Şükrü Hatun

21 Temmuz 2024

Boy ayrımcılığı ("heightism") ve boy uzatma arzusu: Abartılı tedaviler  çözüm mü?

Erişkinlerin çoğunluğu da kendi boylarını 4-5 cm fazla söyleme/sanma eğiliminde ama birçok araştırma bazı hastalıklara bağlı ciddi boy kısalıkları dışında boy ile genel yaşam başarısı ve mutluluğu arasında sanıldığı kadar bir ilişki olmadığını gösteriyor

Geçen hafta ailesi tarafından büyüme ile ilgili konular için ikinci bir görüş almak için getirilen 10 yaş 9 aylık bir kız çocuğu gördüm. Zamanında ve normal ağırlıkla doğan çocuk, 3 yaş civarından itibaren istikrarlı olarak 25 persentil (büyüme eğrilerinde ortalamayı gösteren 50 persentilinin bir altı) civarında uzamış, bir süre önce ergenlik bulguları başlayınca bir çocuk endokrinoloji uzmanı hocaya götürülmüş, onun tarafından beyin ve hipofiz MRI gibi ayrıntılı testler yapıldıktan sonra, "çocuğun boyunun 151 cm'yi geçemeyeceği, önce ergenlik durdurucu ilaç, daha sonra da büyüme hormonu tedavisi kullanmaları gerektiği" söylenmiş.

Her ikisi de 169 cm olan anne ve baba (bu durumda baba görece olarak kısa-13.57 persentil, anne görece olarak uzun-81 persentil) arasında tedavi konusunda görüş farklılığı olmuş (anne daha çok tedavisi yanlısı) ve bu nedenle gelmişler. Odaya girdiği andan itibaren, güzel yüzü ve akıllı gözleri, bunun ötesinde canlılığı ile dikkat çeken kız, belirgin bir şekilde babasına benziyordu. Muayenesinde boyu önceki dönemlere benzer (140 cm-28.1 persentil), hedef boyundan (kızlar için baba boyu - 13 + anne boyu / 2 formülü ile hesaplanır ve 162.6 cm - 44.8 persentil) biraz geride idi.

Öte yandan anne ve baba boyunun belirgin olarak farklı olduğu durumlarda hedef boy hesabının yanıltıcı olabildiğini, bu çocuklarda bazen bir ebeveynin boy üzerinde daha baskın bir etkisinin olabileceğini biliyoruz. Kemik yaşı, takvim yaşı ile aynı idi ve tahmini boyu 153-159 cm olarak hesaplandı, yani babasının genetik potansiyeli ile uyumlu idi. Ben kendi görüşüm olarak, bu yaşa kadar 25-28 persentil eğrisinde uzayan bir çocuğun nihai boyunun pubertede yapılacak müdahaleler/tedaviler ile değişmeyeceğini, bir hastalığı olmayan ve toplumdaki birçok kız çocuk gibi normal bir şekilde büyüyen, babasına benzer bir büyüme paternine sahip olan çocuğa önerilen tedavilere gerek olmadığını, nihai boyla ilgili karamsar tahminler için bir neden olmadığını, kızlarının babaya, 4 yaşındaki erkek çocuklarının ise anneye benzer bir büyüme/ergenlik genetiğine sahip olduğunu, birçok açıdan avantajlı fiziksel özelliklere sahip kızlarının boy yüzünden bir sorun yaşamayacağını, olabilecek ufak tefek sorunları telafi edebileceğini, 6 ay sonra yeniden görmek istediğimi söyledim.

Uzunca bir süredir konuşmaları sakin bir şekilde dinleyen güzel yavru, bir anda ağlamaya başladı ve "Boyum bu kadar olacak işte. Siz ne derseniz deyin kısa boylu diye dalga geçecekler benimle" gibi cümleler kurdu. Ona tekrar tekrar birçok şeyi anlattım ama giderlerken ailesi ikna olsa da (İnsan bundan da emin olamıyor), onun hayal kırıklığını hafifletmek mümkün olmadı.

