Şükrü Hatun

16 Ekim 2015

Dr. Füsun Sayek’e mektup...

Yerimiz, iyi insanların, hayatlarını emekle kazananların ve barıştan yana olanların yanı

Sevgili Füsun abla,

Seni 9 yıl önce bir 16 Ekim sabahında yitirmiştik (https://tr.wikipedia.org/wiki/F%C3%BCsun_Sayek) . Sen bilmiyorsun ama bu dünyadan ayrılmandan iki gün önce, sonraki yıllarda da sanki başkası yazmış gibi defalarca okuduğum bir mektup yazmıştım sana (http://www.ttb.org.tr/kutuphane/fsayek_soylenenler.pdf) . Geçen yıl da her yıl seni anmak için, senin ellerinle evimiz gibi yaptığın TTB’de düzenlenen toplantıda konuşmuş, “Heveslendiren Füsun abla”yı anlatmaya çalışmıştım. Bugünlerde içimiz kederle dolu ve bir kez daha içimde sana söylemek istediğim kelimeler belirmeye başladı kendiliğinden. İkimiz de Ankara’yı severiz; işte senin o çok sevdiğin Ankara’nın en güzel binalarından birisinin, Ankara Garı’nın önünde, düzenleyicileri arasında TTB’nin de olduğu “Emek, Barış ve Demokrasi Mitingi”ne gelen 100’den fazla kardeşimizi bombalarla parçaladılar. Ben orada değildim ama bombalardan hemen sonraki görüntülerde arkadaşımız Dr. Harun Balcıoğlu’nun üzerleri barış yazılı flamalarla örtülü kardeşlerimizi tek tek sağ olan var mı diye yokladığını izledim. Dr. Hüseyin Demirdizen de kucağında öldürülmüş bir arkadaşı ile bir ağaca yaslanmış, çığlıklar içindeki bir gence yardım ediyordu.

 

Selin Sayek’i seni görmüş gibi izliyoruz..

 

Şimdi bunları derin bir kederle yazıyorum ama ben esas sana bugünlerde TV’lerde her gördüğümde sanki seni görmüş gibi olduğumuz kızın Selin Sayek’le ilgili sevinçli şeyler yazmak istiyordum. Biliyorsun hayatlarımızın birbirine karıştığı o Ankara yıllarında çocuklarımız da birbirine karışmıştı. Geçen aylarda kütüphanemi gözden geçirirken senin Galatasaray’daki YKY’den Zeynep’e aldığın kitaba rast gelince göz yaşlarımı tutamadım. Bu arada bu yıl temmuz sonunda Eriş’in kızı Güleycan’ı da evlendirdik; sen de aramızdaydın. Zaten o dönemden birkaç kişi bir araya gelsek, sen de içimizi ısıtan gülüşünle çıkageliyorsun. Bugünlerde Selin’in varlığı ile, senin insancıl ruhunu taşıyarak ve dünya bilgisiyle, içine insanların sorunlarını katarak, yüzünde bin bir mimik ile kendi hissettiklerini insanlara geçirerek yaptığı konuşmalarla mutlu oluyoruz. Herkes çok seviyor onu. Selin senin de bir zamanlar Antakya adayı olduğun partide önemli bir görev üstlendi, İzmir’den milletvekili oldu ama esas biz insanlarda sahici bir umut uyandırması ile bağrımıza basıyoruz onu. Arkadaşlarım onu TV’de görünce beni arayıp “ Füsun Sayek’in kızı annesine ne kadar benziyor; ne kadar bilgili ve iyi konuşuyor” deyince, seni hissediyor ve sanki senle beraber seviniyorum. Dilerim onun gibilerin bu ülkede etkisi artar ve seni kaybettikten sonra giderek içinden çıkılmaz hale gelen sorunlarımıza çare olurlar.

