İnsanın yaşamını on yıllık dönemler halinde anlamak, anlatmak mümkündür diye düşünürüm. Böyle bakınca benim dördüncü on yılımda (1989-1999), ikinci kızımın doğumu, yan dal ihtisası gibi önemli olaylar var ama bu dönemime şimdi bile nasıl bu kadar yoğun ve tutkulu yaşayabildik diye şaşırdığım, Ankara Tabip Odası’nda başlayarak, Türk Tabipleri Birliği içinde geçirdiğim yıllar damgasını vurdu diyebilirim.
Neredeyse ikinci evimiz gibi olan o binaların sigara dumanı dolu odalarında hayatımın ana figürü Dr. Selim Ölçer, Selim Abi’dir. Aslında zihnimde, kalbimde onun hemen yanında Füsun Sayek, Mahmut Ortakaya, Ata Soyer, Ali Süha Çalıkoğlu, Eriş Bilaloğlu, Okan Akhan, Metin Bakkalcı, Yasemin Gazioğlu, Sultan Çeçen gibi arkadaşlarım durur ve Selim Abi’nin ismini söyleyince, onların isimleri de dilimden dökülür ve şimdi, bu satırları yazarken olduğu gibi gözlerim dolar. O yıllarda içinde birçok insanın olduğu, bir tür beraberce büyük bir halaya durduğu, sıra dışı bir topluluktuk ve beraber soluk alıp veriyorduk diyeceğimiz kadar birbirimize yakındık ama bu topluluğun kalbi Selim Abiydi. Belki daha doğrusu ve onun tercih edeceği şekilde söylersem hepimiz birlikte atan büyük bir kalp gibiydik.
O güzel Ankara yılları
Onda ne bulduk da bu kadar bağlandık, hala geçenlerde geçirdiğim bir zorluktan çıktığımda çocuklarımdan sonra ilk onu aradığımda telefonda ağlaşacak kadar bu yakınlığı nasıl koruyabildik sorusunu zaman zaman düşünürüm. Bunun ilk cevabı onun şahsında 1968 kuşağı ile bizim kuşağın buluşması, birlikte ve adını düşüne taşına, özene bezene “Etkin Demokratik Türk Tabipleri Birliği” koyduğumuz, etkisi 34 yıldır süren, harcında içtenlik, mücadele azmi, insanların dertlerine çare bulma isteği, demokratlık ve tabii iyi hekimlik olan bir hareketi beraber oluşturmamız olabilir. Hiç kuşkusuz bunun için bir araya gelmiştik ama ben bu cevabın eksik olduğunu söylemek isterim. Her birimizle, hemen hiçbir zaman incitmeden, rekabet etmeden, kızmadan, hükmetmeden, mutlak hakikat dili ile konuşmadan, belki biraz Tao’nun “Sahiplenmeden sahip olmak, karşılık beklemeden yapmak, yönetmeden yol göstermek...” sözleri ile anlattığı şekilde ilişki kurmuştu ve biz de başka örgütlerde pek rastlanmayan kocaman bir halka olabilmiştik.
Sanırım biz onda, birlikte iyi bir işin içinde olma atmosferini bir nefes gibi dolduran, yüzüne bakınca hemen bize geçen, dostluk/hısımlık/yoldaşlık duygusunu bulmuş ve bu yüzden bağlanmıştık. Yani aslında iki insanın birbirine bağlandığı gibi; yaşadıkça bunun kıymetini bildiği, emek verdiği, bakımını yaptığı, birbirinden güzellik yarattığı bir “amour” (Fransızcada bu kelime hem aşk hem dostluk anlamına gelir) ile bağlanmıştık.
Selim Abi, benim gibi çok çalışmaya, dünyayı hemen değiştirebiliriz duygusu ile koşturmaya ayarlı (onun TTB başkanı, Füsun ablanın ikinci başkan ve benim genel sekreter olduğum yıllarda bana hep “Şükrü bizi çok çalıştırıyorsun” derdi) insanlardan farklı olarak, hayatında neşeye, tadını çıkarmaya, eğlenmeye, yarenlik etmeye, mavra yapmaya (fıkra anlatmayı çok sever mesela), arkadaşlık için zaman ayırmaya, hadi beraber yürüyelim ya da hadi şuraya beraber gidelim demeye yer veren birisiydi. O güzel, bir daha o kadar mutlu olamadığımız dediğim Ankara yıllarında, onunla Körfez, Yakamoz, Eyvan gibi lokantalarda geçirdiğimiz zamanlar, oralarda karşılaştığımız insanlar, onun sayesinde girdiğim ortamlar (bir akşam hadi seni bir sünnet düğününe götüreyim deyip İbrahim Tatlıses’in şarkı söylediği ve şarkı arasında Behçet Cantürk olduğunu sonra öğrendiğim birisinin masasına kadehi masanın altına doğru kaldırarak selam verdiği bir yere gitmiştik) unutulmazdır benim için.
