Güzel ve çirkin kavramlarına bilimsel açıdan bakmaya çalışarak yazdığım yazıdan sonra, sanat ve bilim dünyasının seçkin temsilcilerinden görüş ve eleştiriler aldım. Değerli katkılarından dolayı onlara sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Aşağıda soyadı sırasına göre isimlerini yazdığım bu değerli insanlarla bir 'Güzellik Akademisi' kurmak bile mümkün olurdu.
- Dr. Güney Akbalık (Sinirbilimci)
- Prof. Dr. Halil Akdeniz (Sanatçı)
- Dr. Semra Baysan (Sağlık Yönetim Uzmanı)
- Dr. Şükrü Bozluolçay (Koleksiyoner)
- Prof. Dr. Serdar S. Çelebi (Kimya Mühendisi)
- Oğuz Erten (Sanat Yazarı)
- Yusuf Işık (Ekonomist)
- Dr. Alper Kaya (Hekim)
- Prof. Dr. Ebubekir Koç (Endüstri Mühendisi)
- Prof. Dr. Çelik Kurtoğlu (İktisatçı)
- Prof. Dr. Nilüfer Öndin (Sanat Tarihçisi)
- Prof. Dr. Selim Pamuk (Diş Hekimi)
- Prof. Dr. Feride Severcan (Biyofizikçi)
- Prof. Dr. Şafak Ural (Felsefeci)
- Prof. Dr. Deniz Üner (Kimya Mühendisi)
Güzellik ve çirkinlik kavramlarının, sanat ve bilim dünyasının bu önemli insanlarını buluşturduğunu görmek beni çok mutlu etti. Onların görüş ve eleştirilerinden bir kısmına gelecek yazıda cevap vermeyi planlıyorum. Paylaşılmasına izin verilenleri aşağıda bulabilirsiniz. Şimdi söz onlarda:
"Güzellikle ilgili algıları değiştirebilme ve yazıda bahsettiğiniz yeni güzel kavramlarını getirme gücü bakımından sanatı çok önemli buluyorum ben de. Algılar kırılabiliyor. Bir de fiziksel olarak güzel kabul edilen biri, kötü davranışlara sahipse güzellik algısı yıkılıyor veya tam tersi durum da geçerli. Bizdeki, yani insan türünde korteksin de gelişkin oluşunun getirdiği bilişsel yetiler, bu konuda bizi diğer hayvanlardan ayırıyor. Her fiziksel olarak güzel kabul edileni, güzel ve çekici olarak algılamayabiliyoruz da.
Güzel veya çirkinin varlığı ona bakan göze bağlı (aslında beyne ve yaşanan deneyimlere göre beynin nasıl şekillendiğine), sizin de son sözde belirttiğiniz gibi. Aşık Veysel'in türküsü aklıma geldi. "Güzelliğin on par'etmez bu bendeki aşk olmasa", diyor işin özünü kavramış olan aşığımız. Siz de "Insanın hedefleri, sadece soyunu devam ettirmekle sınırlı olmadığı için güzel kavramı da sürekli değişim geçiriyor." diyerek güzel özetlemişsiniz.
