Hepimiz milyarlarca hücreden oluşan muazzam bir nöron çorbası olarak dünyaya geliriz… Fiziksel ve ruhsal olarak doğarız. Hepimiz doğamıza ait, orijinal ve biricik olarak yaşama gözlerimizi açarız.
Yasadığımız sürece de, her birimizin çorbası sistem denen bir ocak üzerinde sürekli kaynamaya acı, tatlı, ekşi veya farklı tatlar haline gelmeye başlarız… Çevre dediğimiz başta ebeveynler olmak üzere eğitimciler, yöneticiler, siyasiler, din adamları kısaca sistem “sosyal yazılım”lar yükler beyinlerimize...
22 yaşına gelinceye kadar hem bu yazılım hem de sorgulanmamış kabuller, yaşanmışlık ve gözlemlenmişliklerle kilometrelerce uzunlukta belli bir bilinç altı torbamız oluşur. Sistem bu noktaya geldiğinizde size önce iş bul, sonra işte yüksel, sonra evlen, çocuk/çocuklar yap, daha iyi ev al, araba al, çocukları en iyi yerlerde okut, kendini değil de sürekli ev ve çevre tasarımını yenile ve hep daha iyisini al diyerek kementlerini atmaya devam eder. Sisteme itaat ettiğiniz sürece sizi aynılaştırmaya, tek tipleştirmeye devam eder, bir anlamda sistem robotu haline gelirsiniz. Kıpırdayamaz hale gelirsiniz. Sahip olduğunu sandığınız şeylerin size sahip olduğunu anlamazsınız bile. Her şeyiniz vardır ama kendiniz yoktur ortada. Bazen de sistemin baskısı karşısında kendi ateşinizi söndürüp içsel ve sosyal farkındalıklara kayıtsız hale geliriz. Kendimizi kapatır, özümüzden uzaklaşırız. Zombi yürüyüşüne geçip, varoluşsal iktidarsızlık içinde "farkındalıksız" şekilde yola devam etmeye başlarız. ‘’Bazı diriler ne kadar ölü, bazı ölüler ne kadar diri’’ dedirtecek hale geliriz. Yüzyıllar önce ölüp de bize halen ilham olup yankılanmaya devam edenleri düşündüğümüzde, kafamız karışır bir anlam bulmaya çalışırız. Bu yolculuk 22 yaşından 40’lı yaşlara kadar buna benzer şekilde sürer aslında... 4 yaşındayken kaderinizin getirdiğini 40'lı yaşlarda kararlarınızın sonuçlarını yaşarsınız. Hayat kırkından sonra değil farkından sonra başlar.
Hepimiz ikinci bir zihinsel-psikolojik doğuma ruhsal bir rönesansa ihtiyaç duyarız… Yeni bir hikaye, yeni bir içsel tasarım sancılarının başladığı yerdir bu dönem. Ölmenin zıttı yaşamak değil, "doğmaktır." Bazılarımız bu sosyal yazılıma, dışsal tasarıma uyanıyor ve bu bağlamda yazılımı içsel olarak sil baştan yazmak, yeni bir hikayeye geçmek isteyebiliyor. Bu noktada İhtiyaç duyacağınız tek şey; “farkındalık”tır. Zira farkındalık tüm erdemlerin başlangıç noktasıdır.
Hayatta varoluşsal iki temel soru var.
Ben kimim? (A noktası)
Ne istiyorum? (B noktası)
A ve B noktaları.
Bana bu yeni yaşımda A ve B noktalarımı soracak olursanız;
A noktası için “inşaat halindeyim” derim. İnşaat derken bizim o bilinen müteahhit inşaatları gibi değil tabi... Gaudi’nin hic bitmeyen bir tarafı, eskiye bir tarafı yeniye bakan ve hiç bakımı bitmeyen Barselona’daki Sagre de familya inşaatı gibi...
Veya Michalengola’nın 87 yaşında dediği gibi “Ancoro imparo” (Halen öğreniyorum) cümlesini kurarım…
A noktası üzerine kurabileceğimiz B noktası için ise “kendimle dost olma konusunda bayağı yol aldım inşallah yakında bütünlenebilirim. Evrene ve çevreye katkımı arttırmaya devam etmek istiyorum” diyebiliyorum.
