Son yıllarda kamu görevlerine atamalar için yapılan mülakatlarda, yüksek KPSS puanı alanların yerine düşük puanlıların seçildiği basına yansıyor. Sahte diplomalı akademisyenler, doktorlar ve politikacılar gündemden düşmüyor. Liyakat tartışmaları sürüyor.
Koçi Bey ve Katip Çelebi'nin Osmanlı'da liyakat sorunu hakkında yazdıklarını çoğumuz okumuşuzdur. Yakın zamanda, Osmanlı Devleti'nde liyakat ve sadakat konusunda doktora tezini tamamlayan Sayın Dr. Meliha Nur Çerçinli ile bu konudaki bulgularını konuşmak istedim. (Meraklılar tezin tamamına ulaşabilirler.)
Şimdi sorularımı, tez araştırmalarını Osmanlı arşivlerinde yapan Dr. Çerçinli'ye yönlendirmek istiyorum.
- Sayın Çerçinli, öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?
Lisans, yüksek lisans ve doktoramı tarih alanında tamamladım. Yaklaşık 15 yıldır bir kamu kurumunda araştırmacı olarak görev yapmaktayım. Arşivler özel ilgi alanım diyebiliriz. Londra'da ve Amerika'da çeşitli arşivlerde çalışmalar yaptım. Tanzimat Döneminin mimarı olarak anılan Mustafa Reşit Paşa'nın siyasi evrakını günümüz Türkçesine uyarlayarak yayına hazırladım. Müze, seyahat, kadın tarihi yanı sıra özellikle çocuklarla ilgili yazılar yazıyorum.
- Osmanlı'da liyakat ve sadakat konusunda tez çalışması yapmaya nasıl karar verdiniz?
Doktora çalışmam için "toplumsal bir analiz" olacak, "sosyal bilimlerin birçok alanı ile sentezlenebilecek" ve akış dışında kalacak bir konu arayışı içindeydim. Yani kronolojik bir tarih çalışmasından ziyade, insan faaliyetlerinin tümünü incelemeye odaklanan bir tarih anlayışı olan Annales Ekolünün izinden gitmek istiyordum. Meslektaşlarımla bir sohbet esnasında ortaya bu konu çıktı.
Ülkemizin son dönemine dair, müşteri sadakati esas alınarak özellikle marka oluşturma ve pazarlama konusunda, farklı disiplinler çerçevesinde birtakım çalışmalar yapılmıştı. Ancak liyakat kavramına tarihsel bir perspektiften bakarak, sadakat ile beraber ele alan bir çalışmaya rastlamamıştım. Esas itibari ile liyakat kavramı ile kastedilenin ortada olmasına rağmen, sadakat kavramı muğlaktır. Bu bağlamda devlet merkezli bakış açısına göre sadakatin ne demek olduğunun tanımlanması, dolayısıyla "siyasal sadakat" ya da "göreve sadakat" kavramları etrafında şekillenen bir içeriğin belirlenmesi gerekmekteydi. Kamu görevi açısından da söz konusu kavram, yolsuzluğu ve/ya rüşveti kapsayacağından çalışmamda arşiv belgelerine yansıyan örneklere yer vermek uygun düşecekti. Neticede derin, lakin sınırları çizilmiş bir tez konusu böylece oluştu.
- Medeniyetler tarihinde liyakat ve sadakate gösterilen öneme sıklıkla rastlıyoruz. Ancak, Çin'de ve Roma'da bu kavramların farklı bir şekilde oluştuğunu görüyoruz. Onları nasıl uyguladıklarını açıklar mısınız?
Medeniyetler arasındaki farklılıkların analizi için tespit edilen bazı maddeleri sıralamanın yeterli olmayacağı kanaatindeyim. Hele bir de mukayese edilen Çin ve Roma medeniyetleri ise.
