Talat Çiftçi

05 Eylül 2021

Danimarka’dan bir bakış: Türkiye için 209 üniversite kaynak israfıdır

Doç. Dr. Erdal Kayacan: Türkiye derhal üniversite sayısını düşürerek kaynaklarını az sayıda ama seçkin üniversitelere yönlendirmelidir. Araştırma-geliştirme bütçelerini az sayıda ve dikkatle seçilmiş araştırmacılara ayırmalıdır.

Şimdi sizlere, yapay zekâ ve robotik uygulamaları üzerine uzmanlaşan Doç. Dr. Erdal Kayacan’ı tanıtmak istiyorum. Erdal Kayacan, 2011 yılında, Boğaziçi Üniversitesi, Elektrik ve Elektronik Mühendisliği Bölümü’nden doktora derecesini aldı. 2011-2014 yılları arasında Leuven Katolik Üniversitesi’nde (KU Leuven) tarımsal robotlar üzerine doktora sonrası araştırmalar yaptı ve Belçika’nın ilk tam otonom ve akıllı traktörünü tasarladı. 2014-2018 yılları arasında Nanyang Teknoloji Üniversitesi’nde (Singapur) yardımcı doçent olarak çalıştı. Yapay zekâ ve robotik alanlarında birçok projeye imza attıktan sonra, "Robotikte Yapay Zekâ” laboratuvarını kurmak üzere 2018 yılında Aarhus Üniversitesi’ne (Danimarka) taşındı. Araştırma alanları yapay zekâ algoritmaları ile robotlarda zekâyı geliştirmek olan Erdal Kayacan, uluslararası Elektrik ve Elektronik Mühendisleri Enstitüsü’nün (IEEE) kıdemli üyesi, robotik alanında lider konumda olan iki bilimsel derginin editörü ve bulanık yapay sinir ağları konusunda iki ders kitabının da yazarıdır. Yapay zekâ ve robotik alanlarında birçok ulusal ve uluslararası kongreye davetli konuşmacı olarak katılmıştır. 150’den fazla uluslararası hakemli dergi ve konferans yayını vardır. (http://www.erdal.info)

Erdal Hocam, geçen yıl pek çok ülkede pandemi döneminden sonra geleceğin dünyasının nasıl olacağı tartışılıyordu. Şimdi ise orman yangınları, sel felaketleri ve yollara düşen milyonlarca insanı konuşuyoruz. Danimarka son birkaç yılı nasıl geçirdi?

Danimarka, yaklaşık 5,7 milyon insanın yaşadığı ve neredeyse İstanbul’un dörtte biri boyutunda küçük bir Avrupa ülkesi. Genel olarak insanların birbirine güvendiği, hayatın sakin aktığı, iş-özel hayat dengesinin daima göz önünde bulundurulduğu, yolsuzluğun neredeyse hiç olmadığı, suç oranlarının düşük olduğu, devletin ihtiyacı olan herkese yardım etmeye çalıştığı bir ülke.  

Danimarka, işsizlik oranı çok az olan (2020’de %5,66), işsizlik sigortası sistemi etkin şekilde çalışan, eğitim ve sağlık hizmetlerini ücretsiz olarak sunan bir ülke. Sırf bu kadarını söylemek bile, Danimarka’nın temel politik ve ekonomik problemlerinin hemen hepsini çözmüş bir ülke olduğunu ifade etmek için yeterli sanıyorum. Danimarka, ayrıca kadın hakları ve kadınların çalışma hayatına etkin şekilde katılması (kadınların işgücündeki oranı %70’in üstünde), fikir ve ifade özgürlüğü, seküler toplum düzeni ve dinin özgürce yaşanması ancak toplumsal hayatta hiç belirleyici olmaması gibi konuları seneler önce çözmüş bir toplum. Göç konusunda fazla dikkatli olması, ülkenin tam manasıyla sosyal bir devlet olmasından kaynaklanıyor. Yardıma muhtaç geniş bir kesimin ülke içinde olması Danimarka toplumu için bir sorun olarak algılanıyor. Bu sebepten, salgın ülkenin en büyük problemi halinde. Danimarka devleti bu süreçte toplumun her kesimine milyarlarca Euro destek verdi ve insanların salgından en az etkilenmesi için büyük çaba sarf etti.

