Süheyl Aygül

03 Temmuz 2012

Hobilerin enerjisi…

Hobiler boş zamanlarımızda değil de, meşgul olduğumuz zamanlarda yaptığımız uğraşlar mıdır?

 

Hobiler sizin için ne ifade eder?

Hobiler boş zamanlarımızda değil de, meşgul olduğumuz zamanlarda yaptığımız uğraşlar mıdır? Rutin hayatın içerisinden çıkıp gelen kurtarıcılarımız mı? Tutkalsız tutkularımız mı?  Başvurdukça   iyi hissettiren mutluluk haplarımız mı? Yoksa, hobiler içimizdeki çocuğu besleyen enerjinin diğer adı mı?

Etimolojik anlamına indiğimizde; geçmiş dönemlerde çocukları eğlenmek için üzerine bindikleri ucunda at kafası olan sopalara hobby-horse veya hob  denirmiş. Bu gerçekten hareketle, zaman içinde ‘’hiçbir yere  götürmeyen etkinlik’’ anlamına gelen hobby kelimesi kullanılır olmuş.

Hobilerin sizi nereye götüreceğini  bilemesek de,  size dünyanın en iyi ortakları olan hobi arkadaşlarını getireceğini, zamanı kanıtlandırdığını,  en keyifli ve eğlenceli kareleri  hafızalara taşıdığını ve içimize mutluluk enerjisi yaydığını söyleyebiliriz.

Herkesin hobileri olabilir. Örneğin;   Martıları seyrederken  içimizde uçuşan  duyguları  şu an yazmak gibi.   Karaköy de  martıların  fotojenik uçuşlarına gözlerimle   uçurtma kuyruğu gibi takılarak bir süre hülyalı düşüncelere dalıyorum.  Denizin bu sevimli kimsesiz çocuklarını seyrettikten  sonra mini metro ile Tünel’e çıkıyorum. Beni orada bu kez  kentin kimsesiz çocukları karşılıyor.  Onlarla biraz çene calıp, bir simit parasına anlaşarak  azat edildikten  sonra Taksim’e doğru uzanan bin bir çeşit insan kalabalıklarının  aktığı, kokular ve seslerin biribirine karıştığı,  renklerin gökkuşağı olduğu  bu  nehirle birlikte akmaya başlıyorum.

Taksim anıtının önünde, değerli   dostum  Kazım’la buluşuyoruz.  Sözleştiğimiz üzere Taksim’den Pera’ya bir  kültür turu atıyor olacağız. Gönüllü kültür turu rehberliği  onun zengin hobi koleksiyonunun nadide    parçalarından sadece  bir tanesi.

Kazım kısa bir hoş beşden sonra ‘’hızlı davranalım üç saatimiz var’’ diyor. Önce Taksim in mezarlıklar üzerinde yükseldiğini öğreniyorum ondan.   Türklerin Mezarlık fikri ile, yabancıların meydan fikirlerinin karşılıklı olarak kırım savaşı sırasında  nasıl mübadele edildiğini, yabancıların insanları üst üste gömmesinden  vazgeçerek mezarlık sistemine geçtiğini,  Türklerin de insanları bir araya toplayan meydan fikrini nasıl hayata taşıdığını aktarıyor.

İtalyan mimarların yaptığı Taksim anıtı’nın cumhuriyet tarafında Atatürk ve Fevzi Çakmak’ın  arkasında yer alan ve pek bilinmeyen iki  Rus Generalinin  figürlerini ve genç  Türkiye ye cumhuriyetine katkılarını anlattığında  heykeli daha ilgili ve  anlamlı gözlerle izliyorum.

Anıtın karsısında Sıraselviler tarafında yer alan Aya Triada Klisesi’nin  istanbul’un fethinden sonra bu konudaki yasak kuralını delerek yapılan ilk kubbeli kilise olduğunu ifade ediyor. İstiklal caddesi girişinin sağ başında bulunan  suyun taksim edildiği  yapının aşağısından yukarı doğru çıkan  at arabalarının geldiği yerde, dilimizde çok hareketliliği anlatan  o deyişin kahramanı olan ‘’Dingo’nun ahırı mı burası’’ sorusunun evet ile yanıtlanabileceği tek yermiş orası.