57. yaş günümde, 22-57 yaş arasında, son 35 yıllık farkındalıklarımı sizlerle paylaşmak istedim bugün. Kariyerde yukarı doğru çıkarken "bilgi"; aşağı inerken "bilgelik" kazanırsınız. Bizim çeyrek asrı çoktan aşan uç uca eklendiğinde belki de Bağdat’a varacak olan damıtılmış sentezleri, farkındalıkları buraya bırakalım. Bağdat'a gitmiş olanlardan Bağdat yolunu dinlemek konusunda hevesli olanlar çıkar belki… Bunlar kişiye özel farkındalıklar tabi ki. Herkes kendi macerasını yaşamak zorunda olup farklı farkındalıklara ulaşacak olsa da tecrübeleri bilmek ve yolculuğa minimum hasar ve maksimum farkındalıkla devam etmek, acı okulundan değil akıl okulundan mezun olmak, düşerek değil düşünerek öğrenmek adına değerli olabilir diye düşünüyorum.
Bakın, bunca açılan pencereden kariyere/hayata dair içeri neler girmiş, neler fark edip/neler öğrenmişim;
22 yaşında; İş görüşmelerinde genelde "ilk izlenimin son izlenim olduğunu” CV incelerken veya mülakatlarda hakkınızda ilk 10-30 saniye arasında karar verildiğini, beyaz yakalılar dünyasının sempatik ama az yetenekli kişilerin, yetenekli ama sevimsiz kişilere tercih edildiği bir dünya olduğunu öğrendim. İzlenim yönetimini ve her daim “gülümsemeyi giyinmenin önemini'' fark ettim.
23 yaşında; Kariyerinizde ilk düğmeyi yanlış iliklerseniz diğerlerinin de yanlış gittiğini, kariyer iskemlesinin yanlış duvara dayanmaması gerektiğini öğrendim. Çalıştığınız kurumdan ziyade mümkünse “yöneticinizi seçmenin” çok daha önemli olduğunu fark ettim. İşe girerken birden fazla seçeneğiniz varsa önceliği yönetici seçimine vermekte çok daha kritik olduğunu ve “iş görüşmelerinin çift taraflı olduğunu unutmamak” gerektiğini öğrendim.
24 yaşında; ilk kariyerde '' dinleme/konuşma oranı rasyosunun yüksek tutulması” gerektiğini, etkili dinleme ve dikkatli gözlemlemenin kritik olduğunu, İnsanların dudaklarınızı değil adımlarınızı izlediğini, yaptığınız işe odaklanmanın ve sonuç almanın önemini, bir sorun varsa sorunun bir parçası olmaktan ziyade çözümün bir parçası olacak önerilerle gitmenin önemini fark ettim.
25 yaşında; İş hayatında herkesin tehlikelere karşı maskelerle dolaştığını ve maskeler çıkarıldığında kimle karşılaşacağını bilemediğiniz ''vahşi bir orman'' olduğunu fark ettim. Profesyonelliğin iş hayatına birçok açıdan bakabilme ve seçili davranışı benimseme becerisi” olduğunu öğrendim.
26 yaşında; İş yapan tarafta olduğunuz sürece rekabet olmadığını, marifetin size kaldığını, yaptığınız işin primini istediğinizde rekabete hazır olmanız gerektiğini fark ettim. Aslında ''insanların size karşı olmadığını sadece kendilerinden yana olduğunu'' öğrendim.
27 yaşında; ''Kurumlar ve birimler arasındaki ilişkilerin bir noktadan sonra insanlar arasındaki ilişkilere indirgendiğini'' asıl olanın, kurumun cansız tabelasından ziyade yaşayan insanlar ve onların aralarında sürdüre geldikleri ilişkiler olduğunu ve ezeli ve ebedi dostlukların değil ezeli ve ebedi çıkarların varlığını fark ettim. Aynı yolu beraber yürüdüğünüzü sandığınız insanların aslında sadece gidecekleri yere kadar size eşlik ettiklerini öğrendim.