Yeni normal olarak tanımlanan geleceğin dünyasında herkes yapay zekâ ve robotların daha fazla rol alacağını ve iş dünyasının değişeceğini konuşuyor. Bir yapay zekâ uzmanı olarak sizin geleceğin dünyasına bakışınızı öğrenmek isterim. 

 Yapay zekânın geleceğin dünyasına şekil veren teknolojilerden birisi olduğu artık tartışmasız bir gerçek olarak kabul ediliyor. Endüstri 4.0 sonrasında, yapay zekâ ile birlikte dijital ikiz ve akıllı fabrikalar gibi kavramlar da hayatımıza girdi. Tüm bu teknolojilerin mutlak etkisi, üretimde daha sofistike teknolojiler kullanarak daha az işçiye ihtiyaç duymak olacaktır. Hatta bir süre sonra, hiç işçi çalışmayan, sadece robotların üretim yaptığı fabrikalar görmeye başlayabiliriz. Bu durum, ucuz işçiliğe dayalı, katma değeri düşük ürünleri üreterek büyüme modelini tercih etmiş ülkeleri çok olumsuz yönde etkileyecektir. Çünkü yakın gelecekte gelişmiş ülkeler, ucuz iş gücüne ihtiyaç duymayabilir ve insansız akıllı fabrikalarda bu ürünleri üretebilirler. Böylesi bir durum, gelişmekte olan ama özellikle ucuz iş gücüne dayalı ekonomileri yıkıcı bir felaket olarak etkileyecektir. Sadece hizmet sektörüne güvenmek zorunda kalacak ve üretimden tamamen kopacak olan ülkelerin uzun vadede kaybedecek olması çok net olarak ufukta görülüyor. Bana göre gelişmekte olan ülkeler, yaklaşan bu treni görmeli ve bu trenin altında kalmadan, lokomotiflerine binmenin yollarını şimdiden düşünmeye başlamalı. Yeni bir endüstri devrimi geliyor ve bu devrime kayıtsız kalanlar kaybedecek. 

Geleceğin eğitim dünyasında yapay zekânın rolü veya genel anlamda eğitimin rolü ne olacak?

EK: Geleceğin eğitim dünyasında, özel olarak yapay zekânın bir rolünden çok, genel anlamda eğitimin öneminden söz etmeliyiz. Feodal dönemde toprak büyüklüğünün belirleyici etkisinden, endüstri devrimi sonrası sermayenin önemli olduğu bir döneme geçtik. Şimdi neredeyse sadece eğitimli insan gücünün önemli olduğu bir döneme doğru ilerliyoruz. Geleceğin dünyasında iki tür ülke görüyorum: insanlarını iyi eğiten, katma değeri yüksek ürünleri üreten, bilim ile dost ülkeler ve insanlarını iyi eğitmeyen, bilim ile kavgalı ve muhtemelen kaybedecek olan ülkeler.

 TÇ: Eğitim, teknoloji ve sosyal gelişmişlik konularında son yıllarda hep İskandinav ülkelerinin öne çıktığını görüyoruz. Örneğin Finlandiya gibi küçük bir ülkenin eğitim sistemi ve teknoloji şirketleri Türkiye’de de çok tartışıldı. Gregoriy Petrov’un “Beyaz Zambaklar Ülkesinde” isimli kitabını neredeyse yüz yıldır okuyoruz. Sık sık eğitim reformu yapıyoruz. Buna karşılık PISA puanlarımız iyileşmiyor.  Danimarka’nın eğitim konusuna yaklaşımını özetler misiniz? 

Bir ülkenin eğitim sistemi, o ülkenin sanayideki temel tercihlerinden, hukukundan ve diğer sosyoekonomik koşullarından bağımsız düşünülemez. Danimarka, üreterek büyümeyi amaç edinmiş bir ülke olarak, petrol-doğal gaz gibi yer altı kaynakları çok az olduğu için, zengin kalmasının tek yolunun insanlarını iyi eğitmek olduğunu iyi biliyor. Bu sebepten eğitim sistemi ile sürekli oynamak kimsenin aklından geçmiyor. Eğitim, kesinlikle siyaset üstü bir konu ve kararlar tamamen bilimsel gerçeklere bakılarak uzun vadeli hedefler doğrultusunda ve geniş mutabakat ile alınıyor. Son dönemde, liselerde yeni bir öğrenim planı yapılmak istendi ve bir kısım üniversite öğretim üyesi de bu plana destek verdi. Amaç içeriği hafifletip, derinliği arttırmanın yanında, gerekli konulara daha çok zaman harcamaktı. Daha sonra eğitim bakanlığı geri adım attı. Ama önümüzdeki yıl yine bir değişiklik fikri gündeme gelebilir. En son 2017’de liselerde müfredat değişikliğine gidildi. 

