Süheyl Aygül

29 Aralık 2016

Ne öğrendim?

Nasıl senenin dört mevsimi varsa, iş hayatının da mevsimleri var...

Yılın son günlerine girerken, geçen hafta  bir üniversitede panele davetliydik. Konu tabi "kariyer" üzerindeydi. Kariyerde yukarı doğru çıkarken "bilgi" aşağı inerken "bilgelik" kazanırsınız. Haliyle gençler bilgeliği paylaşacak insanlara büyük bir açlık besliyorlar. Bağdat'a gitmiş olanlardan Bağdat yolunu dinlemek konusunda çok hevesliler. Herkes kendi macerasını yaşamak zorunda olsa da tecrübeleri bilmek ve yolculuğa minimum hasar ve maksimum farkındalıkla devam etmek için bu paylaşımlara çok önem veriyorlar…

Aslında, üniversitelerde dört-beş yılımızı verip mezun olduktan sonra kurallarını bilmediğimiz uçsuz bucaksız kariyer denen denize iskelenin birinden kimimiz çivileme kimimiz balıklama atlayarak bu yarışa katılmadık mı? Çalıştığımız ofislere aldığımız yığma bilgileri hangimiz taşıdık? Taşıyamadıysak o bilgilerin hamallığını niye yaptık? Üniversitelerde ders çalışıp sınav olduk. Hayatta ise sınav olup ders almadık mı?

Ülkemizde meslek seçimi maalesef çok bilinçli bir şekilde yapılmıyor. Yetenek, yetkinlik, tutku ve değerlerine uygun meslek seçemedikleri gibi bir şekilde bulup çalıştıkları işler de haliyle ilgisiz işler olabiliyor. Kısaca bir çok genç doğru yönlendirilmediği için kendilerini suyun akışına bırakmışçasına sürükleniyor...

Nasıl senenin dört mevsimi varsa, iş hayatının da mevsimleri var. Her mevsimde farklı ihtiyaçlar ve farklı farkındalıklara ulaşıyorsunuz. Kariyer öncesinde de ilk, orta ve son kariyerde de yaşanmışlıklarla bezeli olarak çeyrek asır boyunca aldığım iş hayatının pek bilinmeyen bilinse de pek söz edilmeyen notları ile neler öğrendiğimi o gün onlarla bugün de burada sizlerle paylaşmak istedim.

Hem sayısız ekip yöneten  üst düzey beyaz yakalı kariyerimde hem de  danışmanlık firmamı kurduğum da yaşadığım tecrübeler kadar  ofise gelen binlerce adayın, danışanın, mentinin, üniversitede yüksek lisans öğrencilerimin gözlerinden de iş hayatına bakma fırsatı buldum.

Bakın bunca açılan pencereden içeri neler girmiş, neler öğrenmişim;

22 yaşında; İş görüşmelerinde genelde "ilk izlenimin son izlenim olduğunu" CV incelerken veya mülakatlarda hakkınızda ilk 10-30 saniye arasında karar verildiğini, beyaz yakalılar dünyasının sempatik ama az yetenekli kişilerin, yetenekli ama sevimsiz kişilere tercih edildiği bir dünya olduğunu öğrendim. İzlenim yönetimini ve her daim  '' gülümsemeyi giyinmenin önemini'' öğrendim.

23 yaşında; Kariyerinizde ilk düğmeyi yanlış iliklerseniz diğerlerinin de yanlış gittiğini, kariyer iskemlesinin yanlış duvara dayanmaması gerektiğini öğrendim. Çalıştığınız kurumdan ziyade mümkünse ''yöneticinizi seçmenin'' çok daha önemli olduğunu öğrendim. İşe girerken birden fazla seçeneğiniz varsa önceliği yönetici seçimine vermekte çok daha kritik olduğunu ve ''iş görüşmelerinin çift taraflı olduğunu  unutmamak'' gerektiğini öğrendim.