Uzun boy arzusu ve boy ayrımcılığı

Bu gerçek vakayı bu kadar uzun anlatmamın nedeni sadece konuya giriş yapmak değil, bu şekilde hekim hekim dolaşan, ergenlikleri durdurulan ya da büyüme hormonu başlanan çok sayıda çocuk olması. Bu konunun büyük kentlerde, özellikle de sosyoekonomik durumu görece iyi ailelerin gündeminin üst sıralarında yer aldığını, ergenlik durdurucu ilaç ya da büyüme hormonu kullanımın bir tür "trend" haline geldiğini (bazı aileler "Kızımın okulunda o kadar çok çocuk ergenlik durdurucu iğne kullanıyor ki şaşarsınız" diyor) buna çanak tutan ve sanki bu şekildeki tedaviler ile çocukların istenilen boya ulaşabilecekleri beklentilerini pekiştiren hekimlerin olduğunu, bunun sadece ülkemizde olmadığını, örneğin ABD'de 2001-2016 yıllarında büyüme hormonu kullanımın üç kat arttığını, ailelerin sağlıklı, görece kısa çocuklar için giderek daha fazla büyüme hormonu kullanma arayışında olduğunu biliyoruz.

Bütün bunların gerisinde ise uzun boyun psikososyal iyilik halini olumlu etkilediğine inanılması kadar, bir tür ırk, cinsiyet ayrımcılığı (racismsexism) gibi boy ayrımcılığına (heightism) maruz kalmanın yattığı, diğerleri kadar olmasa da özellikle ortaokul/lise çağındaki çocukların bu durumdan yakındıkları, boy ayrımcılığın erişkin yaşlardaki etkilerini azaltmak için ise ABD'de Michigan eyaletinin, Santa Cruz, California ve New York City gibi şehirlerin boy ayrımcılığını yasakladığı da bilinmektedir.

Yakın zamanda yayımlanan bir yazıda ayrıntılı olarak ele alındığı üzere, kısa boya ilişkin olumsuz inançlar ve uzun boy ile olumlu vurgulamalar ABD'de ve diğer çeşitli toplumlarda yaygındır. Uzun boyluluk çekicilik, flört tercihleri, arzu edilen karakter özellikleri, iş başarısı (gelir dahil) ve hem liderlik becerileri hem de otorite ile olumlu bir şekilde ilişkilendirilmiştir.

Uzun boy özellikle erkekler için değerlidir ancak kısa boya karşı önyargılar kızları da etkilemektedir. Uzun boyluluğun olumlu, kısa boyluluğun ise olumsuz değer bulduğu inancı ile bazı ebeveynler çocuklarının -özellikle de oğullarının- daha uzun boylu olmasını istemektedir. Ancak uzun boy tercihine rağmen uzun boyluluğun doğal sosyal avantajlar sağladığı görülmemiştir. Örneğin, gören ve doğuştan kör olan katılımcıları kapsayan bir çalışmada, boyları dışında birbirinin aynısı olan iki varsayımsal erkeği anlatan skeçleri dinledikten sonra erkeklerin zekâ, zenginlik, liderlik becerileri ve sosyal statülerini değerlendirdiklerinde, yalnızca görebilen katılımcılar uzun boylu erkeği daha yüksek puanlamıştır. Doğuştan kör bireyler her iki erkeği de benzer şekilde değerlendirmiştir.

Daha önce yazdığımız gibi, toplumda, çocukların/gençlerin arasında, belki "Napolyon Kompleksi"ne kadar uzanabilecek önyargıların/klişelerin etkisi ile oluşmuş bir "uzun boy arzusu" var ve tabii arzuların olduğu her konuda olduğu gibi bunu "el çabukluğu" ile fırsatlara/paraya çevirerek sömüren kişilerin olması da sürpriz değil. Erişkinlerin çoğunluğu da kendi boylarını 4-5 cm fazla söyleme/sanma eğiliminde ama birçok araştırma bazı hastalıklara bağlı ciddi boy kısalıkları dışında boy ile genel yaşam başarısı ve mutluluğu arasında sanıldığı kadar bir ilişki olmadığını gösteriyor.