Danimarka’nın ilk ve orta öğrenim sistemini merak ediyorum. Danimarka meslek lisesi meselesini nasıl hallediyor?

Danimarka’da ilk öğretimden sonra (9 veya 10 yıl olabiliyor), öğrenciler 2 veya 3 yıllık öğrenim görerek, meslek sahibi olabiliyorlar. Toplumda her mesleğin iş bulma şansı benzer olduğu için ve yaklaşık benzer maaşlar aldıkları için öğrenciler rahatça meslek liselerine yönelebiliyor. Ayrıca Danimarka’da, öğrencilere SU (Statens Uddannelsesstøtte) adı verilen karşılıksız devlet desteği mevcut. Öğrenci 18 yaşına geldiğinde, lisede veya üniversitede bu geri ödemesiz desteğe hak kazanıyor. Böylece birey 18 yaşında, ekonomik bağımsızlığını kazanıp, ailesinden uzakta da yaşayabilirken, hızlıca olgunlaşmasına da katkı verilmiş oluyor. Ayrıca, Danimarka’da öğrenciler 13 yaşından itibaren yarı zamanlı çalışabiliyor. Okullarda da gönüllü çalışma imkânları var, böylece genç kuşak hayatın içine her şeyi tecrübe ederek dahil olabiliyor. Üniversiteye girişte ana kriter olarak değil ama yardımcı kriter olarak “sivil toplum puanı” diyebileceğimiz bir kriterden de söz edebiliriz. Eğer bir öğrenci sivil toplum kuruluşlarında görev almış ise, gönüllü toplum hizmetleri yapmış ise, belli dernek ve sendikaların eğitim programlarına katılmış ise, üniversiteye girişte bu puan rol oynayabiliyor. 

Genel olarak Danimarka eğitim sistemine değindiniz. Şimdi uygulamaları daha tanımamız için Danimarka özelinde çalışan birkaç örnekten bahseder misiniz?

Özetle Danimarka eğitim sisteminde ezberci eğitim yerine daha çok tartışma, eleştirme, sorgulama ve anlamaya yönelik bir metot kullanıldığını net şekilde söyleyebilirim. Danimarka eğitim sisteminde, eğitimin didaktik hedeflerinin yanı sıra, kadına saygı, cinsiyet eşitliği, toplumun genelinden farklı kişisel tercihlere saygı, çoğulcu demokrasi, insana ve doğaya saygı gibi değerler çocuklara aşılanıyor. Bu özgürlük ortamında, bireylerin daha üretken hale geldiğine inanılıyor. Burada “dannelse” kavramından söz etmek isterim. Tam bir Türkçe karşılığı olmayan ama en yakın anlamı ile mesleki olmayan, karakter oluşturmayı hedefleyen, çok yönlü bireyler yetiştirmeyi de içeren; aslında kısaca “insan ile evren arasında bağlantı kurmaya dönük” bir eğitimde amaçlar bütünüdür. Almancada “Bildung” kavramı ile benzer anlamdadır.

Prusyalı filozof Wilhelm von Humboldt (1767–1835), eğitimi kısa süreli ve insanlara belli becerileri kazandırmayı amaçlayan bir süreçten daha ziyade, hayat boyu devam eden ulvi bir süreç olarak tanımlıyor. Almancada, “Bildung” ve “Erziehung”, eğitim ve öğretime karşılık gelecek şekilde anlaşılıyor. Tüm bu düşüncelerin sonucu olarak, Danimarka’da “Efterskole” gibi klasik bir okul olmaktan çok, okulun devamı gibi düşünülebilecek, insanları ömür boyu eğitim vermeyi amaçlayan kurumlar oluşturulmuş. Efterskole adı verilen okullarda, 14-18 yaşları arasında gençleri bir yetişkin olma yollarında desteklemek amacıyla, bir veya iki yıl süre ile eğlenceli bir eğitim veriliyor. Bu okullar yatılı olduğu için, öğrenci ve öğretmenler gün boyu beraber vakit geçiriyor. Bu sürenin, öğrencilerin kişiliklerinin oluşmasında çok değerli olduğu düşünülüyor ve yapılan araştırmalara göre, bu okullara giden gençlerin sonraki yıllarda yüksek eğitimde daha başarılı ve daha olgun bireyler olduğu belirleniyor. Efterskole adı verilen okullar, kendiliğinden ortaya çıkmış değil, demokratik Danimarka toplumunu kurgulamakta görev almış ve özenle tasarlanmış okullar. 