24 yaşında; İlk kariyerde '' dinleme/konuşma oranı rasyosunun yüksek tutulması'' gerektiğini,  etkili dinleme ve dikkatli gözlemlemenin kritik olduğunu, İnsanların dudaklarınızı değil adımlarınızı izlediğini, yaptığınız işe odaklanmanın ve sonuç almanın önemini, bir sorun varsa sorunun bir parçası olmaktan ziyade çözümün bir parçası olacak önerilerle gitmenin önemini öğrendim.

25 yaşında; İş hayatında herkesin tehlikelere karşı maskelerle dolaştığını ve maskeler çıkarıldığında kimle karşılaşacağını bilemediğiniz ''vahşi bir orman'' olduğunu öğrendim. Profesyonelliğin iş hayatına bir çok açıdan bakabilme ve seçili davranışı benimseme becerisi '' olduğunu öğrendim.

26 yaşında; İş yapan tarafta olduğunuz sürece rekabet olmadığını, marifetin size kaldığını, yaptığınız işin primini istediğinizde rekabete hazır olmanız gerektiğini öğrendim.  Aslında ''insanların size karşı olmadığını sadece kendilerinden yana olduğunu'' öğrendim.

27 yaşında; ''Kurumlar ve birimler arasındaki ilişkilerin bir noktadan sonra insanlar arasındaki ilişkilere indirgendiğini'' asıl olanın, kurumun cansız tabelasından ziyade yaşayan insanlar ve onların aralarında sürdüre geldikleri ilişkiler olduğunu ve ezeli ve ebedi dostlukların değil ezeli ve ebedi çıkarların varlığını öğrendim. Aynı yolu beraber yürüdüğünüzü sandığınız insanların aslında sadece gidecekleri yere kadar size eşlik ettiklerini öğrendim.

28 yaşında; ''Kariyerin huni gibi yukarı doğru daraldığını'', insanların birbirini eksiltmek ve güçlenerek yükselmek için nasıl "birbirinin kurduna dönüştüğünü" gözlemledim. Dışarıdan ne kadar güçlü olursanız olun, savaşların içeriden kazanıldığını öğrendim.

29 yaşında; Kurumlar için yetenek çekmek kadar yeteneğin doğru kullanılmasının ne kadar önemli olduğunu gözlemledim. Bir tarafta herkes ağaca tırmanmak için sincap bulmaya çalışırken, diğer tarafta kümeste tutulan veya keşfedilemeyen sincapların çokluğunu öğrendim.  HR Birimlerinin kağıt üzerinde kutucuklar olduğunu,'' HR Müdürünün sadece ve sadece bizzat kendimizin olduğunu'' deneyimledim. Kariyerin bireysel bir olgu olduğunu, size yapılan kariyer haritalarının siz kurumdan çıktığınızda hiçbir anlamı olmadığını gördüm. Beyaz yakalılar dünyasında ''Hak edenin değil, hareket edenin kazandığını" öğrendim.

30 yaşında; Beyaz yakalı dünyasında en büyük sorunun; başkalarını aklıyla kendini kalbiyle yönetmeye çalışan insanlar olduğunu, asıl olanın ''kendinizi aklınızla başkalarını kalbinizle yönetmek olduğunu'' öğrendim.

31 yaşında; İnsan aklının kendi kazığından başka hiç bir yere bağlı olmadığını oysa ki o güne kadar dışarıya cam fanusun içinden baktığımızı öğrendim. Koyunların ömürlerini kurttan korkarak geçirdiğini oysa ki onları satan ve yiyenin aslında çoban olduğunu gözlemledim. İnsanların ilk etapta yöneticilerini seçemese de, sonrasında ''kurumları değil de yöneticileri terk ettiğini'' öğrendim.

