Göz bebeğimiz Antalya'nın güzelim Düden Şelalesi'nden ölü balıkların aktığını görünce içim parçalandı. Yıllardır renkli akan derelere sessiz kalarak ülkemize verdiğimiz zararı düşündüm. Kuraklık nedeniyle nehirlerin seviyesi azaldıkça sudaki zehirli kimyasalların etkisi fark ediliyor.
Göller ve barajlar kurudukça oralarda birikmiş tonlarca çöp ortaya çıkıyor. İçme suyunu elde ettiğimiz bu kaynakları bile koruyamadığımızı görüyoruz. Küresel ısınma ilerlerken, su kaynaklarımıza ve topraklarımıza karşı sorumsuz bir şekilde davranmaya devam ediyoruz. Bu gidişle Anadolu'yu gelecek nesillere bir sorunlar yumağı olarak teslim edeceğiz.
Ben Düden Şelalesi'ndeki ölü balıkları, küresel iklim krizinde Türkiye için bir işaret fişeği olarak kabul ediyorum. Yüzey ve yeraltı sularındaki kirlilikten dolayı yaşanacak sorunların bu çarpıcı örneğinden nasıl bir ders çıkarmamız gerektiğini tartışmanın zamanı geldiğini düşünüyorum. Bu yazıda Anadolu'nun iklim krizinden en az hasarla çıkması için bir strateji önermek istiyorum.
Türkiye için iklim krizi daha yeni başlıyor
Türklerin 1071 yılında Orta Asya'dan Anadolu'ya girişinin nedenlerinden biri iklim değişikliği olabilir. Son yıllarda yapılan araştırmalar o sırada dünyada sıcak bir dönemin yaşandığını gösteriyor. Aslında tarihteki çoğu göçler kuraklık ve kıtlıkla ilişkilendirilir. Günümüzde Avrupa'ya ve Kuzey Amerika'ya yönelen insanların, küresel ısınma devam ettikçe çoğalması bekleniyor.
Son dönemde Meteoroloji Genel Müdürlüğü, NASA, Dünya Yaban Hayatı Fonu (WWF) ve sivil toplum kuruluşları tarafından yayınlanan raporlar Türkiye için kuraklık uyarıları içeriyor. Bu yüzyıl içinde kışın 4 ve yazın 6 dereceye kadar sıcaklık artışları görülmesi bekleniyor. Buharlaşma ile yağışlardaki düzensizlik bir araya gelince havzalarımızdaki su miktarları daha da azalacak. Mevcut tarım ürünlerini yetiştirmeye devam edersek hasatta yüzde 20 civarında düşüş olacak. İklim krizinin ne kadar ciddi bir sorun olacağını buradan anlayabiliriz. İklim krizi sosyal ve ekonomik etkileri yanında sağlık sorunları da yaratıyor. Öte yandan fırtına ve sel felaketlerinin artışı da can ve mal kayıplarına neden oluyor. Gençlerin iklim krizini ciddi bir sorun olarak görmesi doğal.
Bütün bilimsel çalışmalar, Malazgirt'in 1000. yılına yaklaşırken Türkiye'de sıcaklık artışı ile tarım ve hayvancılığa dayalı sektörlerin olumsuz bir şekilde etkileneceğini gösteriyor. Buna karşılık, kutuplara yakın oldukları için günümüzde kısa dönemli tarım yapılabilen ülkeler küresel ısınmadan faydalanacak. Örneğin, Rusya'nın sahip olduğu geniş topraklar tarım ve hayvancılık için bir stratejik güce dönüşecek. Küresel tarım, hayvancılık ve gıda sektörlerinde değişecek dengeleri öngörmemiz gerekiyor.