Yakın zamana kadar her yönden yükselişe geçen Güney Doğu Asya’da ve özellikle de Singapur gibi ilginç bir ülkede çalıştınız. İskandinav ülkeleri ile Güney Doğu Asya’yı kıyasladığınızda hangi benzerlikler ve farklar öne çıkıyor? 

İskandinav ülkeleri ile Asya ülkeleri arasında çok ciddi farklar var. Asya ülkeleri genel olarak yukarıdan aşağıya örgütlenen ülkeler ve toplumlar olduğu halde, İskandinav ülkeleri aşağıdan yukarı örgütlenen ülkeler. Asya ülkelerinde devlet kararlarını toplum çoğu zaman sorgulamadan kabul ederken, İskandinav ülkelerinde neredeyse her devlet kararı toplum tarafından sorgulanıyor. Örneğin, Danimarka’da bir mahallede bir süpermarket açılacak ise, Belediye tarafından o bölgede yaşayan herkese mektup gidebiliyor ve insanlara söz konusu projeye itirazları olup olmadığı soruluyor. Eğer bölge sakinleri projeye çoğunlukla “hayır” diyorsa, o proje rafa kalkabiliyor. Danimarka toplumunda siyasi veya siyasi olmayan yöneticiler, “eşitler arasında birinci” kavramı ile özetlenebilecek, demokrasiyi içselleştirmiş insanlar arasından seçiliyor. Bu şekilde davranmayan ve biraz kibre kapılan siyasetçinin bir sonraki seçimde pek şansı olmuyor. 

Türkiye’de iş dünyası üniversite mezunlarını yetkinlik açısından istihdama uygun bulmuyor. Bir taraftan da yeterince meslek lisesi mezunu bulunamıyor. Danimarka’da iş dünyası hakkında bilgi verebilir misiniz?

Türkiye’de iş dünyasının üniversite mezunlarını yetkin bulmayışını gerçeklikten kopmak olarak ve resmin tamamını görmemek olarak algılıyorum. Bu noktada benim sorum şu: Türkiye’de iş dünyasının iyi eğitimli üniversite mezununa ne kadar ihtiyacı var? Türkiye’nin toplam ihracatında yüksek katma değerli ürün yüzdesi, Dünya Bankası verilerine göre, 2019 yılında, yüzde 3. Bu rakam çoğu doğu bloku ülkesinden daha düşük. Eğer bir ülke katma değeri yüksek, ileri teknoloji ürün üretmiyorsa, neden iyi eğitimli üniversite mezununa ihtiyaç duysun ki?

Danimarka’da insanlar hizmet sektöründen çok, üretimde çalışıyor. 5,7 milyonluk ülkenin Maersk, Vestas, Lego, Universal Robotics ve Novo Nordisk gibi devasa şirketleri var. Sadece Novo Nordisk, dünya insülin pazarının yaklaşık yüzde 50’sini elinde tutuyor. 2021 yılı itibariyle, Danimarka’da 2363 yüksek teknoloji şirketi var. Bu şirketlerin Danimarka Gayri Safi Yurtiçi Hasılasına (GSYİH) katkı oranı yüzde 16. Bu oran toplam Danimarka ihracatının yarısına yakınına tekabül ediyor.  Eğer bu kadar üretim yapıyorsanız, tabii ki üretimde kalifiye insana da ihtiyaç duyuyorsunuz.

Kısacası, Türkiye meslek liselerinin kalitesini sorgulamaktan önce, büyümesini tüketim, inşaat ve hizmet sektöründen üretime kaydırmalı ve önce iyi meslek liseliye ihtiyacı olan bir büyüme modeli yaratmalı diye düşünüyorum. Gerek iş insanları örgütleri gerekse sendikaların problemi doğru teşhis etmesini ve meslek liselerini eleştirmekten bir adım öteye gitmesini beklerim.

