Şükran Pakkan

25 Kasım 2023

Don't Cry For Me Argentina!

Arjantin'in "Testere Milei"si varsa, bizim de Kurtlar Vadisi'nden "Testere Necmi"miz var. Aşırı sağcı Milei'nin büyük bir zaferle devlet başkanı seçilmesi, Necmi'nin "huzuru bozan kim varsa, biz de onu bozarız!" sözünü ülkece içselleştirmiş mafyatik-politik duruşumuz nedeniyle bizim için büyük bir anlam ifade ediyor

9 Aralık 1951'de, İstanbul'da, Şişli Camii'nde, ölüm döşeğindeki bir kadının şifa bulması için bir mevlit okutuldu. O kadın; hayatını hastalara, yoksullara, hak mücadelesine adamış, Arjantin Devlet Başkanı'nın genç eşi Eva Peron'du. "Eva'ya Dua" kulaktan kulağa yayıldı, "Arjantin'e mi? Gayrimüslime mi?.." yaygarası koptu. Dönemin Diyanet İşleri Başkanı bile çıkıp "Duada ayrılık mı olur" diye tepki göstermiş… Sevap ve günahı aynı anda başarmayı başarmak bizim işimiz. Hasta yatağında Eva'ya olanları söylemişler midir, ne kadarını söylemişlerdir bilemiyoruz. İnşallah söylememişlerdir. Eva bir yıl sonra hayatını kaybetti.

Meşhur "Don't Cry For Me Argentina/Benim için Ağlama Arjantin" şarkısını tekrar çalma zamanı. Esasen "arkamdan ağlama" diye çevrilmesi gerekirdi diye düşünmüşümdür- ama şu anda "kendi düşen ağlamaz" diye çevirme zamanı olabilir. Arjantin, Türkiye'ye çok benziyor. Bir kere, benzer aktif fay hatları üzerindeyiz, her an büyük bir deprem daha olabilir kara bulutları üzerimizde dolaşıyor. Enteresan bir şekilde kriz, travma, kaoslarla yaşayan ülkeler, fay hatları üzerinde. Bu korku da alttan alttan akıl sağlığımızı bozuyor olabilir. O huniler boşuna takılmadı.

Türkiye gibi Arjantin'in tarihi de askeri darbelerle, cuntalarla, yargısız infazlarla dolu. Bir dönem havadan ceset yağdı Arjantin'e. Cunta yönetimi ölüm emri verdiği kişileri, bayıltıcı ilaç içirdikten sonra helikopterlerle dağların tepesine, okyanusun diplerine atıp "temizlik yapıyordu". Arkasından ağladıkları çocuklarının belki yaşıyor olabileceği umuduyla yıllarca azap çekti binlerce aile. Anma törenleri hâlâ devam ediyor. Aynı Arjantin, bugün elinde testeresiyle ortaya çıkan yeni bir devlet başkanı modeliyle test ediyor fay hattını. Türkiye'ye benzettiğimiz için yakından bakalım ve korkalım: Enflasyon oranları yüzde 140'lara yakın, ülkenin yüzde 40'ı yoksulluk içinde yaşıyor, merkez bankası rezervleri tükendi, işsizlik zirvede. Türkiye'den bahsetmiyorum, bizdeki sayılar muğlak zaten.

 

Testeresinin motorunu vınn vınn çalıştıra çalıştıra oy isteyen Milei, "etrafını etten duvar gibi ören çocuklardan birinin kolu bacağı gidecek şimdi burada" korkusuyla izlettirdi kendini. Seçmene silah çekmekten farkı yok ama işe yaradı. Üstelik hiç kimse bu şovları yaparken, seçileceğine ihtimal de vermiyordu. Çünkü o hiç kimseler ne Z kuşağını ne de bağırmanın/tehdit etmenin/anime karakter gibi davranmanın zamane reytingini bilmiyordu. Milei'yi küçük gördüler. Geleneksel medyada çıkmadığı için yavan, elitlere hitap etmediği için avam buldular. Milei bildiğimiz yöntemlerin hiçbirini kullanmadı, sokak sokak gezmedi, ülkeyi baştan sona kat etmedi, esnaftan, bakkaldan, pazardaki teyzeden oy dilenmedi. Ne yaptı? Seçmene Tiktok ve Youtube'dan yürüdü. Kampanya toplantılarına deri ceket giyerek geldi, yerel rock şarkıları söyledi. Gençleri muhatap aldı, anlayacakları dilden konuştu ve yüksek sesle konuşmalarını istedi, kampanyasına "taşıma taburlar" değil, "gerçek ortak"lar yarattı. Seçim maratonunun daha ilk haftasında bile takipçi oranları, en favori adayın dört katına ulaşmıştı.

Bugün sosyal medya ile "en avam tipleri" servet ve şöhret içerisinde yüzdürmeyi başardığımız gerçeğiyle yüzleştiğimize göre, Türkiye'de böyle bir "oyun kurmayı" başaran politik bir zekanın neler yapabileceğini düşünelim mi? Düşünmeyelim. Aklımıza gelen başımıza gelmesin.

