Taha Parla

07 Mart 2022

6’lı mutabakat

6’lı mutabakat metni, değindiği konular itibarıyla olumlu bir belgedir. Bakalım, taraflar zaman içinde tutarlı bir sebat gösterebilecekler mi?

Siyaset basit bir iktidar mücadelesi ve muhasebesinden ibaret değilse, daha iyi alternatif kamu hizmeti vermek üzere toplumun vekâletini istemek ise, altı muhalefet partisinin açıkladığı mutabakat metnini önemsemek gerekir. Metin, yaklaşan seçimleri kazanmaya yönelik bir niyet beyanı ve seçimleri kazandıktan sonra nasıl bir anayasa yapacaklarını haber veren bir ön tasarıdır.

Kamuoyuna sunulan metnin hazırlanmasında diğer muhalefet partilerinin --HDP, TİP, EMEP, TKP, SOL--yer almamış olması nedeniyle, nihai metnin kapsam ve içeriğini bazı eksikliklerle belirlemiştir. Siyasi ve ideolojik merkezi ortada değil her zaman sağda bulunan Türkiye’de ancak merkez sağdan aşırı sağa açılan böylesi bir koalisyondan bazı şeyleri beklemek yerinde olmazdı.

Buna karşılık, altı partinin  liberal hukuk devleti normlarını ve parlamenter demokrasi ilkelerini, kendi sicillerini de kayda değer ölçüde aşacak şekilde savunduklarını görmek gerekir. Çok geç olmuştur ama çok az değil. (Bu girişime gerici tınıları olan bir “restorasyon” projesi demek de hakça olmaz.)

Mutabakatın çok sayıdaki olumlu yanını tekrarlamayacağım. Metninde göremediğimiz bazı önemli noktalar ise şunlardır:

Bugüne kadar Türkiye’de yapılmış olan anayasaların çoğu aslında anayasa değil anti-anayasadır. Anayasa yoluyla/eliyle evrensel anayasa ilkelerinin ihlalidir.

Sırayla gidersek, 1921’i saymazsak ve 1924’ün de tek-parti tüzük ve programları tarafından rafa kaldırıldığını düşünürsek, ilk normalimsi anayasa 1961’dir. (O da askerlerin güdümündeki bir kurucu meclisin darbe anayasasıdır; özgürlükler rejimi daha iyidir ama devlet teşkilatı özürlüdür.)

1971-73 anayasa değişiklikleri 1961’in devlet yapısını beterleştirmiş, iyice militarize etmiş, hak ve özgürlükleri geri götürmüş ve 1982’nin müsveddesi/provası olmuştur.

1982-2001 arasında sürekli perakende kurcalamalara maruz kalan 1982 Anayasası, 2007 değişikliğinden sonra 2010'da ve 2017'de çok vahim yıkımlara uğramıştır.       

2010’da “yargı reformu” adı verilen değişiklikle yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı yok edilmiş, yürütmenin denetimine sokulmasının ilk büyük adımları atılmıştır. “Hayır” ve “boykot” seçenekleri için yürütülen muhalefet, “yetmez ama evet” platformuyla püskürtülmüştür.

2017 ise, Türkiye’de her zaman güçlü bir alt-akıntı olan monokratik yürütmenin üstünlüğünün tam anlamıyla su yüzüne çıkması olup tek-adam otokrasisiyle (plebisiter diktatoryal formuyla) yasama ve yargıyı kolonize etmiştir.) Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi adı verilen yeni rejim, hükûmet sistemi değişikliğinin ötesinde bir devlet şekli değişikliğidir. Sultani ve monarşik nitelikleri baskındır.                                                                           

Yukarıda çok kabaca özetlediğimiz değişiklikler, ufak veya iri, bazıları çok iri, geri gidişlerdir. Çok parlak bir anayasa tarihçesi olmayan Türkiye’nin demokratik bir hukuk devleti olabilme yolundaki umutlarını ve çabalarını boşa çıkarmış olaylardır. Bunları alt alta dizdiğimiz zaman ortaya çıkan kümülatif birikim, anayasaların ve değişikliklerinin ilerletici hamleleri temsil etmesi değil, gerilemeleri tescil etmesi olarak nitelenebilir.

Türkiye’de “anayasayı ihlal”den çok söz edilir. Oysa, genel olarak “hukuku ihlal eden anayasalar”ı ve özel olarak “anayasa hukukunu ihlal eden anayasalar”ı da unutmamak lazım.

Anayasa ne bir fetiştir, ne de içine her şeyin yazılabileceği ve adını anayasa koyunca anayasa olan bir hukuksuzluk torbası. Anayasa hukuku ilkeleri tarihten süzülmüş, farklı türevleri olduğu kadar temel özellikleri de olan, halklar devletler ve müellifler tarafından geliştirilmiş bir müktesebattır. Önüne gelenin aklına eseni doldurduğu bir heybe değildir.

Önümüze gelen 6’lı mutabakat metni, değindiği konular itibarıyla net bilançoda olumlu bir belgedir. Bakalım, taraflar zaman içinde tutarlı bir sebat gösterebilecekler mi? Bizi bugünlere getiren vebal paylarını, doğru ve vakitli siyaset yapamamış olmalarını, telafi edebilecekler mi?