Türkiye’de her yüz kişiden dokuz kadarı üniversite öğrencisi. Oysa Almanya’da, İsviçre’de ve Japonya’da bu oran kabaca yüz kişide üç civarında. Türkiye’yi diğer ülkelerle de karşılaştırarak, bu rakamlara nasıl bakıyorsunuz?

Danimarka’da 2020 yılında, kayıtlı tüm üniversite öğrencilerinin sayısı 150,000 civarında. Bu oran yüzde 2,7 yapıyor. Sizin bahsettiğiniz yüzde 3’lük oranın Danimarka’da da geçerli olduğu söylenebilir. Dolayısıyla, Danimarka’nın durumundan ziyade bir miktar Türkiye’ye değinmek isterim. Türkiye’de gereğinden çok fazla üniversitenin ve üniversite öğrencisinin var olduğunu düşünüyorum. Bu kadar çok üniversite, her şeyden önce kaynakların verimsiz kullanımına yol açıyor. Türkiye’de şu anda 209 üniversite var, fakat ülkenin araştırma-geliştirmeye harcayabileceği kaynak ve üretim gücü göz önüne alınırsa, Türkiye için en fazla 30-35 üniversite yeterlidir, diye düşünüyorum. Diğer tüm üniversiteler, meslek yüksek okullarına ve hatta bazıları ileri liselere dönüştürülebilir. Kişisel düşünceme göre, bu dönüşüm ile topluma daha anlamlı katkı sağlayacaklardır.

Danimarka’da üniversiteye giriş sistemi bizde olduğu gibi merkezi bir sınavda test çözerek mi oluyor? Öğrencilerin yetkinliklerine değer veren üniversiteler var mı? 

Danimarka’da merkezi bir üniversite sınavı yok, fakat öğrenciler lisede merkezi sınavlara giriyor. Herhangi bir lisede, öğretmen kendi öğrencisinin sınav kâğıdını çoğunlukla okumuyor. Merkezi bir sistem sınav kâğıtlarını başka öğretmenlere okutuyor. Bu şekilde, lise notlarında adaleti ve standardizasyonu sağlıyorlar. Lise bitirme notları ve tabii ki öğretmenlerin yaptığı sözlü sınavların da etkisi var. Güzel sanatlar, konservatuar ya da çizim üzerine odaklı bölümler, tabii ki yeteneklere bakarak da öğrenci alıyorlar. Üniversitelerin bazı bölümleri girişler için belli kriterler koyabiliyor.  Mesela bir üniversitenin bir bölümü Matematik A seviyesinde sözlü ve yazılıdan ortalama 7 olacak şekilde bir kriter belirleyebiliyor. Fakat öğrenci notlarına göre alım yapan sistem, çok sert ve değişmez değil. Öğrenciye her zaman ikinci bir şans veriliyor; şöyle ki bazı okullarda öğrenciler üniversite öğrenimlerine yetmeyen notlara sahip olduklarında yoğunlaştırılmış bir programla eksikliklerini tamamlayıp notlarını yükseltebiliyorlar. 

Danimarka üniversitelerinde dersler sırasında vaka ve proje yapılıyor mu?

Danimarka’da üniversite eğitimi uygulamanın tamamen içinde. Öğrenciler çok sayıda projede çalışıyor. Öğrencilerin proje sunumlarından bazılarına şirketler de katılıyor. Lisans bitirme ödevleri çok ciddiye alınıyor. Projelerde grup çalışması yapılarak bireysellikten başka paylaşımcı ve sürekliliği destekleyici bir amaç da güdülüyor. Aslında, Danimarka’da öğrencilere daima bireylerin teker teker başarısından çok, toplumun bir bütün olarak başarılı olması gerektiği öğretiliyor. Bu anlamda, Danimarka’da bireyler, daima kendilerini toplumun bir parçası olarak görüyor ve bu sorumluluk ile hareket etmesi gerektiği öğretiliyor. 