28 yaşında; ''Kariyer piramitinin, huni gibi yukarı doğru daraldığında'', insanların birbirini eksiltmek ve güçlenerek yükselmek için nasıl "birbirinin kurduna dönüştüğünü" gözlemledim. Dışarıdan ne kadar güçlü olursanız olun, savaşların içeriden kazanıldığını öğrendim. İş hayatında güçlüyken güçsüz görünenlerin, özel hayatta ise güçsüzken güçlü görünenlerin başardığını fark ettim.
29 yaşında; Kurumlar için yetenek çekmek kadar yeteneğin doğru kullanılmasının ne kadar önemli olduğunu gözlemledim. Bir tarafta herkes ağaca tırmanmak için sincap bulmaya çalışırken, diğer tarafta kümeste tutulan veya keşfedilemeyen sincapların çokluğunu öğrendim. HR Birimlerinin kağıt üzerinde kutucuklar olduğunu,'' HR Müdürünün sadece ve sadece bizzat kişinin kendisinin olduğunu'' fark ettim. Kariyerin bireysel bir olgu olduğunu, size yapılan kariyer haritalarının siz kurumdan çıktığınızda sizle birlikte buharlaştığını ve hiçbir anlamı olmadığını fark ettim. Beyaz yakalılar dünyasında ''Hak edenin değil, hareket edenin kazandığını" öğrendim.
30 yaşında; Beyaz yakalı dünyasında en büyük sorunun; başkalarını aklıyla kendini kalbiyle yönetmeye çalışan insanlar olduğunu, asıl olanın ''kendinizi aklınızla başkalarını kalbinizle yönetmek olduğunu'' öğrendim.
31 yaşında; İnsan aklının kendi kazığından başka hi bir yere bağlı olmadığını oysaki o güne kadar dışarıya cam fanusun içinden baktığımızı öğrendim. Koyunların ömürlerini kurttan korkarak geçirdiğini oysaki onları satan ve yiyenin aslında çoban olduğunu fark ettim. İnsanların ilk etapta yöneticilerini seçmesinin ne kadar değerli olduğunu, sonrasında ''kurumları değil de yöneticileri terk ettiğini'' öğrendim.
32 yaşında; Yönetici olunca ekiple sizi bağlayan en önemli yapıştırıcının ''güven'' olduğunu fark ettim'' İş odaklı olmaktan, ilişki odaklı olmaya'' geçtim. ''Etkin yöneticiliğin aslında insanları yönetmek olmadığını, insanlarla aranızda olan ilişkiyi yürütmek olduğunu'' öğrendim. İnsanların iyi iş yapmalarını istiyorsanız onlara öncelikle iyi yapacakları işleri vermenin önemini fark ettim.'' Yöneticinin işinin insanların güçlü yönlerini kullanmalarını sağlamak'' olduğunu öğrendim.
33 yaşında; İnsanların siz onları robota çevirmediğiniz sürece makine olmadığını, insanların sadece fiziksel, duygusal, düşünsel ihtiyaçlarının değil ayrıca ruhsal ihtiyaçlarının olduğunu fark ettim ''İnsanları harekete geçirmek için, önce duygularını harekete geçirmeniz gerektiğini, kalbin akıldan önce geldiğini. İnsanların kalbi ile satın alıp, zihni ile onayladığını'' fark ettim. Ayrıca, insanları kalbinden tutamadınız mı elinizden nasıl kayıp gittiklerini öğrendim.
34 yaşında; İnsanların farklı olduğunu; dolayısıyla davranış ve motivasyonlarının da farklı olduğunu öğrendim... Onlara ''eşit değil, adil davranmayı'' öğrendim. Cevizin kabuğunu kırmayıp özüne inmeyen cevizin hepsini kabuk zannettiğini gördüm. İnsanlarla bağ kurmanın önemini keşfettim. İnsanları motive etmek için "havuç-sopa dengesi" gözetilerek bunun sadece bu şekilde kısmen dışarıdan başarılabileceğini oysa asıl olanın insanlara "ilham vererek" içlerinde doğuracakları arzuyu inşa etmeyi başarmak ve onlara kendilerini gerçekleştirecekleri iklimi yaratmak olduğunu öğrendim.