İyi hekimlik mücadelesi
Tabii Selim Abi bahsinde anlatacak çok şey var ama onunla olduğumuz dönemlerin güçlü mücadele yılları olduğunu söylemem gerekiyor. Selim Abi, kendisi mesleğine çok bağlı ve iyi bir hekim olduğu, ameliyathanede, yemekhanelerde, toplantılarda onların arasında yaşadığı için hekimlerin sorunlarını çok yakından bilirdi ve bizler o yüzden onunla, toplum için soyut siyaset yapmaktan çok insanların dertlerine eğilen bir mücadele çizgisine sahip olduk. Bu sayede 1980 sonrasının, tamamen özlük hakları sloganları ile dolu, ilk yürüyüşlerinden birisini (ünlü “Beyaz Yürüyüş”) 29 Nisan 1989’da Etlik Kasalar’da ücra bir yerde 700 hekimin katılımı ile yapmıştık. Daha sonra 1989 Mayıs/Haziran aylarında, işçilerin “toplu vizite” eylemleri yaptığı aylarda, bizler de bence özgün bir eylem biçimi olarak, Ankara Numune Hastanesi’nden başlayarak “toplu nöbet” eylemleri düzenlemiştik. Sonraki yıllarda, Türk Tabipleri Birliği’nde yönetime geldikten sonra da ülkemizde güçlü bir hekim hareketi ivmesi yaratmış ve daha sonraki sendikalaşma süreçlerinde aktif rol oynamıştık. Selim Abili, Füsun Ablalı yıllarımız sadece eylem yılları değildi; sürekli tıp eğitiminden hasta haklarına, uzmanlık derneklerinin TTB çatısı altında bir araya gelmesinden güçlü bir barış inisiyatifi oluşturmaya uzanan bir çizgide de etkili işler yapmıştık.
Kürt sorunu ve zor zamanlarda “demokrat kalmak”
Tabii bizim TTB yönetiminde olduğumuz zamanlar, 1990 yıllar diye bilinen ve Kürtlerin yaşadığı bölgede ve İstanbul’da faili meçhul cinayetlerin arttığı, kâbus yıllarıydı ve başta Selim Abi, Ata abi ve Metin Bakkalcı olmak üzere üstümüze düşenleri var gücümüzle yapmaya çalışıyorduk. O dönemde çok tartıştığımız üzere “Etkin” ve “Demokratik (demokrat demek aslında)” kavramlarının bir bütün olduğunu ve ancak bu şekilde başarılı olabiliriz düşüncesi ile yan yana getirildiğini düşünüyorduk. O dönemde başta Diyarbakır olmak üzere, doğudaki tabip odalarının sorunlarını ve Kürt sorunu çerçevesindeki duyarlılıkları başka çalışmaları bir kenara itmeden TTB gündemine taşımayı başardık ve TTB’nin o zor yıllarda “demokrat” kalmasını sağlayabildik.
Ben ilk tanıştığımız zamanlarda Selim Abi’nin Kürt olduğunu bilmezdim; çünkü o da hiç bu kimliğini öne çıkararak aramızda dolaşmazdı. Tabii 1990’lardaki ortam birçok açıdan hem kişi hem de örgüt olarak bizleri zorladı ve o dönemde Selim Abi’nin varlığı, TTB’nin meşruiyetine hâlel getirmeden Kürt sorununa bütün boyutları ama esas barış temasını öne çıkararak sahip çıkmamızı sağladı. O dönemin Diyarbakır Tabip Odası başkanı Dr. Mahmut Ortakaya’nın TTB kongrelerindeki konuşmalarının her biri bir ders gibiydi ve bizler onun kürsü dokunulmazlığını korumayı ve her daim onların yanında olmayı hayatımızın bir misyonu bildik. Bu sayede Şırnak olaylarından sonra “Çözüm: Kardeşlik, Barış ve Demokrasi” başlıklı içinde “Sorunun temel bileşeni yıllardır üstü örtülmeye çalışılsa da bir "Kürt sorunu" özelliği taşımaktadır. İstemesek de yıllardır birlikte yaşadığımızı söylesek de bu sorun adıyla tesbit edilmelidir. Adının "Kürt sorunu" olarak konması, ayrılıkçılık demek değildir “cümleleri olan bir bildiriyi yayınlayabildik.
Biraz uzattım ama son olarak, Selim Abi’nin dostu olmanın benim için bir hayat armağanı olduğunu, onu Ahmet Arif’in, Mahmut Ortkaya’nın, Mehmet Emin Ayhan’ın, Eyüp Gökoğlu’nun, İlhan Diken’in, Tahir Elçi’nin, Mehmet Nuri Özbek’in, Münevver Dündar’ın ve tabii Selahattin Demirtaş’ın yanına koyarak düşündüğümü, onunla bu nehir söyleşi kitabını akıl edenlere, söyleşiyi yapan arkadaşıma gönülden teşekkür ettiğimi söylemek isterim.
Güzel günlerde görüşmek üzere Selim Abi.
*“Selim Abi’de bulduğumuz dostluk/yoldaşlık” - Dr. Selim Ölçer, “Ne kahramanlara ne de kahramanlığa inanırım”, Söyleşi: Özen B. Demir, Onur Erden, İletişim Yayınları, 2025 (https://iletisim.com.tr/kitap/ne-kahramanlara-ne-de-kahramanliga-inanirim/10701) kitabı sunuş yazısı.