Son olarak Mehmet Öz’ün “ GDO lobisi bana kumpas kurdu” sözlerine yansıyan ve Dr. Öz’ün Columbia Üniversitesi’nden kovulması için yazılan mektupla bağlantılı olaylar dizisi, aslında son yıllarda giderek artan ve bazen kendisini “şarlatanlık” düzeyinde gösteren “abartılı hekimlik” uygulamaları bağlamında yorumlanabilir. Bilindiği gibi bu mektubu kaleme alan 10 öğretim üyesi, “Dr. Öz’ün defalarca bilimsel ve kanıta dayalı tıp için küçümseyici ifadeler kullandığını, akademik görevlerini yerine getirmediğini, doktorluk yapmaktan çok şovmenlik yaptığını ve kişisel mali çıkarları için kamuoyunu yanılttığını” öne sürüyordu. Geçen hafta Ulusal Diyabet Kongresi’nde “ Yapay Pankreas” konusunda çok etkileyici bir konuşma yapan Yale Tıp Fakültesi Çocuk Endokrinoloji bölümü öğretim üyesi Dr. Eda Cengiz de, ABD’de “alternatif tıp” şemsiyesi “şarlatanlığın” giderek yaygınlaştığını, çocuk diyabet hastalarının ailelerinin de bazen şifalı otlar peşinde koştuktan sonra kendilerine geldiğinden söz etti. Bu şekildeki uygulamalar, büyük ölçüde “ her şeyin değeri yerine fiyatı” ile ilgilenen serbest piyasa dinamiklerinin beslediği bir ortamda yeşeriyor ama bunun kadar bilimden giderek uzaklaşan, bir tür “spiritüel” hayat tarzları ile akrabalığı olan bir durumla da karşı karşıyayız. Ülkemizde de “abartılı tıp” uygulamalarının giderek yaygınlaştığını görüyoruz ve benim gibi her gün onlarca hasta gören bir çok hekim, “şarlatanların icraatları” kadar bunlara inanmaya teşne ailelerin ve hastaların tutumlarından da muzdarip. Çoğunluğu yoksul ve orta halli olan bu aileler, televizyonların bilgi vermekten çok heyecan yaratma üzerine kurgulanmış sağlık programlarının bağımlısılar ve TV ile ilişkileri neredeyse çocuklar gibi. Yani çocukların reklamlarda gördükleri her şeyi gerçek sanması gibi, bu anneler de TV’de örneğin “Zahide ile Yetiş Hayata” programına çıkan hekimlere, bir tür saflıkla, yani hekimlerin insanlara hep doğruları söyleyeceği düşüncesi ile inanıyorlar. İnsan en çok, “köprülerin altından çok suların aktığının” farkında olmayan ve hekimliği ticari bir meşgale olarak yapan azımsanmayacak sayıda hekimin olduğunu bilmeyen kendi halindeki bu iyi insanların zarar görmesine üzülüyor.
Sekiz yaşında bir kız
çocuğunun başına gelenler
Geçen haftalarda 8 yaşındaki kızının yeterli büyümediği ve kilo almadığı yakınması ile onlarca hekim dolaşmış, en sonunda bizim çocuk endokrin merkezimize gelmiş bir annenin öyküsünden etkilenerek bu yazıyı yazmaya koyuldum. Bu anne de “ Zahide ile Yetiş Hayata” programını seyredenlerden ve sanırım bu programa sıkça çıkan bir çocuk hekiminin söylediği “ Sadece 1,5 ayda 9 cm boy uzatan kür” sözlerine inanmış ve 200 TL civarında bir ücret ödeyerek son çare olarak bu hekime götürmüş çocuğunu. Hekimin ne tanı koyduğunu anlamak zor ama bir çok tetkik istemiş ve eline içinde bu günlerde “abartılı tıp” modası olan iki ampul D vitamini de olan bir çok ilaç tutuşturmuş ama esas mucizevi bir karışım önermiş. Neyse ki aile çevresindekilerin uyarıları ile bu karışımı almadan bize gelmiş. Bir iki sorudan sonra annenin çocukluğunun da bu şekilde zayıf (“sıska”) ve arkadaşlarından gerisinden büyüyerek geçtiğini ve ergenliğe de geç girdiğini ama sonra tamamen normal bir yaşam sürdüğünü öğrendik ve kızına yapısal büyüme geriliği tanısı koyduk. Anneye bu basit soruların sorulup sorulmadığını sorduğumda “ Bizle pek konuşmadı doktor; ilk verdiği ilaçların işe yaramadığını söyleyince de D vitamini ampulü içmeye devam edin” dediğini söyledi. Bu da başlı başına bir sorun; yani bir üniversite hastanesinde uzmanlık eğitimi alan bir hekim, “sıskalık” dışında bir sorunu olmayan 8 yaşındaki bir kız çocuğuna nasıl bu şekilde gelişigüzel yüksek doz D vitamini verebilir anlamak mümkün değil. İnsanın böyle durumlarda siniri bozuluyor ve neyle karşı karşıya olduğunu anlamak istiyor. Ben de hemen hekimin ismi ile bir Google taraması yaptığımda aslında kendisinin şifalı otlar satan bir sitesinin de olduğunu ve epeyce “acayip” bir durumla karşı karşıya olduğumuzu anladım ve hemen onu yetiştiren kurumun çocuk sağlığı ve hastalıkları anabilim dalından tanıdığım birisini aramak istedim.