Toplumların belirlediği standart ve abartılmış "güzel kadın" imajının oyuncak bebek endüstrisinde yansıma bulmuş hali olan ve bana itici gelen bazı oyuncak bebeklere yapılan, aşırı makyajlarını kaldırıp onları bana göre daha sevimli ve güzel hale getiren şu proje çok hoşuma gitti örneğin: Australian Mom Turns Bratz Dolls Into Regular Girls By Removing Their Unrealistic Makeup
Sanat eserlerinde veya gösterilerde ölüm korkusunun, kan gibi ölümü çağrıştıran, tiksinti uyandıran vücut sıvılarının kullanımının sizi kişisel olarak rahatsız ettiğinden bahsetmişsiniz yazınızda. Örneğin, Marina Abramovic'in performanslarıyla ilgili yazıları yıllar önce ilk okuduğumda çok şaşırmıştım. Bir sanatçı, kendine zararla da sonuçlanabilen performansları neden yapar diye. Beden ve zihin sınırlarını sonuna kadar zorlayan biri. Sırf daha çok izleyici çekmek için yaptığına da inanmadım ama hiç. Yaptıklarında gayet samimi görünüyor. Onu anlayabilmek adına farklı performanslarıyla ilgili yazılar ve kendisiyle yapılan mülakatları okudum. Yaptıkları daha çok psikolojik veya sosyolojik deneyler bence. Bazı ekstrem durumlarla yüzleştiğimizde kendimizin de karşımızdakinin de ne şekilde tepki vereceğini bilemiyoruz. Yıllar önce yaptığı bir performansta, çevresine gül de dahil değişik objeler koyup bana istediğinizi yapabilirsiniz diye yazıp sessizce beklemesi ve onu izlemeye gelenlerden bazılarının bedenine zarar vermeye de başlaması, hem de kamuya açık yerde, ilginç psikolojik davranışlar. Onu, farklı durumlarla, kendiyle, kendi korkularıyla yüzleşen, hem kendini hem de çevresindekilerin davranış değişimlerini gözleyen çok meraklı biri olarak görüyorum. Kendiyle ve korkularıyla yüzleşme, çocukluğuna dayanan bazı travmaları da iyileştirmenin bir parçası onun için."
-Dr. Güney Akbalık (Sinirbilimci)
"Sanat tarihine baktığımızda birçok aykırı, sistem dışı sanatsal tavrın/akımların, sanata ve bakış açımıza kişisel beğenilerimizin ve tepkilerimizin ötesinde zenginlik katmış olduğu görülür. Estetiğin konusu olan güzellik kavramının çirkinlik kavramını da içeren bir bütünlük içinde görülmeye başlaması da bu bağlamda görülmelidir. Sanatın öncelikli görevi dünyaya bakışımızı, görüş açımızı geliştirmek ve yaşamımız üzerine bilinç oluşturmaktır.
Sanatta ve bilimde ileriyi görmenin, buluşların, yaratıcılığın esas kaynağı fantezi-hayal kurma- sezgidir. Hem bilimde hem de sanatta bunun çok sayıda örneği görülmektedir. Geçmişte ütopyalardan başlayan bu sürecin; kurgu romanlara, kurgu filmlere, bilim kurguya ve günümüzün gelecek bilimcilerine kadar uzanan, gerçekle sanal dünyanın birbirine karıştığı bir Cyborg dünyasına doğru evrildiği görülmektedir.
Sanatçılarımızın ve bilim insanlarımızın bu seçkin duyarlıkları, sanatta ve bilimde hep geleceği öngören nitelikte ufuk açıcı olmuştur. Bugün NASA araştırma ekiplerine sanatçıların da dahil edilmeye başlaması sanırım bunun önemli kanıtıdır."
-Prof. Dr. Halil Akdeniz (Sanatçı)
"Yine etkileyici bir yazı. Elinize sağlık. Goya hayranıyımdır. Eserlerini dakikalarca ayakta izleyebilirim. Ama Satürn hariç. Goya öyle zorlu günler ve dönemler geçirmiş ki. Güzel günlerden sonra. Savaş. İnsanların ölümüne tanıklık etmiş. Şiddetle dolu dönemler. Kötü anılar. Uzun süren psikolojik bunalımı. 1819'da nehir kıyısında bir eve taşınmış ve 14 tane, karanlık resim diye adlandırılan ve sonradan isimlendirilen, bu resmin de içinde olduğu "karanlık" resimleri ham ruloya boyamış. İnsanın nasıl evrildiği ve değiştiği ya da değişebileceği hiç belli olmuyor galiba. "The Third of May, 1808'i" de önceleri karanlık gelirdi, çok sevmezdim. Ama Prado'da duvarda eseri görünce mıhlandım, dondum kaldım. Çok etkileyiciydi. Sonra daha da çok okudum, daha çok sevdim Goya'yı. Ama o eserini çok sevemedim. Konusunu ve içeriğini çok iyi anlattığı halde."
-Dr. Semra Baysan (Sağlık Org. Yönetimi Uzmanı)
"Zaman, aykırı eserlerin güzellik kaygısı ile yapılanlardan daha değerli ve kalıcı olduğunu gösteriyor."