Cadedenin solundaki aradan içeri giriyor karşılıklı konumlanan Ermeni ve Rum okullarını geçerek Naum Paşa konağına varıyoruz.  Naum paşa Fransız sefirliği ve Lübnan mutasarrıflığı yapmış döneminin en varlıklı kişilerinden biriymiş. Bugünkü çiçek pasajının bulunduğu yerde ona ait olan Naum Paşa tiyatrosu bulunurmuş. Verdi’nin II Travatore operası bile Paris’ten önce burada gösterime girmiş. İtalyan Birliği’ni kuran Garibaldi’nin 1862’de doğum gününü kutladığı Naum Paşa tiyatrosu, 1870’de tüm ahşap binaların yerlerini kargir yapılara bırakmak üzere yok eden Beyoğlu Yangını ile   tarihin küllü sayfaları arasına karışmış.

1914 yılında kurulan Beyoğlu Spor Klubu (Eski adı Pera Spor) önüne çıkıyoruz. Lefteri de yetiştiren Klubun sarı siyah renklerini yunanistana göçen rum vatandaşlarımızın kurduğu AEK klubü  aynen devam ettiriyor. 

Abdulhamit’in kasası olduğu belirtilen Banker Zarifi’nin apartmanı önünden geçiyoruz.

Beyoğlu’na damgasını vuran kişilerden biri de burada sahibi olduğu hanlara, Osmanlı’nın hüküm sürdüğü üç kıtanın (Afrika, Rumeli ve Anadolu) adlarını koyan Ragıp Paşa. Abdülhamit’in 33 yıl dış ilişkilerini yürüten başmabeyincisi olan Ragıp Paşa’nın hayal kahvesinin olduğu yerde yer alan Afrika Hanı’nın özelliği içinde yer alan 60 daire ile döneminin ilk stüdyo tarzı dairelerden oluşması.

Rebul eczanesini  ilk kuran Fransız’ın hüzünlü hikayesini , Alkatraz Sinaması ve eski Nisuaz pastahanesinin ilginç öykülerini dinliyorum. Halep ve Atlas Pasajlarının benzersiz   yasanmışlıklarını konusarak geziyoruz. Gayrimüslüm olmasına ragmen paşalığa kadar yükselen Abraham pasa tarafından yaptırılan Emek Pasajı (Serkl Doryan)  istanbul’un en güzel , en eski sinemasına,   birçok konser ve galaya ev sahipliği yapmış, Abraham paşa  attan düşüp vefat ettikten sonra pasaj Emekli Sandığına geçmesinden dolayı adı Emek Pasajı ve sineması olarak değiştirilmiş.

Beyoğlu’nun 1895 de ilk açılan oteli  Pera Palas, sonraki yıllarda açılan Park Oteli ve 1897 yılında ünlü mimar Vallaury’nin inşa ettiği Tokatlıyan Oteli 1955 yılında Hilton oteli açılana kadar o dönemin en popüler üç otelinden biriymiş. Bu üç otelde geniş, yüksek tavanlı salon ve odaları, kendi armalarını simgeleyen gümüş takımları ile pek ünlüymüş.

Profitrolleri ile meşhur olan ve  Arnavut asıllı vatandaşımızın açtığı İnci pastanesi sahibinin ilk profitrolü  icat ettiği söylenirmiş.  Beyoğlunun meshur bol fındıklı çikolatası  Zambo’ yu hafifçe artan iştahla dinliyorum.