Eş zamanlı inceleme ilkesini devre dışı bırakarak genelleme yaparsak, söz konusu medeniyetlerin coğrafyası, merkez - taşra yapılanması ve vergi sisteminin konu özelinde oldukça belirleyici etkenler olduğunu söyleyebiliriz. Tüm bunları bir tarafa bıraktığımızda, toplumların hangi felsefe üzerine inşa edildiği de oldukça önem taşımaktadır. Özellikle Çin medeniyetinde ahlak kavramına yapılan vurgu dikkat çekicidir. Bireylerin ahlaklı yetişmeleri halinde kanunlara bile gerek kalmayacağını ifade eden Konfüçyüs'ü hatırlayalım. Ayrıca, her bir toplum için sadakat ve liyakat kavramlarının tanımlamaları da farklıdır. Çin medeniyetinde liyakatli olmak doğal olarak sadık olmayı da beraberinde getirir. Bir bakıma tanım içerisinde sadakat liyakatin bir parçası, ama önemli bir parçası, olarak varlık göstermektedir.
Öte yandan Roma'da sadakat öne çıkar ama burada liyakat yoktur diyemeyiz. Aksi halde bu kadar uzun zaman tarih sahnesinde varlık göstermesi şaşırtıcı olurdu, değil mi? Hüküm sürdüğü geniş coğrafyanın şartları göz önüne alındığında, idari ve askeri yapılanmasının çağdaşlarını ne kadar etkilediği görülebilir. Bu da bize, Roma'da sadece sadakat esaslı görevlendirmelerin yapılmadığını göstermektedir.
- Osmanlı İmparatorluğu, özellikle yükseliş döneminde eğitime ve yeteneğe dayalı bir liyakat sistemi olan devşirme kavramını geliştirmişti. Bu sistem nasıl uygulandı ve neden değişti?
Osmanlı İmparatorluğunu bu kadar uzun süre ayakta tutan yönetim felsefesinin temel dinamikleri arasında özellikle dikkat çeken bazı değerler vardır. En başta, yabancı araştırmacıların deyimiyle "circle of justice" yani "daire-i adliye" gelir. Çarkın en altında bulunan kişinin korunmasını amaçlayan ve orada bir sorun olursa sistemin bütününe sirayet edeceği endişesini merkeze koyan bir anlayış hakimdir. Adalet kavramını önceleyen bir devletin liyakati esas alması kaçınılmazdır.
Osmanlı Ruus Defterleri (tayin ve atamalarla ilgili kayıtlar) incelendiğinde kuralına uygun atamalar yapıldığı görülmektedir. Bu durum yabancı elçiler tarafından da fark edilmiştir. Kanuni Sultan Süleyman döneminde elçi olan Busbecq'in "Türk Mektupları" adlı eserinde, Osmanlı'da herkesin yeteneği doğrultusunda bir makama getirildiği özellikle zikredilmiştir.
Devşirme sistemi ile çocuklar seçilerek kabiliyetleri doğrultusunda değerlendirildi. Kişiye özgü bir eğitim modeli mevcuttu. Bir nevi sadakat ve liyakat üretme merkezi de diyebileceğimiz, saray eğitim kurumu olan, Enderun Mektebinde şehzadelerin de katıldığı bir eğitim modeli tesis edilmişti. Prof. Dr. İlber Ortaylı'ya göre bu yaklaşım her öğrenciyi çalışmaya teşvik etmekteydi. (İlber Ortaylı, İnsan Geleceğini Nasıl Kurar?, Kronik Yayınları, 2023, s.60-61.) Devşirme çocuklar kendilerine yapılan bu yatırımın farkındaydı. Başarılı olmaları halinde önemli makamlara getirileceklerini biliyorlardı.
Atama sisteminde de belirli bir zamana kadar "işin ehli" olmanın son derece önemli bir ölçüt olduğu Takvim-i Vekayi'de (Osmanlı Resmi Gazetesi) ifade edilmekteydi. Gazete ve belgelerde yer alan "erbâb-ı dirâyet ve fetânet" (liyakatli ve zeki), "müesser-i ehliyet, gayret ve istikâmet" (liyakatli, gayretli ve doğru yolda) ve "idare-i askeriyede olan liyakati derkar ve gayretşiar olduklarından" (askeri idare hususunda liyakati görülen ve azimli) gibi ifadeler söz konusu ölçütün önemine uygun birer örnek teşkil etmekteydi. Özetle kişinin zekası ile birlikte kabiliyeti, tecrübesi ve azmi dikkat çekici seviyede vurgulanmıştı.