-Dr. Şükrü Bozluolçay (Koleksiyoner)
"Güzel ve Çirkin: Entropi Farkı" başlıklı yazıda bahsedildiği gibi; biyolojide gençlik ve güzellik, sahip olunan maksimum düzenden ötürü minimum entropi düzeyine karşı gelirken tam ters şekilde yaşlılık maksimum entropiye karşı gelir. Buradan çıkarak insanlar tarafından güzel bulunan bir sanat eserinin (resim, heykel hatta şarkının) minimum entropili karşıt olarak da itici ve çirkin bir eserin de yüksek entropili olduğunu söylemek ne kadar doğrudur?
Her gerçek sanat eseri, ister güzel, ister çirkin olarak nitelensin minimum entropi düzeyindedir. Çünkü sanat eserinde, yaratıcısı sanatçı tarafından eserde ortaya konulan- sunulan bir düzen vardır, bize göre güzel de olsa çirkin de olsa. Eserin yaratılmasından yani doğumdan önce sanatçının düşüncesinde, ruhunda çarpışan görüşler, dışa vurum istekleri ve şekilleri maksimum entropiye işaret eder, ancak tüm bunlar yaratılan gerçek sanat eserinde sanatçının yaratıcı gücüne yani yeteneğine göre bir harmoni içinde renkler, şekiller veya notalar olarak yerini bulurlar ve bir yeni düzeni yani minimum entropili eseri oluştururlar aynen bir annenin doğumda dünyaya getirdiği bebek gibi.
Peki bu durumda; eser için güzel ve çirkin kavramını entropi ile nasıl bağdaştıracağız? Bunun cevabı söz konusu yazıda gizli bir şekilde verilmiştir: " Güzellik bakan gözdedir!" Şöyle ki; insan bir sanat eserini değerlendirirken o eserin kendisinde yarattığı algı ve izlenimlere göre bir duygu-düşünce oluşturur. Bu izlenim izleyicide bir hoşnutluğa, mutluluğa hatta sakinliğe yol açıyorsa o eser onun için uyumlu bir düzen içindedir, güzeldir ve dolayısıyla onda minimum entropi düzeyindedir. Ancak eser, izleyicisinde itici, rahatsız edici bir şekilde tiksintiye- mutsuzluğa hatta hırçınlığa yol açıyorsa o eser o kişi için çirkindir ve maksimum entropi düzeyindedir.
Sonuç: Her sanat eseri sunduğu düzen ve kendine özgü harmonisi nedeniyle güzeldir ve minimum entropilidir. Güzellik, çirkinlik ve karşılıkları entropi düzeyleri onu gören gözde ve algılayan şuurdadır. Zaten böyle olmasaydı çıktıklarında anlaşılmayan, kabul görmeyen aykırı hatta bazı kesimlerce çirkin bulunan; resimde kübizm (cubism), soyut dışavurumculuk (abstract expressionism), heykelde konstrüktivizm (constructivism), asamblaj (assamblage), müzikte rap vb. gibi sanat akımları günümüzde bilinmez ve değerleri takdir edilmezdi."
-Prof. Dr. Serdar S. Çelebi (Kimya Mühendisi)
"Güzel ve Çirkin iki karşıtlık gibi gözükse de birbirine çok yakın iki kavram olarak karşımızda duruyor. Onların durdukları noktadan ziyade bizim onlara olan mesafemiz bu noktada önem kazanıyor. 16. yüzyıl İspanya'sı için yeni kıta zenginliği ve güzelliği temsil ederken, Amerikan yerlileri için çirkinlik ve vahşet içeren bir tutsaklığı sembolize ediyordu.