32 yaşında; Yönetici olunca ekiple sizi bağlayan en önemli yapıştırıcının güven olduğunu deneyimledim.'' İş odaklı olmaktan, ilişki odaklı olmaya'' geçtim. ''Etkin yöneticiliğin aslında insanları yönetmek olmadığını, insanlarla aranızda olan ilişkiyi yürütmek olduğunu'' öğrendim. İnsanların iyi iş yapmalarını istiyorsanız onlara öncelikle iyi yapacakları işleri vermenin önemini kavradım.'' Yöneticinin işinin insanların güçlü yönlerini kullanmalarını sağlamak'' olduğunu öğrendim.

33 yaşında; İnsanların siz onları robota çevirmediğiniz sürece makine olmadığını, insanların sadece fiziksel, duygusal, düşünsel ihtiyaçlarının değil ayrıca ruhsal ihtiyaçlarının olduğunu deneyimledim. ''İnsanları harekete geçirmek için, önce duygularını harekete geçirmeniz gerektiğini, kalbin akıldan önce geldiğini'' öğrendim. İnsanları kalbinden tutamadınız mı elinizden nasıl kayıp gittiklerini öğrendim.

34 yaşında; İnsanların farklı olduğunu; dolayısıyla davranış ve motivasyonlarının da farklı olduğunu öğrendim...  Onlara ''eşit değil, adil davranmayı'' öğrendim. Cevizin kabuğunu kırmayıp özüne inmeyen cevizin hepsini kabuk zannettiğini gördüm. İnsanlarla bağ kurmanın önemini keşfettim. İnsanları motive etmenin zor bir şey olmadığını bunun her zaman dışarıdan gelen bir etkene bağlı olduğunu, arzularına hitap etmek veya cezalandırma korkusu içeren "havuç-sopa dengesi" gözetilerek bunun başarılabileceğini oysa asıl olanın insanlara "ilham vererek" içlerinde doğuracakları arzuyu inşa etmeyi başarmak ve onlara kendilerini gerçekleştirecekleri iklimi yaratmak olduğunu öğrendim.

35 yaşında; Yöneticilerin makamları, etkin yöneticilerin insanları olduğunu gördüm. Lider olmanın yolunun sahici olmaktan (integrity) geçtiğini gördüm. Kendinizi aklınızla başkalarını kalbinizle yönetmenin önemini, insanın sadece kalbinde taşıdığını gördüğünü öğrendim. "Hiçbirimizin hepimiz kadar akıllı olmadığını", "Başkalarına yardım ettikçe aslında kendimize yardım ettiğimizi" öğrendim.

36 yaşında; "Ağ değil bağ kurmanın" önemini, örümceklerin ağ kurararak, insanların ise bağ kurarak büyüdüğünü öğrendim. Liderlik = Etkiniz, Başarı = etkiniz, Network=Etkiniz, eşitliklerini bilip yola çıkmak gerektiğini, bunun yolunun da insanlara değer katmak, fark yaratmak, katkı sunmak, karşılıksız cömertlikten geçtiğini öğrendim.

37 Yaşında; Beyaz yakalıların beş gün satıp iki gün aldıklarını sandıklarını aslında o iki günün de akıllı iletişim araçları ile risk altında olduğunu, ayrıca beş günlük ödemenin de onlara geçirdikleri zaman için yapıldığını, "değerleri" için olmadığını öğrendim.  Değerlerini tespit etmek için hesaplı risk alıp, farklı alternatifleri deneyimlemenin önemini öğrendim. ''En iyi kariyerlerin planlı kariyerler olmadığını siz hazır olduğunuzda geliştiğini'' gördüm. Başka bir insandan daha üstün olmanın hiç bir asaleti olmadığını, gerçek asaletin daha önceki halinizden üstün olmak olduğunu öğrendim.

38 yaşında; Beyaz yakalıların hiç bir zaman zamanın kontrolünü ellerinde tutamadıklarını, ne kadar yetenekli ve başarılı olurlarsa olsunlar belli bir limitin üzerine çıkacak geliri kazanma imkanları olmadığını öğrendim. Girişimciliğin belli bir alt yapıdan sonra yapılması gerekeceğini  düşünmeyi öğrendim.

