Şükrü Hatun

15 Mart 2020

Çocuklarda şişmanlığı önlemek için yeni adımlara ihtiyacımız var

Geçen haftalarda başlatılan "Obeziteyi Değiştiren Şehir İstanbul Projesi"ni bizler önerdik ve çocuklara odaklanan bir şehir programı olacağı için de ayrıca heyecanlıyız

Şişmanlık sorunu son 30-40 yılda belirginleşen bir sorun. ABD bu sorunu bütün dramatikliği ve en geniş boyutları ile yaşayan ülkelerin başında geliyor. Şişmanlık bir toplumda önce fazla kiloluların, sonra şişmanların, sonra şişmanlığa bağlı Tip 2 diyabet gibi hastalıkların, daha sonra ise bu hastalıklara bağlı yaşam süresi kısalması ve sakatlıkların artması, en son aşamada ise şişmanlığın kuşaktan kuşağa geçmesini sağlayan epigenetik birikimlerin oluşması evrelerinden geçerek ilerleyen karmaşık bir sorun.

Son 10 yıldaki veriler, çocuklarda şişmanlık sıklığının ABD başta olmak üzere gelişmiş ülkelerde plato çizdiğini, yani artık artmadığını, buna karşın Bulgaristan, Macaristan, Romanya, Mısır, Hindistan, Brezilya, Çin gibi görece yoksul ülkelerde tırmanışa geçtiğini gösteriyor. Ülkemizde fazla kilolu ve şişman oranı beraber düşünüldüğünde 1990'dan 2016'ya 5-19 yaş grubundaki çocuklardaki artışın yüzde 151,1 oranında olduğunu görüyoruz. Bu artış hızından ise en çok 5-19 yaş grubundaki çocukların etkileniyor. UNICEF'in 2019 raporuna göre, 2000-2008 yılları arasında 5 yaş altındaki çocuklardaki fazla kilolu ve şişman oranı yüzde 5,5'dan, yüzde 5,9'a çıkarken, 5-19 yaş grubunda yüzde 10,3'den 18,4'e yükselmiştir. Ülkemizde 2016'da WHO önerilerine göre ilkokul 2. sınıf öğrencileri arasında yapılan araştırmada fazla kilolu sıklığı ortalama yüzde 14,6, şişman sıklığı yüzde 9,9 ( toplam yüzde 24,5) bulunmuştur. Yine bu araştırmada büyük kentlerde ve batıda sıklığın daha yüksek olduğu, bunda da çocukların tüketim alışkanlıklarının rolünün büyük olduğu gösterilmiştir.

Çocuklar niçin şişmanlıyor ve neler yaşıyor?

Bu son cümleden devam edecek olursak, batı ülkelerinin çocuklardaki obezite artışını durdurmasında, bu artış hızının doğal seyrinin katkısının (hiçbir şey aynı hızla artmaz!) yanında, farkındalık artışının, besin endüstrisinin çocuklara yönelik etkisinin azaltılması/kırılması için gösterilen çabaların, okul odaklı programların, egzersiz konusundaki girişimlerin rolünün olduğunu söyleyebiliriz. Bizim gibi ülkelerdeki artış ise büyük ölçüde endüstriyel besinlerin ve şekerli içeceklerin tüketiminin artması, çocukların boş zamanlarını egzersiz yapmak, dışarda oynamak yerine cep telefonu ya da elektronik oyunların başında geçirmesine, yani yaşam tarzındaki radikal değişimlere bağlı görünüyor. Öte yandan yakın zamanda yayınlanan çalışmalar, abur-cubur olarak tabir edilen ürünleri sürekli tüketmenin, öğrenme ve bellek fonksiyonları yanında iştah kontrolünü de bozduğunu, dolayısıyla kalıcı bir davranış değişikliğine yol açtığını gösteriyor. Benzer araştırmalarda obez çocuklarda yiyecek markalarının logolarına bakarken prefrontal korteksteki kendini kontrol etme becerisiyle ilişkili olan nörofonksiyonel aktivitenin azaldığı görülmüştür. Yani obez çocuklar bu logoları gördüklerinde kendilerini tutamayarak, fast-food türü besinleri yemeye yönelmektedir. Sonuç olarak özellikle Çin örneğinin gösterdiği gibi çocuklardaki obezitenin aslında, büyük resmin bir parçası olduğunu ve obezitenin giderek yoksulların bir sorunu haline geldiğini, bunun ise çok daha büyük riskleri beraberinde getireceğini söyleyebiliriz. 

Çocuklar, şişman olmaktan derin bir çaresizlik duyuyorlar, kilo vermek istediklerini ama ne yapacaklarını bilemediklerini, her yerde "abur-cubur" besinlerle karşılaştıklarını ve bu besinleri görünce acıkma hissedip yemekten kendilerini alamadıklarını söylüyorlar ve kendilerine sıkça söylenen "şişman olmak için yaratılmışsın" sözüne tepki duyarak "Bu doğru değil" diyorlar. Gerçekten de şişmanlığın, yalnızca insan bedenini değil, ruhunu ve varoluşunu etkileyen, benlik saygısı/gücü,  başkaları tarafından algılanma bakımından sorunlar yarattığını söyleyebiliriz. Bütün bunların gerisinde ise "düşük dereceli bağımlılık" grubuna sokabileceğimiz "besin bağımlılığı" süreçlerinin olduğunu ve aslında çocukların besinlerle ilişkisinin tamamen haz yönelimli olmasına neden olan bir "manipülasyona" maruz kaldıklarını biliyoruz. Bütün bunlar ise kronik bir mutsuzluk yaratmakta ve çocukların yaşam enerjisini tüketmektedir. Günümüzde çocukluk çağında depresyon artışı ile en fazla ilişkili konuların başında obezite gelmektedir. Bazen ise obez çocuklar katı, damgalayıcı ve acıtıcı eleştirelere maruz kalmakta, bu kez ise "Anoreksia Nervoza" olarak bilinen yıkıcı bir sürecin etkisine girmektedirler.