 

Diyarbakır sevgimiz

 

Hatırlıyor musun en çok sevdiğimiz şehirlerin başında Diyarbakır gelirdi. Diyarbakır’ı, 1990’ların o zifiri karanlık yıllarında yalnızca bir halkın mücadelesinin simgesi olduğu için değil, orada yaşayan arkadaşlarımızın şehri olduğu için de severdik. Oraya gidince gerçek insanlığı bulduğumuzu hissederdik. Seni kaybettikten sonra da Diyarbakır’a gitmeye devam ettim ben. Yıllar geçtikçe Diyarbakır gelişti, güzelleşti; kendi kimliği ile serpilen, zenginleşen bir şehir oldu. Hele şu hepimizin kendimizi kandırarak da olsa inanmaya çalıştığımız, inanırsak belki olur diye bir tür dua gibi düşüncelerle bağlandığımız “barış süreci” yıllarında Diyarbakır o kadar gelişti ki, bu kez gerçekten “Doğunun Paris’i” denmeyi hak eder hale geldi. Ama Füsun abla, bu ülkenin egemenleri, bütünlüğü insanların farklılıklarını önde tutmakta, geliştirmekte değil de aynılaştırılmasında gören zihniyeti, bir kez daha oraları şiddete mahkum etti. Eskiden beri ikimiz de silahların sorunları çözeceğine inanmazdık ve her koşulda barışı ve çatışmasızlığı savunurduk. Geçenlerde bir asistanıma söyledim; “Bu dünya bize göre değil, esas öbür dünya bize lazım” diye. Gerçekten de Füsun abla, barış konusunda ülkeyi yönetenlere bir süre de olsa güvenmekten, bu naif düşüncelerden mahcup oldum. Şimdi zor günlerden geçiyoruz; ülkemizi yönetenler, çok sevdiğimiz ve şimdilerle halkının değerlerine sıkı sıkıya bağlanarak umudunu korumaya çalışan Silvan’lı Dr. Selim Ölçer gibi Diyarbakır’da yetişip evrensel değerlerle donanmış, sahici insanların estirdiği rüzgarın önünü kesmek, onları ve içinden çıktıkları halkı kötülemek, aşağılamak için ellerinden geleni yapıyorlar. İşte mektubun başında sana söz ettiğim Ankara katliamı da nefret dili ile zehirlenmiş böyle bir atmosferde yapıldı; ülkemizin 16 ilinden 100’den fazla, her birinin yüzüne bakınca en yakın dostlarımızı, kendi kızlarımızı göreceğimiz barış gönüllüsü öldürüldü.

 

Kara bulutlar dağılır mı?

 

Görüyorsun ülkemiz senin hayatta olduğun zamanlardaki kadar umutlu ve iyi değil. Bir tür ahtapot gibi her yanımızı sarmış; kendini samimiyetsizlik, çıkarcılık, bilgisizlik, kabalık, ırkçılık, iyi insanları aptal yerine koyma, insana düşmanlık ile gösteren bir kötülük örgütlenmesi ile karşı karşıyayız. Dün Dr. Metin Bakkalcı ile konuştum; o yine eski yıllardaki gibi hekim olarak öldürülen, yaralanan insanların ilk andan itibaren yanında olmanın iyileştirici etkisinden ve mücadelenin umudun yegane kaynağı olduğundan söz etti ama bir çok insan bu şiddet dolu kara bulutların dağılıp dağılmayacağı konusunda karamsar. Mektubu bitirirken, sevineceğini bilerek, bütün bu acılı günlerde TTB’nin eşsiz bir tutarlılık, kararlılık, çalışkanlık ve barış mücadelesinde hepimize kuvvet veren bir öne atılışla insanların acılarına merhem olduğunu söylemek isterim.

Sevgili Füsun abla,

Senin bizimle olduğun zamanlardaki kadar duru, iyi, çalışkan, umutlu, coşkulu, bilimsel ve arkadaşça olabilir miyiz bilmiyorum ama nerede duracağımızı, kimlerle omuz omuza yürüyeceğimizi biliyoruz. Yerimiz, iyi insanların, hayatlarını emekle kazananların ve barıştan yana olanların yanı. Onların yanında seninle kol kola yürüdüğümüzü söylemek, sanırım sana buralarda verebileceğimiz en güzel haber.