39 yaşında; Orta kariyerde asıl kritik olanın "zaman" ve "anlam" olduğunu keşfettim. İşiniz gitse yenisini bulursunuz, sağlığınız bozulsa bir şekilde toparlarsınız ama geri getiremeyeceğiniz tek şeyin "zaman" olduğunu öğrendim. Hiç bir şey için hiç bir zaman geç olmadığını, hayatın cesaretimiz oranında daralıp genişlediğini öğrendim.

40 yaşında; Mobbing'in '' insanlık suçu ve beyaz yakalı humması'' olduğunu öğrendim. Parlak insanların ışığından, yetersiz yöneticilerinin karanlıklarının nasıl aydınlandığını, duygusal zekası olmayan yöneticilere yeteneklerin teslim edilmesi sonucu kurumlarda yaratılan sayısız görünmez kara deliği öğrendim. "Koltuğa güç veren değil, koltuktan güç alan yöneticilerin sayısının çokluğunu" hayret ettim. Yukarılarda sayısız ''koltuk yöneticisi'' olduğunu öğrendim.

41 yaşında;  Hayatın fena halde futbola benzediğini ne kadar yetenekli olursan ol, iyi bir takımın yoksa kaybedeceğini, oyundan atılmanın da her zaman mümkün olduğunu gördüm.

42 yaşında; Koltuğunuz kadar değil, koltuğu bırakıp dışarı çıktığınızda "yetkisiz etkiniz kadar" güçlü olduğunuzu öğrendim. Bir kurumdan ayrılmanın hayattan ayrılmak olmadığını, 'yetkisiz etkiniz' varsa işten ayrılmanın/atılmanın bazen şans da olabildiğini, daha da güçlenerek yola devam edildiğini öğrendim. 

43 yaşında; Hayatta iki gün önemli derler. ''Hikayenizin başladığı doğduğunuz gün'' ve ''Ne için doğduğunuzu bildiğiniz gün'' Günün birinde kitabın birinde beni çok etkileyen eden bir cümle ile karşılaştım. Aynen şöyle diyordu. "Yaptığınız işi severseniz mutlu olursunuz, sevdiğiniz işi yaparsanız özgür olursunuz" Yaptığım işi seviyordum ama sevdiğim işi yapmıyordum. O gün ne için doğduğumu anladım. En güçlü temel değerim olan özgürlüğümü  kazanmak konusunda kendimi güçlü duygular içinde buldum. Sonrasında güçlü yönlerimi ve tutkularımı, hayallerimi uzun uzun düşündüm. Hayalleri olmayan insanların hayalleri olan insanlar için çalıştığını fark ettim. Özgürlüğü satmak yerine özgürlüğü kazanmayı seçtim. Beyaz yakalı değil, beyaz kanatlı olmayı öğrendim.

44 yaşında; ''Kariyerin bireysel bir olgu olduğunu'' sizinle başlayıp, sizinle bittiğini, kariyerin kaptanı olmak gerektiğini, rotamızı kendimizin belirlemesinin önemini, başkalarının gemilerinde kürek mahkumu olmakta, kendi gemimizin kaptan-ı deryası olmanın da mümkün olduğunu, seçimizin siz olduğunu, sizin de seçiminiz olduğunu öğrendim.

45 yaşında; Kaptan da olsanız, hangi gemide çalışacağınızı, geminin "green peace" mi yoksa "savaş gemisi" mi olursa daha mutlu olacağınızı sadece ve sadece değerlerinizin belirlediğini, yerini seven çiçeğin coşkusunun seyre değer olduğunu ve bu yolculukta kimleri nereye oturtacağınızı belirlemenin çok önemli olduğunu öğrendim. Yeteneklerimizden çok seçimlerimizin kim olduğumuzu gösterdiğini, ''Hayatın bir yankı vadisi olduğunu, siz neyi çağırırsanız onun da sizi çağırdığını'' öğrendim.