Tarihin başlangıcından bu yana kavramları, toplumları yönetenler ortaya koydu ve onları belli bakış açıları ile kitlelere bir şekilde kabul ettirdiler. Doğruya giden yolun hep bir şekli varmış gibi görüldü oysaki 1960'larla birlikte doğruya birçok yoldan gidilebildiği gerçeği gün yüzüne çıktı. Modern dünyanın tekli bakış açısından çok, postmodern dünyanın çoklu bakış açısına geçildi. Ve sonrasında hiçbir şey eskisi gibi değildi. Bize güzel gözüken bir şeyin, farklı birine çirkin veya tam tersi gelme durumlarının genel kabul olma sürecini yaşadık. Zihnini kesin kabul kurallar bütününden netleştirmek yerine her duruma yeni kurallar bulan dünyanın insanları türemeye başladı. Çünkü her sorun tek bir kurulla çözülemezdi. Kavramların içinin dolmaya başladığı, modern dünyanın görünen uzamıyla birlikte bir derinliğinin olduğu tespit edildi. Böylece sanatta da sadece yüzeysel güzelliğe -estetiğe- bakılma geleneğinden vazgeçilerek düşünsel yapıtların nasıl yeni kapılar açtığına, dünyanın düşünsel birikimine nasıl katkı sağlanabileceğine bakılmaya başlandı. İki veya üç boyutlu işlerin gösterdiğinin ötesinde ne anlattığı önem kazandı ve metanın kendisi araçsallaştı. Sadece mesajı veren pozisyona geçti ve düşüncenin (kavramın) sanat haline geldiği bir noktaya ulaşıldı. Resim veya heykelden bu noktada çıkıldı. Materyal önemini yitirdi, video, yerleştirme, hazır malzeme, organik malzeme veya gelecekte yapay zekaya gidilen yol açıldı.
Güzel ve çirkini ararken artık geçmişte kullandığımız araçları bırakıp yeni bir araç kullanmalıyız. Günümüzün araçlarını; günümüzün düşünce sistemini. Günlük hayatın içinde geçmişin kolaycılığına kapılıp modern dünyanın genel yargılarına çok rahat düşebiliriz. Ama yeni yüzyıl artık gördüğümüzün değil, görüp düşündüğümüzün yüzyılı olacak. Kavramların -adeta bir arı kovanının altıgenlerden oluştuğu gibi- birleşimi ile sınırsız genişleyen ve genişledikçe kendini yenileyen büyük bir mekanizma kurulacak.
Bu noktadan bakıldığında tarihin gelişimi içinde güzellik ve çirkinlik kavramlarının da sabit kalmayarak geliştiğini ve gelişmeye de devam edeceğini okumak mümkün…"
- Oğuz Erten (Sanat Yazarı)
''Yaşamda kolay yapılan işler, hoşa giden görüntüler, mutlu eden insan ilişkileri vb de var; güç yapılan, hoşa gitmeyen, zor gelenleri de. Yol kenarında mor bir çiçek fark eder, gece gökyüzünde yıldızlar arasından evrenin derinlerine dalar, bir kitabın satırlarında yeni bilgilerin peşine koşar, sevda ile kendinden öteler gider, gelecek kuşaklarla coşar insan. Hasta yatağında kıvranır, ayrılık acısı çeker, coşkusunu duyamaz, geleceği göremez olur yine insan. Yaşamın parçasıdır bunların tümü.
Bir masa üzerindeki bir çay bardağı, bir içten söyleşi, yeşil bir deftere yazılan sıra sıra birkaç satır, bir iki formül, bilgisayarda hazırlanan bir algoritma, deniz, bulutlar, kuşlar, ağaçlar, çiçeğe açılan çiçek, renge açılan renk, insana açılan insan, kalabalık bir sokak, karlı bir gecede ıssız bir tepe, düşüncelerin ardında düşünceler; yaşamın dokusundadır tüm bunlar. Her parçacığıyla yaşamı kavrayıp yaşamaktır, yaşamın özüdür güzel olan.''
-Yusuf Işık (Ekonomist)
"Sanatı bir tıp meraklısı olarak kendimce şöyle tanımlayabilirim: Ruhsal sürecin, yaşayan tarafından, anlık "kesitler halinde, anatomik ve duysal gereçler (arayüz, interface) kullanılarak analog kodlanmasıdır. Buna altyapı oluşturan bilgilerim ise beynimizin kısmen bildiğimiz bazı özelliklerini öğrenmemden sonra pekişti.