Devlet yetkilileri “abartılı
hekimliği” teşvik ediyor
Öykünün bundan sonrasını anlatmadan devam edecek olursam aslında geçenlerde Sağlık Bakanlığı’nın televizyonlarda konuşacak hekimler için bir akreditasyon uygulaması hazırlığına varacak kadar yaygın, yaygın olduğu kadar vahim de olan bir “abartılı hekimlik” sorunuyla karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz. Bu vahametin üstüne geçen haftalarda önce Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği’nin sonra da Sağlık Bakanlığı’nın açıklamalarına konu olan bir ünlü diyetisyen-hekimin devlet yetkililerinin bile kendi tavsiyelerine göre yaşadığını açıklaması eklendi. Onu dinleyince yıllar önce Türk Tabipleri Birliği Yüksek Onur Kurulu toplantısında, uzmanlık alanı dışında hekimlik uygulamaları yapan ve ofisinin hemen yanında “aktar dükkanı” olan bir hekimin kendisine verilen cezaya tepki olarak üstten bir dille “ Siz bana burada oturmuş 3 ay meslekten men cezası veriyorsunuz ama ben başbakanın eşinin doktoruyum” dediğini hatırladım. Bu hekim hala ”meşhur” birisi ve çok satan gazetelerin manşetlerinde benzer şeyler yapmaya devam ediyor. Aslında bu durum, yani abartılı tıp uygulamalarına politikacılarının ve eşlerinin ilgi duyması, bir tür bu tür kişileri “himayelerine” almaları ayrıca incelenmesi gereken bir durum. Bunun gerisinde tam olarak ne var bilmiyorum ama politika biraz doğası gereği “omnipotent” kişilere, yani her şeyi istediği gibi yapabileceğini sananları öne çıkaran bir alan; belki de bu özellikleri ile mucizevi/sihirli tedavilere inanmaları arasında bir ilişki kurulabilir. Nedeni ne olursa olsun devlet yetkililerinin bu tür tutumları olan kişileri teşvik etmeleri toplum yararına değil.
Ne Yapmalı ?
Yazının başına dönecek olursak aslında Dr. Mehmet Öz’ün yakınmaya hiç hakkı yok, çünkü kendisi uzun zamandır popülerliği arttıkça şiddeti de artan bir “abartılı hekimlik” pratiği içinde. Bu nedenle de ciddi bilim insanlarının mektubuna maruz kaldı ve şimdi kendisini mağdur gösterme gayretleri ile o da “kumpas” dan bahsediyor. Oysa hekimlik sadelikle, bilimsel doğruların, ortak bilimsel aklın gereklerine göre ve parasal hırs olmadan yapılınca değerli olan bir meslek. Bunun yerine yoksul ve/veya zorda kalan insanların umutlarına mucizevi ve/veya abartılı tedavilerle yaklaşmak, giderek bunları sömürmek ve sıradan insanların hekimlik mesleğine olan temiz güvenlerini sarsmak başlı başına bir suç. Başta görsel basın olmak üzere tüm basının daha sorumlu davranması ve doktor veya doktor taklidi yapan tıp dışı kişilerim reklamının yapıldığı ve bu şekilde masum halkın sömürülmesine kapı açan programlara artık son vermesi gerekiyor. Ayrıca, bu konuda başta Endokrin ve Metabolizma Derneği örneğinde olduğu gibi uzmanlık kuruluşlarının kararlı ve sürekli çıkışlarına ihtiyaç olduğu kadar toplumu bu tür insanların suiistimalinden koruyacak yasal düzenlemelere de ihtiyaç var. Öte yandan yasal düzenlemeler yanında hekimlerin kendi aralarında bu tür davranışları önleyen bir kültür yaratmaları ve Columbia'daki öğretim üyelerinin yaptığı gibi hekimlerin ve özellikle de üniversitelerin seslerini çıkarmaları gerekiyor.