46 yaşında; Yeni bir kariyere başlamakta her zaman risk bulunabileceğini, ama insanın sevmediği bir işte kalmasında asgari aynı derecede risk bulunduğunu öğrendim. Arada bir durup düşünmek gerektiğini; "Yapması gerektiğini düşündüğüm halde yapamadıklarım neler?" ve "Yapılmaması gerektiğini düşündüğümüz halde yaptıklarımız neler?" diye kendimizi sorgulamamız gerektiğini ve çıkan liste uzunsa orada kalmamak gerektiğini öğrendim.

47 yaşında; Hayatta cevaplandırılması gereken iki temel soru vardır:  "Ben kimim?" ve "Ne istiyorum?" Bu soruların cevabını doğru verirseniz; kendi özgün romanınızı yazarsınız. Bulamazsanız başkalarının romanını. Mevcut olmak ve var olmak arasındaki fark aslında  uçurumdan az değildir. Kendiniz olun! Hayat başkası olmak için çok kısa! Hayat jongler gibi size çevireceğiniz beş top verir. Bunların dördü kristaldir biri lastik. Kristal olanlar siz, sağlığınız, aileniz ve dostlarınızdır. Lastik olan da işinizdir. Lastik olan yere düşse de zıplamaya devam eder. Diğerleri ise aynı sonucu vermeyebilir. Bu nedenle hayatın trajedisinin ölüm değil, yaşarken ölmesine izin verdiğimiz şeyler olduğunu öğrendim.

48 yaşında; Başarı = para olmadığını, başarının meslek aşkı, çalışmada sevgi, çalışmada özne olmak sürekli değer yaratmak olduğunu öğrendim. Başarı kurumlar için de doğru işi yapmak (strateji), işi doğru yapmak (kalite) ve doğru insanlarla yapmak (ekip) olduğunu öğrendim. En iyi kurumların en çok sermayesi, en iyi teknolojisi olan değil, insan gücüne en fazla değer verenler olduğunu gördüm. İş dünyasını yüksek frekanstan yaşamış, kalp gözü açık, kariyer zenginliği, yönetsel derinliği olan, akıl kadar kalbe dokunan, güvenilir-aktivist yöneticilerin sayısının azlığından etkilendim.  İnsanı merkezine olmayan kurumların veya yöneticilerin er veya geç bir gün yok olup gittiklerini öğrendim. Kurumlardan ayrıldığınızda sizle ilgili hafızanın da buharlaştığını hale etkiniz kadar iz düşümü bıraktığınızı öğrendim.

49 yaşında; Harika Kariyer ne tür iş yaparsanız yapın sadece sizin yaratabileceğiniz bir şeydir. Bir çok kişinin harika kariyer yaratamamasının nedeni, boşu boşuna onun ayağına gelmesini beklemesi veya başkaları tarafından verilmesini beklemesi olduğunu gözlemledim. Oysa ki ''içinizdeki yetenek, tutku ve değerlerinizin karması sizi harika kariyere taşır.'' Sadece yeteneklerinizin peşinden giderseniz makine olursunuz. Sadece tutkularınızın peşinden giderseniz insanlıktan çıkarsanız. Sadece değerlerinizin peşinden giderseniz vahşi ormanda ceylan masumiyetinde kalırsınız. Bu nedenle tek  yoldan yüründüğünde hiç bir yere çıkılmadığını çok gördüm, deneyimledim, öğrendim.

50  yaşında; ''Hayatın matematik değil edebiyat olduğunu'', aslında ruhlarımızın şöhrete, rahatlığa, servete ya da iktidara aç olmadığını zira bu ödüllerin çözdüklerine denk miktarda sorunları da beraberinde getirdiğini, ruhlarımızın açlık duyduğu asıl şeyin "mana" olduğunu, sıradan insanın aydınlandığını sandığını, oysa aydınlanmış insanın sıradan olduğunu  ve bir kova dolu suyun içine elinizi sokup çıkardığınızda oluşacak boşluk süresi kadar evrende yer tuttuğumuzu bu kısa sürede marifetin zaman torbasının içini en iyi şekilde doldurmak olduğunu öğrendim.