Beynimizin farkında olmadığımız bir tarafı var. Korkularımız, ilkel beynimiz ve ontogenetik bilgi havuzumuz. Sanatın tanımı içinde dışavurum, kendini ifade etme, durum tespiti, içsel diyalog... Bu etkileşimler ortaya çıkan yapıtta kendini ele verecektir. Bilinçli veya bilinç dışı ipuçlarını yorumlamak da izleyici için aynı mental süreçlerden geçirilerek anlamlandırılacaktır. Veya anlamsızlaştırılacaktır. Bu açıdan sanat; bireyselden başlayan ve kolektif bilinci temsil eden bir süreçtir.
Bir makalede özetle şöyle diyor: Estetik, salt bir güzel arayışı iken, sanat felsefesi hem güzeli, hem de çirkini içine almaktadır. Umberto Eco'ya göre çirkinin de bir estetik değeri vardır ve bu değer kıymetlidir. Mitolojik çağları temsil eden heykel ve resimlerde görülen canavar figürleri sanattaki çirkin kavramını içine almaktadır. Böylelikle 'çirkinin mükemmel güzelliği' kavramı sanatta kendine yer açmış ve beğeni kazanmıştır. Eco, bu durumu 'sonsuzun estetiği' olarak tanımlar ve hiç kimsenin çirkinlik olgusunun biçimsel incelemesi üzerinde durmadığına dikkat çeker. Bu yüzden güzellik olgusu yüzyıllar boyu klasik sanatın tek konusu olmuştur. Ta ki, Avangart sanat anlayışındaki sanatın en önemli unsuru olan 'estetik kaygı' yani güzel kaygısı artık sanat yapıtının bir ölçütü olmaktan çıkarılıncaya kadar. Kübizm, Dadaizm, Neo-Dadaizm, Sürrealizm, Nihilizm ve Kitsch gibi reddedişsel eleştirel sanat akımlarıyla güzel arayışı yerini çirkinlik kavramına bırakmıştır. Sanat, bir yansıtma kuramı üzerine oturmaktadır. Ancak bu yansıtma doğada gördüğümüz güzelin birebir yansıtılması değil, yorumlanarak yeniden üretimidir. Dolayısıyla görünen gerçekliğin güzelliği, sanatta da güzel olmak zorunluluğu taşımamaktadır. Aynı şekilde doğada çirkin olan da sanatta güzel olabilmektedir. Güzel Sanatlar, her türlü biçimsel görselliği kapsayan salt bir kavramsal yapı değildir. Güzel sanatlar olarak tanımlanmış olgu kültürel çeşitliliğin ve zamansızlığın içinde yoğrulmuş bir yorum arayışıdır. Bu kavram bir güzellik arayışı değil, estetik bir yorum arayışıdır. Bu arayış güzelin tam karşıtı kaygılarla da gerçekleştirilebilir. Çirkinin güzel olarak algılanabilmesi sanatın yorum gücüdür. Oysa güzellik kadar çirkinlik de hayatın içindedir ve bize çok yakın bir olgudur. Çevremizdeki savaşlar, kavgalar, yoksulluk, şiddet, öfke ve nefret gibi duygular çirkinin birer yansımasıdır. Dolayısıyla, hayatın içinde var olan bu kavramlar sanatın alanına girmektedir. Eco'nun baş yapıtlarından biri olan 'Çirkinliğin Tarihi' isimli eserinin ışığında gerçekleştirilecek bu araştırma sanatın bir güzel arayışı olarak bilinen yaygın inanışının karşısında, çirkinin sanattaki temsilinin nasıl olduğuna ışık tutmayı amaçlamaktadır.
Sanatta iyi, kötü, güzel, çirkin gibi subjektif tanımların yerine gerçeklik ve gerçeküstülük (kendisi de bir gerçeklik durumudur) gibi objektif bir konumlama yapılması gerektiğine inanıyorum."
-Dr. Alper Kaya (Hekim)
"Makaleyi okurken entropi ilişkili güzel ve çirkin algısının aslında daha başka ve belki daha genel bir çerçevede değerlendirilebileceğini düşündüm. Yazıyı, güzellik/çirkinlik algısının hep sosyal zekayı (sürüyü) ilgilendiren bir tarafı olduğu hissiyle okudum.