35 yaşında; Yöneticilerin makamları, etkin yöneticilerin insanları olduğunu fark ettim. Lider olmanın yolunun sahici olmaktan bütünsellikten (integrity) geçtiğini gördüm. Karşınızdakinin hissettiğini hissederek dokunmak kadar, dokunulabilir olmaktan ve hislerini hissettirmenizden geçtiğini fark ettim.
36 yaşında; "Ağ değil bağ kurmanın" önemini, örümceklerin ağ kurararak, insanların ise bağ kurarak büyüdüğünü öğrendim. Liderlik için bunun yolunun da insanlara değer katmak, fark yaratmak, katkı sunmak, karşılıksız cömertlikten geçtiğini fark ettim. Toksik olanın kibir dili, birleştirici olanın şefkat dili olduğunu öğrendim. "Hiçbirimizin hepimiz kadar akıllı olmadığını", "Başkalarına yardım ettikçe aslında kendimize yardım ettiğimizi" öğrendim.
37 Yaşında; Beyaz yakalıların beş gün satıp iki gün aldıklarını sandıklarını aslında o iki günün de akıllı iletişim araçları ile risk altında olduğunu, ayrıca beş günlük ödemenin de onlara geçirdikleri zaman için yapıldığını, "değerleri" için olmadığını öğrendim. Değerlerini tespit etmek için hesaplı risk alıp, farklı alternatifleri deneyimlemenin önemini öğrendim. ''En iyi kariyerlerin planlı kariyerler olmadığını siz bütünsel olarak hazır olduğunuzda geliştiğini'' fark ettim. Başka bir insandan daha üstün olmanın hiç bir asaleti olmadığını, gerçek asaletin dünkü halinizden üstün olmak olduğunu öğrendim.
38 yaşında; Beyaz yakalıların hiçbir zaman zamanın kontrolünü ellerinde tutamadıklarını, ne kadar yetenekli ve başarılı olurlarsa olsunlar belli bir limitin üzerine çıkacak geliri kazanma imkanları olmadığını öğrendim. Girişimciliğin belli bir alt yapıdan sonra yapılması gerekeceğini düşünmeyi öğrendim. Network kariyerin önemini fark ettim. Hiçbir kuruma teslim olmadan, seçilen değil seçici olarak da uzmanlığınızla daha çok zaman ve para kazanılabileceğini aynı zamanda katma değerinizi arttırabileceğinizi fark ettim. Tutkusunu keşfedip peşinden azimle gidenlerin hep kazandığını, bir saniye bile çalışmış sayılmayacağını ve hiçbir zaman alarm kurmayacağını fark ettim.
39 yaşında; Orta kariyerde asıl kritik olanın "zaman" ve "anlam" olduğunu keşfettim. İşiniz gitse yenisini bulursunuz, sağlığınız bozulsa bir şekilde toparlarsınız ama geri getiremeyeceğiniz tek şeyin "zaman" olduğunu fark ettim. Hiçbir şey için hiçbir zaman geç olmadığını, hayatın cesaretimiz oranında daralıp genişlediğini öğrendim.
40 yaşında; Mobbing'in “insanlık suçu ve beyaz yakalı humması” olduğunu öğrendim. Parlak insanların ışığından, yetersiz yöneticilerinin karanlıklarının nasıl aydınlandığını, duygusal zekası olmayan yöneticilere yeteneklerin teslim edilmesi sonucu kurumlarda yaratılan sayısız görünmez kara deliği öğrendim. “Koltuğa güç veren değil, koltuktan güç alan yöneticilerin sayısının çokluğunu" ve yerini korumak için nasıl zorbaya dönüştüklerini fark ettim. Yukarılarda sayısız yetenekli-lider değil ''koltuk yöneticisi'' olduğunu fark ettim.
41 yaşında; Hayatın fena halde futbola benzediğini ne kadar yetenekli olursan ol, iyi bir takımın yoksa kaybedeceğini, oyundan atılmanın da her zaman mümkün olduğunu fark ettim.