Devşirme sisteminin, tahmin edileceği üzere, suistimale müsait bir yapıda olduğunu da belirtmeliyim. Her ne kadar seçilen çocukların kayıtları çift defter usulü ile kontrol altında tutulsa da daha seçim aşaması dahi sorunluydu. Örneğin, bazı aileler rüşvet vererek kendi çocuklarının devşirme yazılmasını istemişlerdi, bazen de tam aksi söz konusuydu. Türklerin ordu yapılanmasında ve idari sistemde geri planda kalması nedeniyle de sistemin işlerliği bozulmuştu. Özetle, Yeniçeri Ocağının kaldırılması, Türk ve Müslümanlardan oluşan ve yeni bir ordu tasarlanması (Asakir-i Mansure-i Muhammediye) zorunlu hale gelmişti.
- Erken dönemde liyakat tartışmaları ortaya çıkmıştı. En çok kaynak gösterilen, Koçi Bey ve Katip Çelebi yanında pek çok Osmanlı aydını liyakat sisteminin bozulduğuna dair yazılar yazmışlardı. O uyarılar sizce neden dikkate alınmadı?
İfade ettiğiniz gibi, liyakat tartışmaları sadece son dönemlerde değil erken dönemlerde de ele alınmıştır. Dini açıdan bakıldığında, Kuran işin ehline verilmesini tavsiye eder. Ayrıca muhtelif tarihlerde hükümdarlara ülke yönetimi hususunda öğüt vermek üzere çok sayıda eser kaleme alınmıştı. Örneğin, Büyük Selçuklu Veziri Nizamülmülk'ün meşhur eseri "Siyasetname" ve Gelibolulu Mustafa Âli'nin "Nüshatü's Selâtîn" önemlidir.
Söz konusu eserlerde, neler yapılırsa iktidarların daha kalıcı olacağı yazılmıştır. Öte yandan bazı hükümdarlar da idari, ekonomik ya da sosyal kargaşa yaşanan dönemlerde düşüncelerini önemsediği devlet adamlarına, tavsiye mahiyetinde risaleler hazırlatmışlardır. Örneğin, Avrupa gözlemlerini aktaran Ebûbekir Râtib Efendi'nin risalesi bunlardan biridir. Onlar, amaçlanan etkiyi yaratmamış olsa da işe yaramadıklarını söylemek yanlış olur.
Aslında, oldukça büyük bir alana yayılmış olan Osmanlı Devleti'nin merkezde aldığı kararları taşrada uygulayabilmesi de kolay değildi. Dolayısıyla yönetim, merkeze uzak bölgelerde yaşananlara kısa sürede müdahale edemeyeceği ve ayrıca o bölge için vergi gözeten bir politika uyguladığı için genellikle bölgede desteklenen, güçlü idarecileri seçerek görevlendirmekteydi. Agoston'un (Gabor Agoston, A Flexible Empire: Authority and its Limits On The Ottoman Frontiers, International Journal Of Turkish Studies, 9, 2003, pp.15-31.) ifadesiyle bu strateji, bölgenin yapısına göre ayarlanmaktaydı. Doğal olarak kendi askeri gücü olan yerel idareciler, hakimiyetlerini kuvvetlendirecek adımlar atmaya, bireysel sadakati tesis etmeye çalışılmaktaydı. Merkezin kontrolü azaldıkça, yerel idareciler tanıdıkları kişilere görev vererek, kendilerine itaat edecek bir tebaa oluşturmuşlardı. Liyakatsiz yöneticiler merkezde alınan kararların taşrada uygulanmasını engellemişlerdi.
- İncelediğiniz 18 ve 19. yüzyıllara dair arşivlerdeki en önemli bulgular nelerdir?
Çalışmamı zamansal olarak Tanzimat Dönemi ile sınırlandırdığım için bu dönemi hukukî olarak başlatan iradeyi ele almam gerekti. Tanzimat Fermanı olarak da adlandırılan belgede devletin içinde olduğu çıkmazdan bahsedilmiştir. Kanunlara uyulmamış olmasının neticesi olarak ahlaki bozulma ve özellikle rüşvet devletin resmi belgesinde açıkça ifade edilmiştir. Aslında, çözüm olarak yüz elli yıl öncesine geri dönme hedeflenmiştir. Fermanda can, ırz-nâmus ve malın korunacağı, vergi ve askerlikle ilgili kararların herkese eşit şartlarda uygulanacağı belirtilmiştir. Ayrıca, devlet mekanizmasının bu kanunları uygulama noktasında kati kararı ile kişilerin kendilerini emniyet içinde hissedeceklerinin garantisi verilmiştir. Rüşvetin engelleneceği özellikle vurgulanmıştır. (BOA. MFB.48)
Gerçekten de bu dönemde, arşiv belgelerine yansıyan çok sayıda rüşvet hadisesi söz konusudur. Sadece rüşvetle kalmamakla birlikte okurken bu kadar da olmaz denebilecek yolsuzluklar tarihe not düşülmüştür.