Uzun zamandır tabiattaki örnekleri üzerinden entropinin "zeka" gibi son derece karmaşık bir sistemle nasıl sonuçlanabileceği üzerine çalışıyorum. Beynin yapısal olarak gözlemlenebilirlik sorunu üzerine, matematiksel veya algoritmik modellemede gözlem çözünürlüğü çok daha yüksek olan arılar, sürüler ve karıncalar gibi sosyal sistemlerin temel dinamiklerinin zekayı (sürü zekası) nasıl ortaya çıkardığı ve bunu nasıl genellenebileceği sorunu hala çözülemeyen önemli problemlerden bazıları.
Temelde yaşamın var olabilmesinde az veya çok zeki bazı davranışlara ihtiyaç olduğu ve bunun ortaya çıkışında da en temel etkenin entropi olduğu ilişkisi belki yine bu kapsamda tartışılması gereken bir konu. Erwin Schrödinger'in yaşamı tarif ederken söylediği gibi, evrende genel entropi artışı devam ederken, bazı bölgelerde oluşabilen entropi "korunumu" gibi bir durumun olabileceğini ve oluşan bu boşluğu "yaşam"ın doldurduğunu anlatır. Bu "doldurma" ise ancak belirli bir amaca dönük "zeki" davranışla mümkün olabilecektir. Dolayısıyla, daha sonra Ilya Prigogine'in de detaylandırdığı kaosun eşiğinde kendi kendine organize olabilen sistemlerin entropiye karşı gösterdiği kısa ama muazzam "direnişin" sonuçta işlevsel yapılar ortaya çıkarabilmesi yaşamın en harikulade taraflarından birisidir.
Zekayı ortaya çıkaran kendi kendine organizasyonun dört temel mekanizmasından rassal aramada ortaya çıkardığı potansiyel yeni çözümlerin doğrudan veya dolaylı etkileşimlerle tüm bileşenlere pozitif geri-besleme ile taşınması ve negatif geri-besleme ile dengelenerek düzenli bir sisteme dönüşmesi burada Hocanın da çok güzel bir ilişkiyle anlattığı gibi güzellik/çirkinlik algısının toplumsal seviyede bir algıya (belki yapıya) dönüşmesi ile oldukça benzer bir mekanizmaya sahip gibi görünüyor.
Çok isabetli bir zeminde başlayan bu tartışmanın başka güzel sorulara tebdil olması dileklerimizle."
-Prof. Dr. Ebubekir Koç (Endüstri Mühendisi)
"Bir süredir karar süreçlerinde, davranış biçimlerinin belirlenmesinde 'algı' ve onu etkileyen çevre, bireylerin analitik veya reaktif-duygusal olmalarının etkilerini okuyor, düşünüyorum. Karşımıza bireylerin rasyonel olmadıkları durumlar ve hatta kararların eksik bilgiyle alındığı 'sınırlı rasyonalite' çıkıyor. D. Kahneman-A. Tversky, H. Simon, R. Thaler, D. Airely bir yandan, M. Polanyi bir yandan iktisatçıların özellikle Chicago okulu ile alıştırıldıklarından farklı bir dünya olduğunu gösteriyor.
Plastik sanatlar, resim, heykel ve müzik için yeni arayışlardan söz etmek mümkün. Bu konuda özellikle de Prof. Dr. Barış Bozkurt'un müzik konusunda yaptığı ilginç çalışmaları hatırlıyorum. Koku sanki biraz daha farklı, bireyin koku alma, kokuyu nörolojik sisteme çevirme özellikleriyle ilgili olmalı."
-Prof. Dr. Çelik Kurtoğlu (İktisatçı)
"Prof. Dr. Talat Çiftçi'nin Güzel ve Çirkin: Entropi Farkı başlıklı yazısı ilginç bağlantılarla örülmüş. Entropi sanat ilişkisine geniş bir perspektifle yönelen metin, akıcı üslubu ile de keyifli okuma sunuyor."