42 yaşında; Koltuğunuz kadar değil, koltuğu bırakıp dışarı çıktığınızda "yetkisiz etkiniz kadar" güçlü olduğunuzu fark ettim. Bir kurumdan ayrılmanın hayattan ayrılmak olmadığını, 'yetkisiz etkiniz' varsa işten ayrılmanın/atılmanın bazen şans da olabildiğini, daha da güçlenerek yola devam edildiğini öğrendim.
43 yaşında; Hayatta iki gün önemli derler. ''Hikayenizin başladığı doğduğunuz gün'' ve ''Ne için doğduğunuzu bildiğiniz gün'' Günün birinde kitabın birinde beni çok etkileyen eden bir cümle ile karşılaştım. Aynen şöyle diyordu. "Yaptığınız işi severseniz mutlu olursunuz, sevdiğiniz işi yaparsanız özgür olursunuz" Yaptığım işi seviyordum ama sevdiğim işi yapmıyordum. O gün ne için doğduğumu düşünmeye başladım. En güçlü temel değerim olan özgürlüğümü kazanmak konusunda kendimi güçlü duygular içinde buldum. Sonrasında güçlü yönlerimi ve tutkularımı, hayallerimi uzun uzun düşündüm. Hayalleri olmayan insanların hayalleri olan insanlar için çalıştığını fark ettim. Özgürlüğü satmak yerine özgürlüğü kazanmayı seçtim. Beyaz yakalı değil, beyaz kanatlı olmanın ve kendi kanatları ile uçmanın büyüsünü öğrendim.
44 yaşında; ''Kariyerin bireysel bir olgu olduğunu'' sizinle başlayıp, sizinle bittiğini, kariyerin kaptanı olmak gerektiğini, rotamızı kendimizin belirlemesinin önemini, başkalarının gemilerinde kürek mahkumu olmakta, kendi gemimizin kaptan-ı deryası olmanın da mümkün olduğunu, seçimizin siz olduğunu, sizin de seçiminiz olduğunu öğrendim. Öz seçimlerin farkı yarattığı ve insanın kendini seçebildiğini fark ettim.
45 yaşında; Kaptan da olsanız, hangi gemide çalışacağınızı, geminin "green peace" mi yoksa "savaş gemisi" mi ''aşk gemisi'' mi olursa daha mutlu olacağınızı sadece ve sadece değerlerinizin belirlediğini, yerini seven çiçeğin coşkusunun seyre değer olduğunu ve bu yolculukta kimleri nereye oturtacağınızı belirlemenin çok önemli olduğunu fark ettim. Yeteneklerimizden çok seçimlerimizin kim olduğumuzu gösterdiğini, ''Hayatın bir yankı vadisi olduğunu, siz neyi çağırırsanız onun da sizi çağırdığını'' fark ettim. Güçlü yönlerinizin değerlerinizle çatışmaması gerektiğini çatışırsa da her zaman kazananın değerler olduğunu fark ettim.
46 yaşında; Yeni bir kariyere başlamakta her zaman risk bulunabileceğini, ama insanın sevmediği bir işte kalmasında asgari aynı derecede risk bulunduğunu öğrendim. Arada bir durup düşünmek "Yapması gerektiğini düşündüğüm halde yapamadıklarım neler?" ve "Yapılmaması gerektiğini düşündüğümüz halde yaptıklarımız neler?" diye kendimizi sorgulamamız gerektiğini ve çıkan liste uzunsa orada kalmamak gerektiğini, bir kurumdan/pozisyondan ayrılmanın hayattan ayrılmak olmadığını öğrendim. Hiçbir kurumun ve pozisyonun çitlerinin ruhunuzu kapsayacak kadar geniş olmadığını fark ettim.