Yapılan tüm araştırmalar, 2000'den sonra doğan Z kuşağı gençlerinin siyasetten ve siyasilerden nefret ettiğini söylüyor. Politikacıların bugüne kadar yaptıkları hemen her şeyin başarısız olduğunu düşünüyorlar. İdeolojik bir duruşu reddetmelerinin temelinde de bu var. Sağ - sol fark etmez hepsi aynı yolun yolcusu - bunlarla olmaz; Z kuşağının sloganı bu.

Arjantin'de oy kullanma yaşı 16'dan başlıyor ve seçmenin büyük çoğunluğu Z kuşağı. Bunu gören Testere Milei ne yapıyor, sadece gençlere ve her yaştaki erkeklere çalışıyor. "Erkekler hiç büyümüyor ya!" esprisinin yeri geldi. Bu genç kitle; para kazanmak için beklemek istemeyen, istediği gibi bir iş bulmak için mücadele etmekten bıkmış, orta ve işçi sınıfının çocukları. Milei, onlarla konuşurken soru sorana değil, doğrudan kamerasına bakıyor. İşi biliyor demiştim. Gençlerle sanal oyunlar oynuyor, "kendilerinden zorla alınan parayı geri verme" vaadini kanıtlamak için kongre maaşı çekilişi yaptı sosyal medyada. Kendisine ilk adıyla hitap edilmesini istiyor. Asla uzun konuşmuyor. Kısa kısa. Biliyor ki, Z kuşağı uzun kürsü konuşmalarından zinhar hoşlanmaz. Yanıtlarını mutlaka bir sloganla bitiriyor, mutlaka bu noktada güzel de bir bağırıyor.

Buenos Aires'te yaşayan binlerce genç de her gün okuldan eve dönüp sabaha kadar ekran başına oturdu ve Milei'yi savunan videolar hazırladı. TikTok'ta yaşadılar aylarca. En ateşli destekçileri, WhatsApp gruplarıyla bağlantı kurdu; destansı bir anime savaşının ortasına düşmüş gibi, kendi oyunlarını yarattılar. Yaptıkları işe "siyaset" demediler, "savaş" diyorlardı. "Bu krizi yaratan veya sürdürenlere oy vermek yerine, farklı olana oy vereceğiz" dediler. Milyonları ikna ettiler, üstelik organik bir hareketti. Herkes bunun bir parçası olmak için yarıştı. Zaten sonunda Milei, sahneye çıkıp Zeki Müren gibi "Beni sizler yarattınız, canlarım benim" dedi. Canlarım benim, demedi.

Milei'nin etrafındaki gençlere yakından bakarsanız, aslında hepsinin tek kollu olduğunu göreceksiniz. Çünkü bir kolları sürekli havada, telefonlarıyla aralıksız çekim halindeler. Adam gözlerinin önünde, o kolu bir uzatsalar tokalaşacaklar, sıfır mesafe. Ama bir adım önlerindeki liderlerini gözleriyle değil, ekranlarıyla izliyorlar. Korkuyor da olabilirler göze göze gelmekten, çünkü çok saldırgan bir tarzı var. Arada aniden bağırmaya başlayabiliyor. Bağırdıkça sevildiğini, popüler olduğunu hızlı gördü. Bakınız ben kürsüde bağırandan korkarım. Bağırdığım için kendimden de korkuyorum bazen. Hepimiz bağırıyoruz ama, değil mi? Bağırmak insanın 'animalliğinin' (hayvanlığının) bir özelliğiymiş. Peki, siyasetçiler bize durmadan neden bağırıyor? Frazer şöyle diyor: Vahşilikten. Kabalıktan… "Günümüz vahşileri... Medeniliğe kıyasla ilkeller fakat asıl ilkel insana kıyasla ilkel değiller..." Tartışılır.

En ilkel iletişim biçimi; böğürmek ve kükremek şeklinde vuku bulan bağırma... İlkel insanlar; böğürünce istediğini yaptırabildiğini düşünürmüş. Siyasette bağırmak ise, karşındakini kontrol altına alma güdüsünün sonucu. Dövüşmek istiyorlar. "Ben güçlüyüm, sen güçsüz"sün diyorlar. E bu resmen kabadayılık! Burada işimize en çok psikolojik tanımı yarar: -ki Milei başta olmak üzere bağıran liderlerin gözünün tam içine bakarak izlerseniz açıkça göreceksiniz- Alenen pısırıklar. Bağırarak; "büyük adam" olamadıklarını teşhir ediyorlar. Burada karşılıklı bir iletişim var. Seçmenleri de onlara geri bağırıyor. Geçenlerde metrobüste bir kadın aniden ayağa fırlayıp durduk yere "Reeecep Taaaayyip Erdoğaaaan" diye bağırmaya başladı. Mitinglerde kadınlar Erdoğan'ı hiç dinlemiyor mesela, durmadan ama durmadan çığlık atarak bağırıyorlar. Bir de sokaklarda takla atıp Erdoğan diye bağıra bağıra dönen bir dayı var, tövbe estağfurullah.