Birçok ülkede ve Türkiye’de TOBB-ETÜ gibi bazı üniversitelerde uzun staj uygulamaları var. Aslında tıp eğitimi de uzun staj kavramına uygun. Danimarka üniversitelerinde öğrencilerin iş yerlerinde ne kadar süre staj yapmaları gerekiyor?

 Singapur’da çalışırken, staj konusunun daha sistematik olduğunu görmüştüm. Öğrenciler bir dönem bir şirkette çalışıyor ve staj raporları üniversite tarafından ciddi şekilde ele alınıyordu. Danimarka, staj konusunda bu kadar sert ve kuralcı değil. Fakat bunun bir dezavantaj olduğunu sanmıyorum, çünkü eğitim baştan sona kadar sanayi ile iç içe ilerliyor. Öğrencilerin stajda geçirdiği zamanın verimliliği sorgulanabilir. Bu konuda, toptancı bir yaklaşımı doğru bulmuyorum. Kişisel düşünceme göre, doğru bir eğitim staj ile de olur stajsız da olur. Eğitimin devasa problemleri içinde, staj konusu temel belirleyici etken değil ve bence daha çok eğitimin temel felsefesine konsantre olmak gerekiyor. 

Danimarka’da lisansüstü öğrencilerin staj yapmaları söz konusu mu?

Lisansüstü öğrencilerin staj yapması söz konusu değil. Fakat çoğu yüksek lisans tezi uygulamanın içinde. Şirketler ile yapılan tezler de söz konusu. Ayrıca Danimarka’nın öncü olduğu bir sistem de “Endüstriyel doktora” programı. Bu programda öğrencinin maaşının yarısı şirketten, yarısı da devletten geliyor. Öğrenciler zamanlarının yarısını şirkette, yarısını üniversitede geçiriyor. Bu durumda, çok daha uygulama odaklı doktora tezleri çıkabiliyor. Doktora öğrencisi, sanayinin gerçek problemlerine konsantre olurken bir yandan da akademik ürün veriyor. Bu doktora sonrasında, öğrenci dilerse sanayide doktoralı araştırmacı olarak devam edebilirken, dilerse üniversiteye akademisyen olarak geri de dönebiliyor.

Görev yaptığınız Aarhus Üniversitesi dünya sıralamalarında ilk yüz civarında yer alıyor. Bizim üniversitelerimiz bazıları ilk bin arasına girebiliyor. Aarhus Üniversitesi’nin ülkemizdeki üniversitelerden en önemli farkları sizce nelerdir?

Aarhus Üniversitesi’nin Türkiye’deki üniversitelerden temel farkları büyük resmin küçük bir parçası. Asıl büyük resim, ülkenin üretime dayalı bir büyüme modeline geçmesi ve yüksek katma değerli ürün üretmek amacında olması. Sonrasında, anaokulundan üniversiteye kadar tüm eğitimin, belli inanç ve ideolojilerden soyutlanıp, sadece bilimsel esaslara dayalı olarak planlanması. Hukuk sistemi ve diğer koşulların da şirketleri, yeni fikirleri, buluşları destekler şekilde kişilere ve şirketlere tarafsız ve bağımsız bir kanuni güvence sağlaması gerekliliği de işin ikincil katmanı. Bütün bu büyük taşlar yerinde oturduktan sonra, planlama işin nispeten kolay ve sonradan gelecek olan kısmı; ki bu aşamada devlet öncü rol oynamalı. Sanayisi kuvvetli olmayan ülkenin üniversiteleri de kuvvetli olamaz. 

 Aarhus kamu kuruluşları ve iş dünyası ile ne şekilde iş birliği yapıyor? Projeler nasıl belirleniyor?

Bir ülkede kamu kuruluşunun üniversite ile iş birliği yapması için iki temel şartın sağlanması gerekli. İlki, kamu kuruluşunun üniversiteye ihtiyaç duyması. İkincisi ise, bu ihtiyacı finanse edebilecek kaynağa sahip olması. Danimarka’nın kamu kurumları bu şartların ikisinde de problem yaşamadığı için, üniversiteler ile yakın ilişki içindeler. Örneğin, Aarhus Belediyesi, Aarhus Üniversitesi ile yakın şekilde çalışıyor.

Türkiye’de özellikle meslek eğitimi ve yükseköğrenim için neler önerirsiniz? 

Bana göre temel sorular şunlar: Toplamda kaç üniversiteye ihtiyacımız var? Hangi bölgelerde hangi üniversiteler hangi bölümleri açmalı? 