47 yaşında; Hayatta cevaplandırılması gereken iki temel soru olan: "Ben kimim?" ve "Ne istiyorum?" soruların cevabını doğru verirseniz; kendi özgün romanınızı yazdığınızı yoksa başkalarının romanını yazdığınızı fark ettim. Mevcut olmak ve var olmak arasındaki fark aslında uçurumdan az olmadığını, hayatın başkası olmak için çok kısa olduğunu fark ettim! Hayat jongler gibi size çevireceğiniz beş top verir. Bunların dördü kristaldir biri lastik. Kristal olanlar başta siz, sağlığınız, aileniz ve dostlarınızdır. Lastik olan da işinizdir. Lastik olan yere düşse de zıplamaya devam eder. Diğerleri ise aynı sonucu vermeyebilir. Bu nedenle hayatın trajedisinin ölüm değil, yaşarken ölmesine izin verdiğimiz şeyler olduğunu öğrendim.
48 yaşında; Başarı = para olmadığını, başarının meslek aşkı, çalışmada sevgi, çalışmada özne olmak, akıl ile kalbin aynı dili konuşması, sürekli değer yaratmak olduğunu öğrendim. Başarı kurumlar için de doğru işi yapmak (strateji), işi doğru yapmak (kalite) ve doğru insanlarla yapmak (ekip) olduğunu fark ettim. En iyi kurumların en çok sermayesi, en iyi teknolojisi olan değil, insan gücüne en fazla değer verenler olduğunu gördüm. İş dünyasını yüksek frekanstan yaşamış, kalp gözü açık, kariyer zenginliği, yönetsel derinliği olan, akıl kadar kalbe dokunan, güvenilir-aktivist yöneticilerin sayısının azlığını tekrar tekrar fark ettim. İnsanı merkezine olmayan kurumların veya yöneticilerin er veya geç bir gün yok olup gittiklerini fark ettim.
49 yaşında; Harika Kariyer ne tür iş yaparsanız yapın sadece sizin yaratabileceğiniz bir şey olduğunu, birçok kişinin harika kariyer yaratamamasının nedeninin; boşu boşuna onun ayağına gelmesini beklemesi veya başkaları tarafından verilmesini umut ettiğini fark ettim. Oysa ki ''içinizdeki yetenek, tutku ve değerlerinizin karması sizi harika kariyere taşır.'' Sadece yeteneklerinizin peşinden giderseniz makine olursunuz. Sadece tutkularınızın peşinden giderseniz insanlıktan çıkarsanız. Sadece değerlerinizin peşinden giderseniz vahşi ormanda ceylan masumiyetinde kalırsınız. Bu nedenle tek yoldan yüründüğünde hiçbir yere çıkılmadığını çok gördüm, deneyimledim, fark ettim, öğrendim.
50 yaşında; ''Hayatın matematik değil edebiyat olduğunu'', aslında ruhlarımızın şöhrete, rahatlığa, servete ya da iktidara aç olmadığını zira bu ödüllerin çözdüklerine denk miktarda sorunları da beraberinde getirdiğini, ruhlarımızın açlık duyduğu asıl şeyin "mana" olduğunu, sıradan insanın aydınlandığını sandığını, oysa aydınlanmış insanın sıradan olduğunu ve bir kova dolu suyun içine elinizi sokup çıkardığınızda oluşacak boşluk süresi kadar evrende yer tuttuğumuzu bu kısa sürede marifetin zaman torbasının içini en iyi şekilde doldurmak olduğunu fark ettim. Sanatla kalmanın, edebiyat ve felsefeyle yükselmenin önemini öğrendim.
51 Yaşında; Değişimin dönüşümün dışarıdan içeriye değil, sadece ve sadece içeriden dışarıya yapılabileceğini gözlemledim. Deneyimledim. Yumurta içeriden kırılırsa civcive dönüştüğünü ve varoluş başladığını dışarıdan kırıldığında pastırmalı omlet olduğunu ve sistemce afiyetle servis edilip test olunduğunu fark ettim. Özlerle tanışmanın önemini; öz-empati, öz-şefkat, öz-değer, öz-yönetim, öz-seçim ve öz-liderlik keşfettim. Kendisine öz-liderlik yapamayan bir insanın ailesine, çalışanına, kurumuna, markaya, topluma ve çevresine de liderlik yapamadığını ve katkı sunamadığını fark ettim.
