen arabalar havaya daha fazla zehir saçar olmuştu. Küçük bir fidan olarak serpilmeye başladığı dünya değildi şimdiki dünya. Daha pis, daha gürültülü, daha kurak bir yer haline gelmişti. 

Aynı zamanlarda bizim memlekette de, dünyanın her yerinde de, etimizden et kopar gibi çoğalmaya başladı orman yangınları. Dünyanın uçlarında buzullar erimeye başladı. Nehirler kurudu. Nehir yatakları üzerine siteler inşa edildi. Biz yaşadığımız hayatta, gezegenle ilişkimizi kopardıkça kopardık. Hayat “güzeldi”,  ısıtmalı soğutmalı dikdörtgen prizmalarda hayatımızı sürdürür olduk. Arabalarda bile popomuzu ısıtacak koltuklar vardı artık. Uzmanlaştık her türlü acayip konuda. Kendi konumuzun dışında büyük cahiller olduk ama. Kapitalizm önce vahşileşti, sonra çok uluslulaştı. Savaşlar, katliamlar da eksik olmadı hayatımızdan. Yeryüzünün bir bölümü aşırı refahı yaşarken, diğer bölümünde açlık, kıtlık, susuzluk arttıkça arttı. Biz insanlar hem birbirimize, hem içinde yaşadığımız doğaya yabancılaştık. 

Bir tren vagonunda başımı cama dayamış, son hızla bir ağacın önünden geçerken düşündüm bunları. Vagonun penceresinden saniyelerle gördüğüm bir ağaç. Onun da beni gördüğünü hissettim. Hemen hemen aynı yaşlarda olduğum bir ağaç. Bu gezegen üzerinde en az benim kadar hakkı olan bir canlı. Belki bir gün, çok ilerde bir gün, halkların, ulusların birleştiği, dünya devletinin kurulduğu bir gün,  yetenekli bir sanatçı, insanların gezegenimiz ve üstünde yaşayan diğer canlılara verdiği zararla ilgili bir utanç eseri yapar. Dünyanın her yanında parçaları olan bir eser. Ben o zaman ölmüş olurum ama belki ağaç devrem görür öyle kutlu bir günü. 

Talat Kırış kimdir?

Talat Kırış, 1961 yılında İstanbul’da Süleymaniye Doğumevi’nde dünyaya geldi. Sırasıyla Ataköy İlkokulu, İstanbul Erkek Lisesi ve İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi’ni bitirdi.

Öğrenciliği sırasında yurtiçi ve yurtdışında kaza cerrahisi ve beyin cerrahisi kliniklerinde staj yaptı. Prof. Dr. Türkan Saylan’la birlikte Van’da lepra hastalığı üzerine saha çalışmalarına katıldı. Konya Devlet Hastanesi Acil Bölümü’nde mecburi hizmetini; 1986-1992 yılları arasında İstanbul Tıp Fakültesi Nöroşirurji Anabilim Dalı’nda ihtisasını tamamladı. Uzmanlık tez çalışmasıyla Beyin Araştırmaları Derneği ve Japon Nörotravma Derneği’nden ödül aldı. Uzmanlık sonrası Kartal Eğitim Araştırma ve Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları hastanelerinde çalıştı.

1995-1996 yıllarında Amerika Birleşik Devletleri, Arizona, Phoenix’te bulunan Barrow Nöroloji Enstitüsü’nde burslu olarak, kafa kaidesi tümörleri ve beyin damar hastalıkları üzerine üst ihtisas yaptı. İstanbul Tıp Fakültesi Nöroşirurji Anabilim Dalı’nda 1999 yılında doçent, 2006 yılında profesör oldu.

2006 yılında 9. Uluslararası Serebral Vazospazm Kongresi’nin başkanlığını yaptı. Türk Nöroşirurji Derneği Yeterlik Kurulu kurucu üyeliği, Nörovasküler Eğitim Öğretim Grubu başkanlığı, Nöroonkoloji Eğitim Öğretim Grubu başkanlığı, Temel Kurslar eş başkanlığı, yönetim kurulu üyelikleri, Türk Nöroşirurji Dergisi ve Turkish Neurosurgery dergileri baş editörlüğü, Nöroonkoloji Derneği ikinci başkanlığı ve Türk Nöroşirurji Derneği başkanlığı yaptı.

Avrupa Nöroşirurji Dernekleri Birliği Araştırma Komitesi üyeliği görevinde bulundu. Akdeniz Beyin Cerrahları Derneği Eğitim Komitesi Başkanı olan Kırış, 2017-2021 yılları arasında Dünya Nöroşirurji Dernekleri Federasyonu Beyin Damar Hastalıkları Komitesi Başkanlığı yaptı.

Dünya Nöroşirurji Dernekleri Federasyonu'nda Türk Nöroşirurji Derneği'ni temsil eden delege olan Prof. Dr. Talat Kırış, meslek yaşamını Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi ve Koç Üniversitesi Hastanesi Beyin Cerrahisi bölümlerinde sürdürüyor.

Kırış’ın editörleri arasında bulunduğu İngilizce iki kitabı, 100’den fazla kitap bölümü, ulusal ve uluslararası dergilerde makaleleri yayımlandı; çok sayıda ülkede beyin cerrahisinin çeşitli alanlarında eğitim kursları ve konferanslar verdi, yurtiçi ve yurtdışında eğitim amacıyla çok sayıda beyin cerrahının izlediği canlı ameliyatlar yaptı.

Tıbbiye öğrenciliği yıllarından itibaren 40 yılı aşan öğretim üyeliği ve hekimlik hayatını, 2021’de yayımlanan “Beyne Giden Yol / Bir Beyin Cerrahının Anıları” adını verdiği kitabında anlattı. TEDx ve farklı sosyal platformlarda konuşmaları yayımlanan Kırış, aynı zamanda kıdemli bir denizci olarak Güney Amerika’dan Antarktika’ya kadar uzanan yelkenli seyahatler yaptı, Grönland’da kanoyla Kuzey Kutup dairesi geçiş yaptı. Anılarında hayalini, “Bir Şehir Hatları Vapuru'na ismimin verilmesini isterim. Kimbilir, kısmet...” sözleriyle paylaştı.

Gençlik yıllarından itibaren yazın dünyasıyla ilgilendi, 1984 yılında Düşün dergisi masal yarışmasında mansiyon kazandı. Argos sanat dergisinde öykü ve denemeleri, Cumhuriyet ve Radikal gazetelerinde yazıları yayımlandı. 2012 yılından Yacht Türkiye dergisinde yazmaya başladı.

Ağustos 2019’dan itibaren T24’te düzenli yazılar yazıyor.