-Prof. Dr. Nilüfer Öndin (Sanat Tarihçisi)
"Oranları Fibonacci serisine uyan, yakın olan şeylere baktığında insan otomatik güzel diyor. İnsan yüzündeki oranlar Fibonacci oranına ne kadar yakınsa güzel yüz oluyor, görünümde. Ama peki çok çirkin bir yüzün güzel gelmesi nasıl açıklanır o zaman? Ruh veya iç dünya diyelim -adı her neyse- güzelliğinin dışa yansıması mıdır acaba?
Tabii asıl olan bakanın hissi. Konu sanat olduğunda çirkin de olsa, örneğin çığlık tablosunda olduğu gibi, verdiği his sebebiyle o esere güzel diyebiliyoruz. Sanat biraz farklı, göreceli bir disiplin. Kime göre neye göre sanat, kime göre, neye göre güzel veya çirkin.
Enerji kuantuma göre hep vardır. Farklı şekillere girer. Yoktan var edilemez, varsa yok edilemez. Yine baktığın var bakmadığın yok da, gerçekten yok mudur?
Bedenin enerji kaynağı yiyecek vs. fiziksel bedenin devam etmesini sağlıyor. Ama bedeni hayatta tutan başka bir enerji kaynağı da olmalı. Buna ruh, enerji veya ne diyorsak, o enerji gittiğinde beden ölümü gerçekleşiyor... O enerji aslında yok olmuyor, dönüşüyor. Dolayısıyla beden de dönüşürken-başka bir form oluyor, mesela toprağa karışıyor... Bir başka deyişle aslında yok olmuyoruz başka bir enerji formuna evriliyoruz. Ya da ölmek denen şey bu dünyada bilinen halimizle varlığımızın son bulmasıdır ama bu bizim/enerjimizin yok olması demek değildir. Çünkü enerji yok olmaz.
Günümüzde estetik güzellik anlayışını konuşuyorsak, botokslar, dolgular, silikonlar güzelliği tamamen yok eden araçlar diyebiliriz. İnsanlar kendilerine dayatılan bir güzellik anlayışına ulaşmak için gitgide çirkinleştiriyorlar kendilerini. Çirkinleşirken de tek birbirlerinin nerdeyse kopyaları haline dönüşüyorlar. İri meme, kalkık popo, ince bel, fayans gibi beyaz dişler 30 sene, 40 sene önce güzellik anlayışına girmezdi. Ama bugün özellikle kadınlar bu gibi kalıplara girmeye çalışıyorlar. Ve buna estetik diyorlar. O zaman estetik güzellik midir diye sorabiliriz? Kültürler arası güzellik, estetik anlayışı da çok farklı. Afrika'daki güzelle Fransa'daki güzel anlayışı tamamen farklı. Sonuçta yine bakanın nasıl gördüğüne dönüyoruz."
-Prof. Dr. Selim Pamuk (Diş Hekimi)
"Biyolojik sistemlerde güzellikle entropi arasındaki ilişki ile ilgili yazdığınız kısımları entropinin düzensizlik olduğunu bilmeyen kişilerin anlamayacağını düşünüyorum. Öğrencilere düzenlenmiş bir yatak odası ile karmakarışık bir yatak odası resmini gösterip, ben de sizin gibi bu iki resimden hangisi güzel diye soruyorum. Düzenli odanın entropisi düşük, düzensiz odanın entropisi yüksektir. Odayı düzenlemek için yani düzenli olması için gayrette bulunmamız, enerji harcamamız lazımdır.
Sonra aşağıdaki bilgileri iletiyorum: Bütün prosesler entropi artışına doğru gitmek ister. Entropi termodinamik probabilite (olasılık) ile ilişkilidir. İkisi arasında S=k ln W bağıntısı bulunmaktadır. Burada k Boltzmann sabiti ve W mikro durumların yani olasılıkların sayısıdır. Olasılık arttıkça yani düzensizlik arttıkça, entropi artmaktadır.