Çok sayıda dilekçede de insanların bir memuriyete tayin için kayırılmak istedikleri görülmektedir. Yalnız, "kayırılmak" bugünkü manada torpil yapılması manasında değildir kişinin hakkının korunması, gözetilmesi anlamını da içerir ancak "iltimas edilmesi" (ayrıcalık tanınması, öncelik verilmesi) gibi tabirlere de sıklıkla yer verildiğinden bir himaye kendini göstermektedir.
Taşrada görevden alınan memurlar, kendilerinin yerine eğitimi ve tecrübesi yetersiz olduğu halde başka birinin atanması karşısında şikayette bulunmuşlardır. Göreve layık görülmedikleri için merkeze gönderdikleri dilekçelerde kullanılan ifadeler dikkat çekicidir. Konuyla ilgili bir arşiv belgesine yer verirsek kişinin içinde bulunduğu halet-i ruhîyeyi daha net anlayabiliriz kanaatindeyim. Aşağıdaki belgenin son bölümünde dilekçe sahibi kişi göreve layık görülmemesinin onurunu zedelediği ve ayaklar altında kaldığını hissettiğini ifade etmektedir.
"Bendeleri gayr-ı lâyık göründüğümden ve kadr-i nâmus-ı bendegâneme dokunmuş ve arıma gelmiş ve ayaklar altında kaldım zarûrâtım derece-i zevâle reşîde olmuş bendelerinin desti-kerem olup sınıf-ı âcizâneme cesbân bir kaza müdürlüğüne ez ser nev çerâğ buyurulması bâbında arzuhal takdimine cesâret eyledim ol bâbda fermân hazret-i men-lehül-emrindir."
"Bendeniz göreve layık görünmediğimden namusuma dokundu, zoruma gitti, ayaklar altında kaldım. İhtiyaçlarım son haddine vardı. Acizlerinin elinden tutup dereceme uygun bir kaza müdürlüğüne yeni baştan görevlendirilmeniz için dilekçe göndermeye cesaret ettim. Bu konuda emir ve ferman zatınıza aittir".
- Dr. Uğur Altuğ tarafından, Kanuni döneminde önemli bir göreve gelenlerin yüzde 40 kadarının daha önce görev yapanların aile fertlerinden olduğu belirlenmişti (OMAD Cilt 3- Sayı 5 2016 s 116-128) Osmanlı medreselerinde görev yapan müderrislerin de çocuk yaştaki aile fertlerine unvan verdikleri biliniyor. Bu şekilde akraba ve tanıdıklara öncelik verilmesine arşivlerde rastladınız mı?
Bu dönemde de gerek Avrupa'ya öğrenci gönderilirken gerek önemli makamlara atama yapılırken tanıdık kişilere öncelik verilmiştir. Damat, eş, dost ve akrabaların taşrada görevlendirilmemesi hususunda devlet daha sonra kararlar almak zorunda kalmıştır. Öte yandan, Bab-ı Ali'de yani devletin en üst kademelerinde de akrabalar önemli mevkilere getirilmiş durumdadır.
Örnek vermek gerekirse Tanzimat gibi önemli mali bunalımların yaşandığı dönemde yurt dışında araştırma yapmak üzere ekonomi konusunda bilgili bir kişinin görevlendirilmesi gündeme gelmiştir. Dönemin sadrazamı Giritli Mustafa Paşa, ekonomi ile hiçbir bilgisi olmamasına rağmen "Benim oğlum Avrupa'dayken başka birini görevlendirmek ona hakaret olur." diyerek konunun üzerini örtmeye çalışmıştır. Uzun tartışmaların sonunda hem liyakati olan bir şahıs hem de sadrazamın oğlu görevlendirilmiştir. Bir iki gün sonra da sadrazam azledilmiştir. (Ali Fuat Türkgeldi, Rical-i Mühimme-i Siyasiyye, Kitabevi Yay, 1928, s.12)
- Liyakatsiz yöneticilerin görevi kötüye kullanma ve rüşvet alma kayıtlarına rastladınız mı?