52 yaşında; Tek gözlü insan/yönetici olmamak için duygusal zekanın fark yaratan değerini kariyerim boyunca gözlemledim. Duygusal zekanın kariyerin olmaz ise olmazı olduğunu fark ettim. , İnsanların analitik zekası ve iş uzmanlığı ile işe alınsa da duygusal zeka noksanlığı nedeniyle vedalaşıldığını gözlemledim. Ego, kibir, hırs, haset cehennemin dört atlısı olduğunu, taşıyanı da er veya geç ateşe attığını gördüm. Kibrin duygusal zekayı, hırsın ahenki, egonun empatiyi yok ettiğini fark ettim. Kibir dili; mükemmeliyetçilik-işkoliklik-şişkin ego gibi üç silahşörle savaşlarını kazanmaya çalıştığını gözlemledim. Sahicilik, şefkat, azim, empatinin ise; pozitif sürdürülebilir örgüt iklimi yarattığını fark ettim.
53 yaşında; Duygusal zekanın sevgi ile bütünlenmediği ve ana kaynakla temaslanmadığı sürece sürece kötü niyetli kişilerde kontrolsüz olabileceğini ve büyük zararlar verebileceğini fark ettim.
54 yaşında; Ruhsal zekanın duygusal zekayı tamamlayan ve sevgiyle bütünleyen büyük zeka olduğunu fark ettim. Ruhsal zekanın, egoyu ehlileştirirdiğini, onu usulca sürücü koltuğundan yan koltuğa geçirmeniz ve bilinç aracınızın koltuğuna geçmenizi sağladığını fark ettim. Ruhumuz, zihnimiz ve egomuzdan daha iyi çeken bir anten olduğunu, sevgiyi ruh doğurduğunu, sevginin en büyük güç olduğunu, zihin bildiğinde buna bilgi, kalp bildiğinde buna sevgi, ruh bildiğinde ise buna bilinç/farkındalık dendiğini öğrendim. Yönü özümüzün, yolu ve yöntemi, navigasyonu ise zihnimizin vermesinin daha doğru olacağını fark ettim.
55 yaşında; Çocukluğun gökyüzü gibi hiçbir yere gitmeyen anavatanımız olduğunu öğrendim. Bir çocuk için en iyi şeyin; ''kendini seven bir anne tarafından sevilmiş olmak'' olduğunu fark ettim. Bu hayatta bize sevginin ne olduğunu ya da olmadığını öğreten ilk kişi annemizdir. Yeterince iyi bir ailede yetişmemiş, sevgi-güven ve saygı depolarımızı dolduramamış, duygusal ihmale maruz kalmış olsak bile ebeveynleri de suçlamanın bir son kullanım tarihi olduğunu, direksiyona geçmemiz ve sorumluluk almanın değerini keşfettim. Bir çocuk yetişkinlerin mükemmel olmadıklarını anladığı gün ergen, onları affettiği gün yetişkin, kendini affettiği gün ise bilge olduğunu öğrendim.
56 yaşında; Her yaşımda olduğu gibi ''Biz aynı kalalım herkes değişsin'' diye düşünen çok insan tanıdım. Dünyada pek çok insanın esas sorununun; ''Henüz kendisiyle tanışmamış olması'' olduğunu fark ettim. Kendisi ile tanışan bir daha yalnız kalmadığını, kendini bulanın da her şeyi bulduğunu öğrendim. Asıl yüzünüzün ortaya çıkınca tüm maskelerin kaybolduğunu, sahici olduğunuzu, sandığınız-sunduğunuz-sakladığınız ve olduğunuz birleşerek bütüne vardığınızı fark ettim. Dostluk bile ancak çıplak/sahici olduğumuzda, olduğumuz gibi olduğumuzda mümkün olabildiğini öğrendim.
57 yaşında; Yaşamın sınırlı, varlığımızın akışkan, eğilimimiz belirsiz, bedenimizin bir nehir, ruhumuzun bir rüya olduğunu, gerçekleştirdiğimiz ve gerçekleşmesinde aracı olduğumuz ve payımıza düşen her şeyin kendimizle aynı kaynaktan geldiğini kabul etmeyi öğrendim.
Bakalım yeni yaşlar hepimize daha yeni bitimsiz farkındalıklar yaratacak?