Türkiye’nin her şehrinde elektrik elektronik, makine mühendisliği gibi, laboratuvarları pahalı bolümler açmak, kaynakları verimsiz kullanmak demek. Türkiye’nin, insanlara zor ve agresif gelse de bence üniversite sayısını derhal 30-35 civarına çekmesi gerekiyor.  Ayrıca her üniversitenin her konuda araştırma yapması ve her bölümü açması engellemelidir. Devlet bu konuda öncü ve lider konumunu kullanmalı ve planlayıcı olarak işin içine aktif olarak girmeli diye düşünüyorum. Doğu Karadeniz Bölgesi’ndeki bir robotik bölümünün yapacağı araştırma ile, İç Anadolu Bölgesi’ndeki robotik bölümünün yapacağı araştırma aynı olamaz. Türkiye’de yüksek öğrenim probleminin küçük makyajlarla düzeltilebilecek bir problem olduğunu sanmıyorum. Belki tüm sistemi, 21. yüzyılın gereklerine göre, sıfırdan ve sil baştan tasarlamak gerekli. 

İyi bir araştırma üniversitesi nasıl oluşturulmalıdır?

Üniversiteler yeniden yapılandırılırken, kalitenin yükseltilmesi adına, Araştırma Yardımcı Doçent, Araştırma Doçent ve Araştırma Profesör gibi yeni kadrolar açılmalı. Bu kadrolara atamalar yapılırken çok sert kriterler (uluslararası yayın sayısı, yabancı dil bilgisi ve benzeri) konulmalı. Bu kadroların maaşları, diğer öğretim üyelerinin birkaç katı olurken, kendilerine ait araştırma bütçeleri olmalı ve ders verme yükleri az olmalı. Bu öğretim üyesi grubu, üniversitenin yüzde 10-15’lik bir kısmını oluşturup, adeta lokomotif görevi görmeli ve üniversiteye projeler getirmeli. Diğer öğretim üyeleri ise daha çok ders verme işiyle uğraşmalı. Kısacası çok seçkin bir öğretim üyesi grubuna, para ve zaman desteği verilmesini, onların eliyle üniversitelerin yükseltilmesi gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca doktora jürilerinde kesinlikle yurt dışından hakem bulunmalı ve standardı sağlamalı. Dahası herhangi bir üniversite, bir öğretim üyesi alırken, mutlaka yurt dışından bağımsız hakem raporları almalı, bu raporlar alınmadan öğretim üyesi kesinlikle işe alınmamalı. Üniversite, adı üzerinde üniversal yani beynelmilel bilgi üretecek kurum ise, o halde işe aldığı öğretim üyesinden verdiği doktora derecesine kadar, mutlaka beynelmilel hakemlerin denetiminden geçmeli.

Son Söz: Türkiye için 209 üniversite kaynak israfıdır.

Erdal Hocam soruları cevapladığınız ve değerli görüşlerinizi paylaştığınız için çok teşekkürler. Bu konuda son sözlerinizi alabilir miyim?

Türkiye derhal üniversite sayısını düşürerek kaynaklarını az sayıda ama seçkin üniversitelere yönlendirmelidir. Araştırma-geliştirme bütçelerini az sayıda ve dikkatle seçilmiş araştırmacılara ayırmalıdır. Türkiye’nin toplam ihracatında yüksek katma değerli ürünlerin payı 2019 yılında, yüzde 3. Bu rakam çoğu doğu bloku ülkesinden daha düşük. Eğer bir ülke katma değeri yüksek, ileri teknoloji ürünleri üretmiyorsa, neden iyi eğitimli üniversite mezununa ihtiyaç duysun ki?

Türkiye’nin büyüme stratejisini derhal değiştirip, tüketimi teşvik eden, sadece inşaat ve hizmet sektörüne bel bağlayan politikalardan vazgeçerek üretime ve özellikle katma değeri yüksek ürünleri üreten bir sisteme dönmesi gereklidir. Bu kararı aldıktan sonra, anaokulundan üniversitesine kadar tüm eğitim sistemini sil baştan yeniden yapılandırmalıdır. Eğitim sistemi, bilimsel gerçeklere uygun olarak, rasyonel planlarla baştan yaratılmalıdır.