Anne ve babalar konunun ciddiyetinin farkında mı?

Ülkemizde çocuklarda şişmanlık konusunda bir farkındalık artışı olmakla birlikte, hala anne ve babaların çocuklarını geç dönemde hekime getirdiklerini görüyoruz. Diğer taraftan ise örneğin çocuklarını sigara gibi zararlı alışkanlıklarda koruma konusunda katı davranırken, aynı duyarlılığı şişmanlık konusunda göstermediklerini, evlerinde hala abur-cubur kutuları bulundurduklarını ve çocuklarını besin endüstrisinin devasa reklam kampanyaları karşısında yalnız bıraktıklarını görüyoruz. Oysa Almanya'da 50.000 Alman bebek, çocuk ve adolesanın uzun dönemli izlemine dayalı bir çalışmada, obez adolesanların yarısının 5 yaş civarında obez ya da fazla kilolu olduğu, adolesan dönemindeki obezite için en güçlü tahmin ettirici faktörün 2-6 yaş arasında vücut kitle indeksi artışı olduğu, bu bilgiler temelinde 3-5 yaş arasında beslenme danışmanlığı ve müdahalesinin en önemli belirleyici olduğu gösterilmiştir. Tabi aileleri zorlayan en önemli şeylerden birisinin çocukların evden uzaklaşması ile birlikte beslenme konusundaki kontrolü kaybetmeleri olduğu, besin endüstrisinin bebeklik döneminden itibaren çocukların besin tercihlerini yönlendirmek için her şeyi yaptığını da eklemek gerekiyor. Benim bu konuda ailelere önerim, "lütfen çocukların sigara içmesi konusunda ne kadar duyarlı ve hoşgörüsüz iseniz, aynı şeyi endüstriyel besinler konusunda da gösterin" şeklindedir. Hep beraber ama esas ailelerin katılımı ile besin endüstrisine karşı mücadeleyi yükseltmemiz ve Murat Ülker gibi temsilcilerinin ülkemizin en zengin kişisi olması trendine son vermemiz gerekiyor.

Çocuklarda şişmanlığı önlemek için öneriler

Bu konuda kişi, ev ortamı, okul ve toplum düzeyinde alınabilecek önlemler tanımlanmış durumdadır ve aşağıda özetlenmiştir:

A) Kişi ve aile olarak

B) Temel sağlık hizmetleri düzeyinde

C) Okul ve toplum düzeyinde

D) Kamu politikaları düzeyinde

Japonya örneği ve Obeziteyi Değiştiren Şehir İstanbul Projesi

Günümüzde en sağlıklı okul çocuklarının Japonya'da olduğunu söyleyebiliriz. Okul öğle yemekleri, Japon okul çocukları için günlük yaşamın ayrılmaz bir parçasıdır - sadece onları yemekle kalmaz, aynı zamanda onları hazırlar ve servis ederler. Bence çocuklarda obezitenin önlenmesinde en önemli yeri beslenme ve yeterli fizik aktivite tutuyor ve ana okullarından başlayarak çocukların bu konuda eğitilmesi kritik bir öneme sahip. Bu konuda Kanada, Kuzey Ülkeleri okul sistemleri de iyi örnekler arasında. Ülkemizdeki "Beslenme dostu okul programı" iyi bir girişim olmakla birlikte, ülkemizde okulların yüzde 90'ınında yemekhane olmadığı düşünüldüğünde bu programının başarılı olması olası görünmüyor. Benim önerim, kreşlerden başlayarak Japon okul sisteminin örnek alınması ve bunun için kamunun gerekli fonları ayırması.

Geçen haftalarda başlatılan "Obeziteyi Değiştiren Şehir İstanbul Projesi"ni bizler önerdik ve çocuklara odaklanan bir şehir programı olacağı için de ayrıca heyecanlıyız. Yıllar önce New York belediye başkanlığı döneminde Michael Bloomberg obeziteye karşı bir kampanya başlatmıştı ve bu kampanyada besin endüstrisinin reklamlarının etkisini kıracak çalışmalar yapmıştı. Bizim de İstanbul'da güçlü bir anti-obeziye insiyatifi geliştirebileceğimizi düşünüyoruz. Günümüzde şehirlerin obezitenin önlenmesi açısından düzenlenmesi, spor imkanlarının özellikle dezavantajlı kesimlere yönelik olarak kurgulanması, okul çevrelerinde "Halk yemek" adı altında sağlıklı beslenme imkanları yaratılması, büyükşehir belediyesinin iletişim ve medya imkanlarının sağlıklı ve spor yapan çocuklar/gençler "trendi" yaratılması için seferber edilmesi, belediyenin hepimizi heyecanlandıran kreş projesi ile çocukların ağlıklı beslenmesi arasındaki bağım canlı tutulması gibi işler yapabileceğimizi hayal ediyoruz. Bunun ötesinde Ekrem İmamoğlu gibi toplumun sevdiği bir figürün obezitenin önlenmesi konusunda etkili mesajlar vereceğini de düşünüyoruz.