Biz düzenli bir sistemiz, yani entropimiz azalmaya doğu gitmiş. Bu durumda Termodinamiğin ikinci yasasına göre bizim mümkün olmamamız gerekir ama mümkünüz. Bizim mümkün olmamız ancak, bizim açık sistem olmamızla gerçekleşmektedir, yani çevre ile enerji alışverişimiz vardır. Bu durumu aşağıdaki bağıntı ile açıklayabiliriz:
Delta S sistem (yani biz) +Delta S çevre= Delta S Kainat
Bizim entropi değişimimiz negatiftir. Bu durumda çevremizin entropisinin bizim negatifliğimizi kompanse edecek şekilde pozitif olması gerekir ki ikisinin toplamı pozitif olsun. Böylece her zaman kainatın entropi değişimi pozitif olur ve yasa geçerli olur.
Ölünce serbest enerji değişimi =0 . Bu durumda Enerji değişimi olmamaktadır. Çürüyünce moleküllerimiz dağılmış bir vaziyettedir, yani düzensizlik (entropi) artmıştır. Bunları bilen kişi sizin ağaç örneğinizi filan çok iyi anlayabilir diye düşünüyorum."
-Prof. Dr. Feride Severcan (Biyofizikçi)
"Yazıda yer yer güzelliğin doğada veya daha genel ifadesiyle nesnelerde olduğunu söylüyorsunuz. Yanlış anlamadıysam entropi kavramını da bu bağlamda ele alıyorsunuz. Öte yandan, yer yer de güzelliğin gören gözde olduğunu ifade ediyorsunuz. Bu ikisi arasında bence önemli bir boşluk var. Her şeyden önce entropi, doğanın işleyişini anlamak için kullanılan bir kavram. Dolayısıyla doğayı çirkinleştirmek veya güzelleştirmek gibi bir amaç taşıyor olamaz. "Güzellik/çirkinlik bu süreç içinde ve bu sürece bağlı olarak ortaya çıkan bir sonuçtur" diyebilirsiniz. Bu bakış açısı, doğaya bir şey dikte etmedikçe havada kalacaktır. Kaldı ki güzellik, sizin de ifade ettiğiniz gibi, bizim nesneye dikte ettiğimiz bir özellik/bir değerdir: bize aittir ve muhtemelen genetik yapının ve korteksimizin bir sonucudur.
'Çirkin' diye nitelenebilecek bir nesnenin resmedilmesinde amaç çok farklı olabilir; sanat uyarmak, dikkati çekmek, farkına vardırmak, protesto etmek gibi amaçlarla da yapılabilir. Yani sanatın amacı sadece güzel olanı anlatmak değildir. Ölüm, şiirlerin ve müziğin ebedi konusudur, ama ölüm güzel midir? Sanatçı, farklı amaçlar için çirkin bir nesneyi "güzel" bir şekilde ifade edebilir. İfade şekli dikkati çekmek amacını taşıdığı için sanatı bir araç olarak kullanması, objenin güzel olmasını gerektirmez bence!"
-Prof. Dr. Şafak Ural (Felsefeci)
"Doğanın işleyişinde entropi kavramını gündeme getirdiğiniz yazıyı keyifle okudum. Doğadaki sistemlerin dışardan madde ve enerji alabilmesi, tepkimelerin yokuşa karşı yük tutmasına fırsat tanıyor. Tıpkı rampada çok yakıt yakan, hatta egzozundan kurum bırakan bir kamyon gibi, bir tarafta 'güzelleşen' doğa, başka bir tarafta daha da fazla 'çirkinleşmeli' ki doğanın düzeni 'en fazla entropiye ulaşmaya çalışan ("Die Entropie der Welt strebt einem Maximum zu." Rudolph Clausius) halinden uzaklaşmasın.
Özetle, entropi ve termodinamiğin ikinci kanunu matematiğe vurulduğunda, mevcut evrensel düzende güzellik/düzen arayışının evrenin başka bir yerinde çok daha fazla çirkinlik/düzensizlik gerektireceğini sayısallaştırabiliyor. Bunu da düzeni fazla abartılmış şehirlerin çöp ve gecekondu yapılaşmasında, bireylerine denk davranmayan sistemlerde mükemmel yapılı villaların yanıbaşındaki evsizlik probleminde görmek mümkün.
Çözüm mü? Mükemmeliyet ve güzellik arayışında tempoyu sabit ama kararında tutmak ve kaçınılmaz sonu akıldan çıkarmamak."
-Prof. Dr. Deniz Üner (Kimya Mühendisi)