Bizler ne kadar bunları yazsak, konuşsak da çocukların, ailelerin dünyasında başka dinamiklerin etkileri var ve bugün toplumumuzda diğer ayrımcılık türleri kadar yerleşmiş ve ABD gibi ülkelerdeki kadar şiddetli olmasa da toplum boy uzunluğunun getirdiği sosyal avantaj ve dezavantajların farkında olarak yaşamaktadır.

Voleybol/basketbol gibi sporlarda, polislik, askerlik gibi mesleklerde boy gençlerin kariyer planlarını engelleyen bir faktör olarak karşılarına çıkabilmektedir. Bunların ötesinde 5-6 ay önce "Boy için bir şey yapılabilir mi?" diye getirilen 17 yaşındaki iyi bir lisenin son sınıfında, ders başarısı çok iyi bir erkek öğrenci yalnız kaldığımızda bana "Sevgilim beni boyum yüzünden terk ettiğini söyledi, annem ise geçenlerde market poşetini taşımada isteksizlik gösterince 'çelimsiz seni' diyerek beni üzdü" diyerek günlük hayatın labirentlerindeki ayrımcılık acılarına dikkat çekmişti.

Fark yaralarına büyüme hormonu çözüm mü?

Kabul edelim etmeyelim, Müslüm Gürses'in "Fark Yaraları" şarkısındaki "Hakkımız değil mi bizim de gülmek? /Bizi bu fark yaraları öldürür" dizelerinde gerçeklik payı var ve hepimizin çocuklara ve ailelere "empati" ile yaklaşmamız gerekiyor. Bu yaklaşımın kolay yolu, "Bir deneyelim" ve sanki büyüme hormonu her durumda fark yaratır görüşü ile davranmak ve büyüme hormonu eksikliği kriterleri taşımayan çocuklara kolay bir şekilde büyüme hormonu başlamaktır. Büyüme hormonu tedavisinin enjeksiyon yerinde rahatsızlık, sıvı retansiyonu, insülin direnci, kafa içi basınç artışı, pankreatit, femur başı epifizi kayması ve skolyozun kötüleşmesi gibi yan etkileri vardır ve uzun süreli kullanıma rağmen elde edilen boy kazanımı çoğu zaman tatmin edici değildir ve tam nasıl bir etkisinin olacağını da tahmin etmek zordur.

Daha önce bahsettiğim yazının sonuçlar bölümünde belirtildiği üzere biriken kanıtlar, büyüme hormonu tedavisi kullanılsın veya kullanılmasın, boy sorunu olan çocukların klinik bakımında psikososyal müdahalelerin dahil edilmesinin önemini göstermektedir.

Sadece büyüme hormonu tedavisine odaklanmak yerine, boyla ilgili olumlu inançları, başa çıkma mekanizmalarını ve olumlu sosyal destek ağları oluşturmayı teşvik eden müdahalelere öncelik verilmelidir. Toplumlarda kısa boya karşı önyargının varlığını kolayca ortadan kaldıramayız ancak çocuğun bu önyargının varlığına rağmen gelişmek için direnç oluşturmasına yardımcı olabiliriz.

Sonuç olarak, bu konularda abartılı yaklaşımlardan, boyla ilgili konuları sorunsallaştırarak çocukların benlik saygılarının zarar görmesinden kaçınılmalı, bir tedavi önerildiğinde mutlaka ikinci bir görüş alınması için çaba gösterilmelidir.

Prof. Dr. Şükrü Hatun kimdir?

Prof. Dr. Şükrü Hatun, 1959 yılında Kütahya Domaniç'te doğdu. Tıp eğitimini 1983 yılında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ankara, Türkiye'de tamamladı. Mezuniyet sonrası Adıyaman'da mecburi hizmetini yerine getirdi.

Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları uzmanlık eğitimini Ankara Dr. Sami Ulus Çocuk Hastanesinde 1990'da, Çocuk Endokrinoloji Yan Dal Uzmanlık Eğitimini Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde 1993'de tamamladı. 1994 yılında doçent, 1999 yılında profesör oldu. 