Türkiye'de konut, sanayi ve tarımın çarpık yapılaşması
Ülkemizde birçok yerleşim merkezi ve sanayi bölgesi bilimsel planlama ve çevre etki değerlendirmesi yapılmadan kurulmuştur. Nehir yataklarına inşa edilen gecekondular ve iş yerleri sel geldiğinde yıkılıyor. Ayrıca bazı belediyelerin su dağıtım şebekesindeki kayıp ve kaçaklar çok yüksek.
Gecekonduların yaygınlaşmasına benzeyen süreç bazı sanayi kuruluşları için de gerçekleşmiştir. Fabrikaların bir kısmı atık sularını derelere ve göllere boşaltıyor. Yapılan ciddi çalışmalara rağmen Ergene ve Gediz gibi nehirler kirlilikten kurtulamıyor. Termik santraller tarım üretimini etkileyecek şekilde hava kirliliği yaratıyor. Birbirine yakın olarak kurulan çok sayıda su şişeleme tesisi ve hidroelektrik santralleri derelerde doğal yaşamı tehdit ediyor. Ne yazık ki bu sorunları öngöremiyoruz, ancak onlarla karşılaştıktan sonra çözüm aramaya başlıyoruz.
Çarpık yapılaşma sorunu tarım ve hayvancılık için de geçerli. Su kaynaklarının sınırlı olduğu bölgelerde bile çok su gerektiren tarım ürünleri yetiştiriliyor. Hayvancılık faaliyetleri de çok yüksek miktarda su tüketimine neden oluyor. Yeraltı sularının artan bir şekilde tüketilmesinden dolayı seviyeler sürekli düşüyor. Bir taraftan da kimyasallar yeraltı sularına karışıyor. Bilinçsiz sulama nedeniyle topraklar tuzlanıyor.
Türkiye'de Konya, Kızılırmak, Ceyhan ve Meriç-Ergene gibi birbirinden çok farklı özelliklere sahip 25 kadar su havzası var. Bir havzada deniz suyunun yeraltı sularına karışması sorunu yaşanırken, bir başkasında sorun kimyasal kirlilik. Bir başkasında ise termik santral tarım arazilerine zarar veriyor. İklim krizinin yaratacağı sorunlar mevcut çarpık yapılaşma ile daha da büyüyecek.
Kamu kuruluşları ve akademisyenler tarafından havzalar için yapılan çalışmalar çok değerli. Ancak bir kısmında hedefin mevcut yapıları fazla değiştirmeden sürdürülebilir hale getirmek olduğunu görüyorum. Örneğin kentsel dönüşüm projeleri geniş yeşil alanlar içeren sürdürülebilir şehirler yaratmayı hedeflemiyor. Çevreye zararlı atık salan fabrikalara arıtma tesisi yaptırmak sorunu halletmiyor. Zaten mevcut arıtma tesislerinin kimisi doğru tasarlanmadığı için, kimisi de işletme maliyeti yüksek olduğu için etkin çalıştırılamıyor. Bir taraftan da ülkemize atık ithalatı yapılıyor. Ortaya çıkan bu tablonun havzalara etkisi konusunda bütünsel bir bakışımız yok.
Ben bu gidişle birçok havzanın sağlıklı bir şekilde yönetilmesinin mümkün olmadığını düşünüyorum. İklim krizinin yaratacağı sorunları da göz önüne alarak havzalarımızı yeniden yapılandırmalıyız.
İklim krizi için sürdürülebilir havza modeli
Nüfusumuzun 2071'de 100 milyona yaklaşması bekleniyor. Bu nüfusun nerede ikamet edeceğini ve hangi ihtiyaçlarını nasıl karşılayacağını düşünerek su havzalarında sürdürülebilir bir model oluşturmalıyız. Ancak bu bütünsel dönüşüm uzun vadeli bir proje gerektirecektir. Bence gerçekçi bir yol haritası gelecek elli yıllık dönemi kapsamalıdır.
