Tercih kelimesi hayatıma ne zaman girdi, ne zaman ilk kez bu kavramın farkında olarak bir şey yaptım diye düşündüğümde ortaokulu bitirdikten sonra Nazilli Öğretmen Okulu’na mı yoksa Kütahya Lisesi’ne mi gitme konusundaki tercihimi hatırlıyorum. Anam kısa yoldan okuyup yanına dönmemi istediği için öğretmen olmamı, babam ise tam ne olduğunu bilmese de daha ötelere yönelmemden yana olduğu için Kütahya Lisesi’ne gitmemi istiyordu. Daha doğrusu, sonradan Talat Aydemir olayı sırasında Harp Okulu’ndan atıldığı için yolu Domaniç Ortaokulu Müdürlüğüne düştüğünü öğrendiğim matematik öğretmenimiz Faruk Bilgili’nin babama “ Bu çocuk üniversite okur, o yüzden liseye gitsin” demesi ve babamın bu sözlerden ( “Demek ki oğlum okuyacak” duygusu) etkilenip ön ayak olması ile Kütahya Lisesi’nde parasız yatılı okumayı tercih etmiş oldum. Geriye dönüp baktığımda hayatımı en çok bunun etkilediğini söyleyebilirim. Yoksa köyden çıkıp, hiç dershaneye vs. gitmeden o zaman zar zor edindiğim tuğla kalınlığındaki “Tam Başarı” kitabından çalışarak Hacettepe Tıp Fakültesi’ni kazanmam ve şimdi yaşamımı zenginleştiren bir mesleğe sahip olmam mümkün olmazdı. Öte yandan anamın istediği gibi onun dizinin dibinde olacağım bir yaşam nasıl olurdu bilmek de imkansız.
Bunları yazmamın nedeni hayatımızın bir çok aşamasında aslında kendi tercihimizmiş görünen tutumlarımızın aslında bir etkilenmeler vektörü (zaten vektör de köken olarak “taşıyıcı”, “yöncü” anlamı taşıyor) olduğunu, önümüze çıkan imkanlarla kendi kapasitemizin etkileşimi ile açılan bir yola doğru süzüldüğümüzü, sonra da o yolu kendi yolumuz yaptığımızı söylemek. Anlattığım örnekte şimdi Bursa’da oturan, hala ara sıra bana uğrayan, beni o zaman tanıdığı ortaokul öğrencisi olarak seven, kara harp okulundan atılıp, bütün idealizmini öğretmenliğe yönelten hocamın tercihimde ne kadar belirleyici olduğu görülüyor. Ama babamın ve benim ona kulak vermemiz, bunu başarabiliriz duygusunu hissettiren bir kapasiteye sahip olmamız da tercihimin bizle ilgisi kısmını oluşturuyor. Hayatımızın birçoğu bu şekildeki “pozitif” tercihlerden oluşmuyor hiç kuşku yok ki. Yine yaşamımın bir kesitinde-1980 öncesinde-kısa bir süre okula devam edip etmemekle, mahallelerde politik bir yaşam sürme arasında kaldığımı, hayat çizgim beni okulda tutmaya çalışsa da birileri “ Git bir süre mahallede çalış” dese öyle yapmaya kendimi zorlayacağım bir dönem yaşadım. Şimdi geriye dönüp baktığımda bana bu zamana kadar yön veren iç kapasitemin o zaman bana doğru karar verdirdiğini düşünüyorum ama bunun kadar önemli bir faktörün birisinin bana böyle bir öneride bulunmaması da olduğunu görüyorum.
Bu tercih bahsinde en dramatik olanları tehlike durumlarında yaptıklarımız sanırım. Ömür boyunca gördüğüm en kitlesel gösteri olan 1 Mayıs 1977’de kurşunlar yağmaya başladığında önce bir zabıta Jeep’inin altına girdim ama hemen can havliyle (buna ne kadar tercih demek doğru bilmiyorum) sağ ön kapıdan kendimi şoföre doğru atmasaydım-hemen sonra bir genç kız da benim üstüme kendini attı- şimdi hayatta olmayabilirdim. O anda bu “ tercihi” bana yaptıran memeli refleksleri dışında neydi bunu tarif etmem zor ama yine de en önemli şeyin o anda açık ön kapı olduğunu söyleyebilirim. Yani aslında yine bir tercihten çok bir “imkana tutunma” hali yaşadığımı söylemek en doğrusu sanırım.
Hepimizin bir çırpıda bu şekilde anlatabileceği bir kısmı tatsız bir evlilik ya da mesleki arkadaşlık yaşantılarına neden olan tercihleri vardır. Bunlar üzerine düşününce insan, tercihte bulunurken ne kadar “pragmatik” ise ( kendi eksikliklerini veya yararlarını başkaları ile ikame etme durumu gibi) o kadar hatalı tercihlerde bulunduğunu görüyor. Yani tercih kavramı içinde belli oranlarda “pragmatizmler” içerse de mutluluk veren veya olumlu tercihlerin otantik olanlar olduğunu söyleyebiliriz. Belki bunu Gülten Akın’ın şiirindeki “tutulma” ile bu yazıda geçen “tutunma” arasındaki fark gibi anlatabiliriz. Yani en otantik tercihlerimizin “tutularak” olduğunu söyleyebiliriz.
Sanırım tercih kavramında “Var Olmanın Dayanılmaz Hafifliği” romanında Tomas’ın ağzından söylenen “ Bir şeyi tercih ederken, onu bir kez yaptığımızı bilmemiz ve neyin doğru, neyin yanlış olduğunu deneme imkanından yoksun olmamız” en önemli nokta. Böyle olmasaydı tercih diye bir sorunumuz olmazdı ama o zaman yaşamın heyecanı da olmazdı. Bu bahsi kapatırken tercih kavramını belki en iyi anlatan ama aynı ölçüde dramatik örneğin “ Sophie’nin Seçimi” filmi olduğunu düşünüyorum. Filmi seyredenler hatırlayacaklardır; Nazi kampından ayrılırken iki çocuğundan birisini yanından götürmesini tercih etmesi istenen ve diğerinin ölmesi pahasına böyle bir tercihi yapan kadın kahraman ( filmde Meryl Streep) ömür boyu bunun etkisinden kurtulamayacaktır. Tanrı bizi böylesi tercihlerden korusun ve biz önümüze çıkan “imkanlara tutunarak” yaşamaya devam edelim.
* Gülten Akın’ın aşağıdaki şiirindeki “Tutulma” ile yazıdan kullandığım “Tutunma” arasındaki önemli bir anlam farkı var biliyorum ama yine de bu yazıdaki düşünceler ile şiir arasında bir bağ olduğunu düşünüyorum.
Balina
Göğü gördüm imkâna tutuldum düşü sevdim
dalıp çıkmalarım "orda bir şey"e dönüktü
kaç kez bir şey, başka bir şey
sıçradım hem yittim hem belirlendim
derin durdum, teknenin altına girdim
sarstım
sarsıldım vuruşun gitgide usta vuruşuydu
sustum düşe düştüm
senin mi kan, yaralarımdan mı
hey kaptan
ne balinayım ben şimdi inadı içinde
ne senin mavi balinan
Gülten Akın