Soluklanmak için bir kafeden içeri dalıyoruz. Dostumun yıllara sarih hep fit ve genç kalmasını onun hobilerinin ona yüklediği enerjiye   bağlamak fikri geliyor nedense içimden. Kazım, dimdik inen yemyeşil dağların lacivert denizle kucaklaştığı Arhavi’de doğmuş,   bölge insanına özgü güneş gördükçe açılan sarı saçları ve mavi gözleri  ile Türkiye’nin tek iktisat fakültesi olduğunu gururla ifade ettiği  İstanbul İktisat’ı bitirmiş.,  Halen gönüllü olarak  anılan okulun mezunları cemiyetinin  hem yönetiminde yer almakta , hem de hobi olarak cemiyet mensuplarına ve dostlarına  boş zamanlarında gönüllü İstanbul kültür  turu rehberliği yapmakta.  Kazım Müfettiş olarak başladığı beyaz yakalı kariyerinde ülkeyi  Kars’tan Ardahan’a kadar adımlarken seyyahlık ve gurmelik konusunda önemli bir yol almış , yol boyunca kendisini takip ettiğini düşündüğü  İstanbul özlemini  de içinde büyütmenin  sıra dışı keyfini   keşfetmiş.   Kente duyduğu  aşk ve onu yakından  tanıma arzusu ile iş için gittiği turnelerde   İstanbul hakkında onlarca kitap devirmiş, araştırdığı  binaları bizzat keşfederek  notlar almış ve yaşayanlarından bilgiler toplamış.

Kısa aradan sonra tura tekrar devam ediyoruz. Galatasaray’ı geçip solda,  1910 yılında Mısırlı Abbas Halim paşa tarafından kışlık konak olarak art nouveau tarzı yaptırılan Mısır Apartmanına geliyoruz. ,  İnşasında kullanılan malzemelerin büyük kısmı Fransa’dan  getirilen, sanat eseri niteliğindeki görkemli dış cephe heykelleri, süslemeleri  ve gösterişli balkonları  ile beni her daim büyüleyen bu apartmanda ben de bir dönem dernek adına bir daire  almak için bizde epeyce çabalamıştım. Mehmet Akif Ersoy ile Mithat Cemal Kuntay’ın bir dönem yaşadıkları ve hayata gözlerini yumdukları bu apartmanda aynı zamanda Atatürk ‘ün ve Celal Bayar’ın dişcisi Musevi asıllı Saim Günzberg’de varmış.   İsrail istihbarat örgütü MOSSAD’ın tohumlarının o dönemde bu binada atıldığı söylenirmiş.

Tomtom sokakdaki Venedik Sarayı önüne geliyoruz.  Diplomasiyi çok iyi bilen Venedik,  Beyoğlunda 16. Yüzyılda elcilik açan ilk devlet olma özelliğine sahip. Saray,  Beyoğlu yangınından etkilenmeyerek günümüze kadar gelen en eski binalardan biri.  Ünlü çapkın diplomat ve gurme Kazanova’nın da bir süre kaldığı sarayın aslında en popüler kişisi Andre Gritti. Altı dil konuşan , bu sarayda elçilik yaptıktan sonra, Venedik Düklüğü  görevine yükselerek Venedik’e giden  Gritti’nın  dört çocuğundan  biri Venedik’te mutlu olamayarak İstanbul’a döner. Oğul  Alvise Gritti, Beyoğlu sokaklarına çıktığında ‘’Bey oğlu geçiyor’’ sözlerinin yankı bulmasının, daha önceki adı Pera olan bölgenin Beyoğlu’na dönüşmesinde son derece etkili olduğu söylenirmiş.

Nuriziya sokağında yer alan meshur Fransız sarayının yerinde eskiden ilk  Osmanlı gökbilimcisi, matematikçi ve astronom olan Takiyüddin’in rasathanesi bulunurmuş. Devrin en büyük bilgini kabul edilen Takiyüddin trigonometri konusunda  önemli çalışmalar yapmış. Gelin görün ki 1578’ de istanbul’da veba salgını olmuş ve ahali  bu salgının Takiyüddin’in melekleri izlemesinden  kaynaklandığıma inanınca  Seyhulislam’ın fetvasıyla Kılıç Ali Paşa tarafından  Tophane’den topa tutulan rasathane yıkılmış. Bulunduğu yer de saray yapılmak üzere Fansızlara verilmiş. Bu arada Kılıç Ali Paşa’nın tophane’de bulunan Camisi’nin inşasında dünyanın en önemli edebiyatcılarından Don Kişot’un yazarı Cervantes’in esir olarak aylarca çalıştığını küçük bir not olarak düşelim.