Her bir su havzası için yerleşim, tarım, hayvancılık, balıkçılık, ormancılık ve sanayi sektörlerini içine alan biyoekonomik faaliyetler için bütünsel ekosistem modeline ihtiyaç var. Örneğin, yeni tarım ürünlerini seçerken az su kullanan bitkilere öncelik vermeliyiz. Öte yandan ucuzlaması beklenen teknolojiler kullanılarak rüzgâr ve güneş gibi yenilenebilir enerji kaynaklarını yaygınlaştırmalıyız. Bu alanlara yatırım yaparken de olası çevresel etkilerin değerlendirilmesini göz ardı etmeyelim.
Havzaların yeniden yapılandırılması işsiz gençler için önemli miktarda istihdam yaratacaktır. İnşaat, yenilenebilir enerji, tarım, hayvancılık ve ilgili sektörlerdeki projelerde görev alacak gençler meslek sahibi olacaktır. Tarım ve hayvancılığa dayalı biyoekonominin geliştirilmesi kırsal kalkınma ve istihdam yaratarak kentlerden köylere dönüşü sağlayabilir.
Şehirlerde kentsel dönüşümdeki başarısızlıktan ders alarak havzaların dönüşümü için çok daha etkin bir model oluşturmakta yarar var. Örneğin, bütün yerleşim alanlarında yağmur sularının toplanması, arıtılmış sular ile yeşil alanların ve tarım alanlarının sulanması sağlanmalıdır. Bu amaçla kentlerde özel bir su şebekesi tesis edilmelidir. İçme suyu ile park ve bahçelerin sulanması artık engellenmelidir.
Havzalarımızı yeniden yapılandırırken Hollanda ve Belçika gibi küçük ölçekli ülkeler örnek alınabilir. Bu ülkelerin tarım ve gıda ürünleri ihracatında nasıl üst sıralara çıkmayı başardıklarını irdelemeliyiz. Özellikle de onların yüksek katma değerli ürünlerden oluşan biyoekonomi ile ilgili stratejilerini incelemeliyiz.
Sürdürülebilir havzaların tasarlanabilmesi ve yönetilmesi için ilgili kamu kuruluşlarının üniversiteler ve sivil toplum kuruluşları ile birlikte çalışması gerekecektir. Tarım, ormancılık ve hayvancılık eğitimli insanlar tarafından yapıldığı zaman yüksek katma değer oluşturulabilir.
Havzalarımızın çoğu birden fazla ilin sınırları içine giriyor. Bu şekilde idari açıdan parçalara bölünmüş havzalar için bütünsel strateji oluşturularak iklim krizine yönelik koordinasyon sağlanabilir. Ancak bu şekilde gerekli yol haritasını oluşturmak ve uygulamak mümkün olacaktır.
Son söz
Balık ölümlerine ve kuruyan göllere bakılırsa bazı havzalarımız iklim krizine karşı hazırlıklı değil. Bu bölgelerde kısa sürede bütünsel bir dönüşüm beklemek gerçekçi olamaz. Örneğin vahşi sulama yapmaya alışan çiftçilerin ürünlerini değiştirmeleri kolay değil. Çevreyi kirleten sanayi kuruluşlarının teknolojilerini yenilemeleri veya taşınmaları da uzun zaman gerektirecektir.
Ülkemizin bekası açısından su havzalarının sürdürülebilir ekosistemler olarak 2071 yılına kadar yeniden yapılandırılmasını öneriyorum. Ancak elli yıllık bir yol haritasının bütünsel havza tasarımı için uygulanabilir olacağını düşünüyorum. Yeni yapılanmanın bir amacı da bu dönemde yüksek katma değerli biyoekonomi sektörlerini oluşturmak olmalıdır.
İklim krizine hazırlanmak için havzalarımızda sürdürülebilir yönetimi sağlayarak Anadolu'yu yeniden kazanabiliriz. Ancak bu şekilde 2071 yılında gençlere çarpık yapılaşmadan arınmış yemyeşil bir ülke teslim edebiliriz.