1995-2016 yılları arasında Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı'nda çalıştı. Kocaeli Üniversitesi'nde Pediatrik Endokrinoloji programını kurdu. İki dönem anabilim dalı başkanlığı, 2012-2015 yılları arasında tıp fakültesi dekanlığı yaptı. 

2015 yılında bir süre North Carolina Üniversitesi Çocuk Endokrinoloji Bölümü'nde ziyaretçi profesör olarak bulundu. 

2016 yılından beri İstanbul'da Koç Üniversitesi'nde Çocuk Endokrinoloji ve Diyabet Bilim Dalı Başkanı olarak görev yapıyor.

Şükrü Hatun ve ekibi 1996 yılından bu yana diyabetli çocukların tedavisi, eğitimi, hakları, toplumun bilinçlendirilmesi ve diyabetle barışık yaşamaya odaklanan "Arkadaşım Diyabet Programı"nı yürütüyor.

Dr. Hatun, https://www.arkadasimdiyabet.com/ web sitesini kurdu ve 1997'den beri "Arkadaşım Diyabet İznik Kampı"nı yürütüyor, 2018'den beri de "Arkadaşım Diyabet Aile Kampı"nı düzenleyen ekibe liderlik ediyor.

Ekibinin de katkılarıyla diyabetli çocuklar, aileleri ve diyabet ekipleri için çok sayıda kitap yazdı veya çevirdi.

Türkiye'de uzun süre "Pediatrik Diyabet Grubu"na liderlik eden Dr. Hatun, arkadaşları ile "Pediatrik Diyabet Ekip Üyeleri Eğitim Kursları"nı başlattı, "Ulusal Çocukluk Çağı Diyabet Programı"nı hazırladı ve az gelişmiş bölgeler için diyabet kampları düzenledi.

Dr. Hatun'un diyabetli çocukların yaşamına yaptığı önemli katkılardan biri de "Okulda Diyabet Programı"nı başlatması. Bu program, Sağlık Bakanlığı, Millî Eğitim Bakanlığı ve Çocuk Endokrinolojisi ve Diyabet Derneği ile iş birliği içinde geliştirildi. Bu proje ile çok sayıda öğretmen okulda diyabet bakımı konusunda eğitildi ve Millî Eğitim Bakanlığı tarafından "Okullarda Diyabetli Öğrencilerin Bakımı ve Desteklenmesine İlişkin Yönerge" yayımlandı.

1993 yılından itibaren Dr. Hatun ve arkadaşları tarafından diyabetli çocukların hakları ile ilgili savunuculuk çalışmaları başlatıldı ve bu çalışmalar sonucunda 1996 yılında glukometre stripleri geri ödeme kapsamına alındı.

Dr. Hatun ve ekibinin başlattığı yeni bir kampanya ise "Sensörler için parmağını kaldır" sloganıyla sensörlerin Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından geri ödenmesine odaklanmıştır.

2014 yılında "Diyabetli Çocuklar Vakfı"nı kuran Dr. Hatun, çalışma arkadaşlarıyla birlikte çeşitli illerde "Arkadaşım Diyabet Buluşmaları" adlı eğitim toplantıları düzenliyor. Dr. Hatun ayrıca, diyabetin evdeki yükünü paylaşmaya odaklanan "Diyabet İçin HeForShe Programı" ile, "Diyabetli Çocukların Tedavisi ve Esenliği İçin On Temel Öneri" adlı bir program başlattı (2021).

Şubat 2023'te Türkiye'de yaşanan deprem felaketinin ardından Hatun, felaket bölgesinde yaşayan diyabetli çocuklar ve aileleri için bir destek ve dayanışma programı başlattı. Bu kapsamda ücretsiz kan şekeri ölçüm stripi desteği sağlandı. Ayıca deprem bölgesinden 51 diyabetli çocuk ve ailesi "Arkadaşım Diyabet Aile Kampı 2023"e ücretsiz katıldı.

İletişim Yayınlarından çıkan "Hekim Kendisini Tedavinin Bir Parçası Olarak Sunar" ve " İnsancıl Bir Tıp İçin Yazılar" isimli kitapları vardır.