Anadolu ordusundaki bazı görevlilerin devletin parasını ve imkanlarını kendileri için kullanması örnek verilebilir. Yolsuzluk o kadar büyüktür ki soruşturma derinleştikçe, devlet neredeyse rüşvete karışmayan kalmamış endişesi taşımıştır. Babıali konu ile ilgili yaptığı araştırmalarda, üst düzey görevlilerin kendi hayvanlarını orduya fahiş fiyata kiralamış gibi göstererek yüklü miktarda ödeme aldıklarını tespit etmiştir. Anadolu ordusunda muhasebe görevlisi olan Emin Bey'in sorgusunda, hesapların kayıtlı olduğu defterlerin düzgün tutulmadığı, kontrolünün yapılmasına engel olunarak bir nevi oldu bittiye getirildiği ifade edilmiştir. (BOA. A. M. 15-10)
Daha önce de merkezden uzaklaşıldıkça devletin kontrolünün azaldığından bahsetmiştim. Dönemin imkanları göz önüne alındığında, İstanbul'dan Ankara'ya at üzerinde on günde gidilebilirken, bütün ülke sınırlarına ulaşımın ne kadar zor olduğu tahmin edilebilir. Devam eden savaş şartları da kontrolü zorlaştırmıştır. Liyakatsiz yöneticilerin yaptıkları yolsuzluklar engellenememiştir.
Bab-ı Ali'de görev alan bürokratların büyük bir kısmının ciddi anlamda mal varlıkları olduğu, ölümlerinin ardından ortaya çıkan belgelerde (terekelerde) görülmüştür. Hatta benzer çalışmalara konu olan paşaların rüşvete bulaşmamış olması, normal ya da gerekli bir durum değil bir gurur kaynağı, yüksek ahlak olarak ifade edilmektedir. Bu bürokratların ölümlerinden sonra mal varlıkları devlet tarafından geri alınmasını engellemek için göstermelik vakıflar kurarak varislerine gelir sağlayacak yapılar oluşturdukları görülmüştür.
- Bu sorunları çözmek için hangi önlemler alındı? Onlar ne kadar başarılı oldu?
Hem içeride hem dışarıda çok sayıda sorunla uğraşılan 19. yüzyıl, Osmanlı devleti için oldukça hayati bir dönemdir. Merkez, kararlarına uymayanları caydırmak ve özellikle de rüşveti önlemek için kanunlar çıkarmıştır. 1271(1855) tarihli Men-i İrtikâp (Rüşvetin yasaklanması) Kanunu'nda rüşvet suçunu işleyenlere ne gibi cezalar uygulanacağı belirtilmiştir. Buna göre rüşvet alan ya da adamları ile aldıran tebaa-i şâhâneden her kim olursa aldığı meblağ tahsil edildiği gibi bir misli daha alınıp görevinden azledilecektir. İlk defa olarak bu suçu işlemiş ise bir sene hapis ve iki sene sürgünle cezalandırılacaktır. Rüşvet vererek aracılık elde eden kişiler için de aynı maddeler geçerlidir. Eğer kişiler devlet memuru değil ise, rüşvetin iki katı kadar tahsil edildikten sonra sürgün veya hapis söz konusudur.
Ceza kanunlarının dışında, devlet tarafından bürokrasinin ihtiyaç duyduğu nitelikli- liyakatli insan kaynağını oluşturmak için "Mekteb-i Maarif-i Adliye", "Harbiye" ve "Mülkiye" gibi okullar açılmış ve hatta bu okullarda padişahın da yer aldığı yıl sonu sınavları yapılmıştır. Artık sınavlara o kadar önem verilmiştir ki Bab-ı Ali'deki devlet daireleri için bu günler tatil ilan edilmiştir. Böylece liyakatli personel seçilmeye ve yerleştirilmeye çalışılmıştır. Bir taraftan da çalışanların görev alanlarının dışındaki işlerle uğraşmamaları yönünde kararlar alınmıştır.