Testere Milei'ye dönelim. Çocukluğu travma içinde geçmiş, ailesinden ağır şiddet görerek büyümüş. Bizim Kurtlar Vadisi'ndeki yerli testeremiz Necmi gibi; mafyatik tarzı çocukluk travmalarından geliyor yani. Necmi de annesini testere ile kestiği için bu lakabı almış ama dizideki raconlarıyla o dönem gençlerin taptığı bir karakter olmuştu. Bu vesileyle potansiyelimize bir kez daha dikkat çekmiş olayım.

Neyse, Milei daha çocukken davranışları nedeniyle "Deli" lakabını almış. "Testere" unvanı yeni yani. Zaten beş yıl önce politikacı bile değildi. Siyasete girmeden önce büyük finans şirketlerine, Dünya Ekonomik Forumu'na, G20'ye danışmanlık yapan bir ekonomistti. Bakınız "Ben ekonomistim" diyenden de çok korkarım ben. Bir de kendinden bahsederken "aslan" diyor. Hemen yanınızda oturan kişiye dönün ve şöyle deyin: "Merhaba, ben bir aslanım." Olaylar gelişsin, güleriz… Ama eyyyy Arjantin, gözünüzün yaşına bakmaz bu aslan, benden demesi.

Gençleri en çok cezbeden vaatleri arasında, hükümet harcamalarını ve para basmayı kesmek, elit ve seçkinleri ortadan kaldırmak var. Bu kesintilerin bir sembolü olarak, elektrikli testereyi kullanıyor zaten. Hadi bakalım, aslansın sen yaparsın.

Şimdi siyaset bilimciler kronik ekonomik çalkantıların yaşandığı, korkunç zor bir dönemden geçen Arjantin'deki ergen ve genç seçmenlerin, ülkenin kaderini nasıl değiştirdiğini konuşuyor. Çok da şaşkınlar. Çünkü Latin Amerika'da gençler, sol hareketin tarihteki önemli direnişçileri, düzenin muhalifleriydi. Öğrenciler ve gençler, askeri cuntaya karşı büyük direniş gösterdi geçmişte. Hatta son başkanlık seçiminin gerçekleştiği 2019'da genç seçmenler sol adayı destekliyorlardı.

Bugün genç seçmenlerin Milei'ye yönelmesi dünyanın geneli için büyük bir değişimi temsil ediyor. Elbette gençler artık büyük bir dönüşüm istiyor, bıktılar, bu net. Bunu anlamak için bilim insanı olmaya gerek yok. Ama bu değişim; farklı-absürt-dengesiz-mantıksız-uçarı sonuçlar doğuruyor ne zamandır. Gerçek gibi değil, animasyon filmi gibi duruyor.

Aynı siyaset uzmanları bundan sonra ne olur sorusuna şu yanıtı veriyor: "Felaketle sonuçlansa bile, sadece yeni bir felaket olur." İşte Arjantin, İşte Türkiye! Anca bu kadar benzeriz. Entel entel "Arjantin'den sonra, ABD seçimlerinde yeniden Trump seçilirse jeopolitik etkisi ne olur?" diye soracağımı da düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Aynı fay hattı üzerinde yaşadığımız Arjantin'in testere model kaderini yaşamamız an meselesi olabilir.

Çoluk çocuğumuza dikkat edelim. Söyleyeceğim budur.

Şükran Pakkan kimdir?

Doç. Dr. Şükran Pakkan, Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunudur. Birkbeck University Morley College'de Medya ve Gazetecilik eğitimi almış, yüksek lisans ve doktorasını İstanbul Üniversitesi'nde tamamlamıştır.

Mesleğe İzmir'de politika ve ekonomi muhabiri olarak başlayan Pakkan, London Weekend Television (Channel 5), Women's Journal, Milliyet Gazetesi, Al Jazeera Türk TV, Al Jazeera English, HaberTürk TV gibi ulusal ve uluslararası medya kuruluşlarının haber merkezlerinde 25 yılı aşkın süre aktif gazetecilik yapmıştır. Akademik ve medya kariyeri boyunca başta Türkiye, Amerika, İngiltere ve Katar'da olmak üzere ulusal ve uluslararası çapta medya ve editoryal program, eğitime, sunum ve seminerlere konuşmacı ya da eğitimci olarak katılan Pakkan, "Bülent Dikmener Gazetecilik Ödülü" ve "Sedat Simavi Belgesel Ödülü" başta olmak üzere birçok ödülünün de sahibidir.

Gazeteci Hrant Dink'e yönelik suikast sürecinde medyayı konu alan "Neler Yapmadık Şu Vatan İçin" ile dijitalleşmenin gazeteciliğin üzerine etkilerini inceleyen "Gazeteciliğin Geleceği" isimli kitapların yazarıdır. "Unutmak ya da Unutmamak: Unutulma Hakkının Gazetecilik Perspektifinden Uygulanabilirliği" başlıklı kitabın da ortak yazarıdır.

Uzun yıllardır üniversitelerde medya, televizyonculuk ve gazetecilik dersleri vermekte, kurucusu olduğu Newsroom Media'da kariyerine yapımcı ve yayıncı olarak devam etmektedir.