45 mahalleli, ilklerin yaşandığı  (İlk Belediye, ilk kaldırım, ilk aydınlatma) Beyoğlunun kiliselerini (Saint Antuan, Saint Maria Draperis, Üç Horon), hanlarını (Narmanlı,  Aznavur, Hazzopulo) pastanelerini (Markiz, Lebon), apartmanları (Botter, Doğan), Lokantaları (Degüstasyon, Rejans)  Çiçek Pasajı, Balık pazarı, o dönemki elçilik su anki konsolosluklarının önünden geçerken kısa ve nadide  bilgiler vermeye devam ediyor Kazım.

Beyoğlu nun bir arka sokağında yer alan  Galata Mevlevihanesine ulaştığımızda ise gürül gürül akan insan kalabalığından ve Beyoğlu’nun  kaotizminden   nasıl bir anda huzur ve ışıklı bir ortama çıktığımızı konuşurken  gülümsüyoruz.

Üç saati dolduruyoruz. Bir restorana oturuyoruz. Yağlı boya ve fotoğraf çalışmaları konusunda ondan bilgi alıyorum.  Tekne balıkçılığı konusunda anlattıklarını ilgiyle dinliyorum. Seyyahlık konusunda uzak coğrafya deneyimlerinden bahsederken,  şiir tutkusunu  anlatmaya başlıyor ; Kuba’da Che Guevara’nın mezarında Neruda’nın Yol şiirini,  Moskova’da Nazım’ın mezarında Kuvayi Milliye’den  Arhavili İsmail şiirini nasıl okuduğunu ışıltılı gözlerle aktarıyor.

Evet sevgili Kazım;  sen merak böceğini ve hobilerini yanında taşıdığın sürece hiçbir zaman  sisteme esir düşmeyecek, her daim hobilerinden aldığın enerjinle  genç kalacaksın.  Çok keyifli gezi ve sohbetin ardından vedalaşıp ayrılıyoruz.

Parktan arabayı arabayı çıkarıp gecenin içine doğru sürerken bir yandan da sessizce düşünüyorum. Eğer sevdiğiniz ve merak ettiğiniz seylere hobi olarak zaman ayırabiliyorsanız  iş ve özel hayat dengesini kurabiliyorsanız  doğrusunu yapıyorsunuz diyorum. Eğer  hobilerinizi  işe dönüştürebiliyorsanız, ömrünüzün kalan bir dakikasında  bile çalışmış olmazsınız. Sevdiğiniz insanlarla sevdiğiniz  işi yapıyor olursunuz ki  bunun da anlamı gençlerin jargonuyla ifade edecek olursak şudur; ‘’Hayat size güzel….’’

Hobileri olmayanları veya olup da  onlara hiç vakit ayırmayanları veya yeterince sevgi katamadan laf olsun diye yapanları düşünüyorum bir an. Altın kafeste ömür törpeleyen  o meşhur bülbül geliyor nedense aklıma.

Yazının başında hobinin etimolojik anlamına indiğimizde çocuklar çıkmıştı karşımıza. Hiç tükenmeyecekmişcesine yaşam enerjisi ile dolu insan yavrularına imrenmemek mümkün mü? Onlara bakın! Sizi yollara düşüren sevdanın sahibi çocuk halen içerideyse ona kulak verin! Yaptığınız işe sevgi  katamıyorsanız,  kendinizi adayamıyorsanız vazgeçin! Sevdiğiniz işin,  hobilerinizin  peşinden gidecek  kararı alacak cesaretini gösterin! 

Hobilerin izin size vereceği enerji ile yeni dostluklara ve yeni yolculuklara yelken açın! Hobileriniz sizi mavi gökyüzüne doğru kanatlandırsın! Kafesiniz altından bile olsa yapın bunu! İyi geldiğini göreceksiniz…