Bu dönemde de taşrada önemli görevlere gelmek isteyen liyakatsiz kişiler tarafından çok sayıda dilekçe de yazılmıştır. Devlet, gerek görevinden menfaat sağlamak isteyen liyakatsiz memurlar gerekse kendi menfaat ağını kurmaya çalışarak "taşranın efendisi" olmak isteyen yöneticiler hakkındaki şikayetleri yerinde incelemiştir. Ancak döneme genel olarak bakıldığında devletin bu yöndeki faaliyetlerinin yeterli olmadığını söylemek gerekir.
- Osmanlı İmparatorluğunun son döneminde orduda görev alan Atatürk ve İnönü'nün gümüş ve altın Liyakat Madalyaları aldıklarını biliyoruz. Ancak Liyakat Madalyası Sultan II. Abdülhamit zamanında verilmeye başlanmıştı. Tanzimat döneminde bu konuya verilen önemi nasıl özetleyebilirsiniz?
Liyakate önem verildiği için, eğitimli gayrimüslimler de kamu hizmetine alınmaya başlanmıştır. Bu uygulamanın, Müslüman halkın sadakatini olumsuz etkilememesi için özen gösterilmiş ve değişim yumuşak bir geçişle gerçekleştirilmeye çalışılmıştır.
Sadakat sadece bu hususta değil birçok açıdan önemli bir kavramdır. Aşağıdaki Mecidî nişanı incelendiğinde üzerinde gayret ve hamiyet kelimelerinin yanında "sadakat" kelimesinin yer alması bu önemi gösteriyor.
- Yüzyılda yaşanan sorunların 20. ve 21. yüzyıllarda devam ettiğini düşünüyor musunuz?
Evet, bu sorunların günümüzde de devam ettiğini düşünüyorum. Devletin tüm kurumlarının iyi organize olmuş ve etkin bir şekilde çalışmasının sadakat ve liyakat temelli yaşanabilecek olumsuzlukları ortadan kaldırabileceği kanaatindeyim. Ek olarak bu konuda umutsuz olmadığımın altını çizmek isterim. Haklarını bilen ve her koşulda onu gözeten güçlü bir neslin yetiştiğine inanıyorum. Bilgiye erişimin oldukça hızlandığı günümüzde liyakatli, devletine bağlı, liyakatin bir parçası olan sadakatini de hiçbir şekilde kaybetmeyecek nitelikte gençlerimizin olduğunu görmek beni mutlu ediyor.
- Sayın Çerçinli, özetlemek gerekirse tezinizden neler öğrenmeli ve ne dersler çıkarmalıyız? Bu konuda çalışmak isteyenlere neler önerirsiniz?
Ele aldığım kavramlar, itiraf etmeliyim ki, Tanzimat gibi sancılı bir dönemde hedeflenen modernleşme ve beraberinde gelen bürokratik süreçlerin işlerliğini yeniden sorgulatmaktadır.
Tez çalışmamda da gördüğüm kadarıyla devlet, merkeze yakın, başka bir deyişle denetlenmesi kolay bölgelerde yeni kuralları uygulamaya başlamış olsa da himaye sistemini tam olarak aşabilecek bir kontrol mekanizması kuramamıştır. Dolayısıyla adam kayırma başta olmak üzere her türlü liyakat ihlali, nitelikli personele en çok ihtiyaç duyulduğu bu dönemde devleti oldukça zorlamıştır.
Sadakat ve liyakat kavramları ile ilgili çalışma yapmak isteyen kişilere önerilerime gelince, öncelikle bu konunun çok karmaşık olduğunu belirtmek isterim. Bu bağlamda muhakkak hangi disiplini temel alacaklarını, ana ve yan unsurların ne olacağını belirlemeleri oldukça mühimdir. Araştırmacılar tarih, sosyoloji, felsefe, iletişim ya da sanat alanınından birini merkeze koyarak bilimsel perspektiflerini oluştursunlar ama onu besleyen yan dalları da belirlesinler. Örneğin, iletişim alanında sadakat kavramının sanata yansımasını çalışacaklarsa mimari ve tarih yan kaynaklarından yararlanabilirler.
SON SÖZ: 19. yüzyıl arşivlerine göre, Osmanlı Devleti'nin aldığı bütün önlemlere rağmen, asırlardır yaşanan liyakat sorunu çözülememiştir.