Süheyl Aygül

26 Ağustos 2013

Beyaz yakalılar nereye koşuyor?

Yapılan araştırmalara göre; beyaz yakalıların tümü \'\'Siz kimsiniz?\'\' sorusuna, hayatlarını kazanmak için ne iş yaptıklarını söyleyerek başlıyorlar.

Yapılan araştırmalara göre; beyaz yakalıların tümü ''Siz kimsiniz?'' sorusuna, hayatlarını kazanmak için ne iş yaptıklarını söyleyerek başlıyorlar.

Kariyer kimlikleri insanları esir ediyor. Çünkü bu kimlikler insanların gerçek kişiliklerini gizliyor. İnsanlar dünyaya bankacı, doktor, avukat, mühendis  veya öğretmen olarak gelmezler. Bunlar hayatlarını kazanmak için yaptıkları işlerdir.

Düşünün bakalım, kimliğimizin gerçekte ne kadarı kendi işinize bağlı? Eğer kimliğiniz yaptığınız işe bağlıysa, kendinizi insan olarak gerçekten sınırlıyorsunuz ve kimliğinizi kariyerinize teslim etmiş durumdasınız demektir.

Aslına bakarsanız, iş dünyası gerçekten size bir kimlik vermiştir.  Başarıyı da, iyi para getiren bir kariyer, büyük bir ev, lüks bir araba olarak tanımlamış da olabilir.

Bu noktada belki de basarının tanımını yeniden yapanlar çıkabilir.

Birileri de çıkıp başarıyı;

diye de tanımlayabilir.

Herkes için başarı kavramının ne olduğu görecelidir. Ancak kesin olan tek şey; yukarıda bahsedilen yedi öğenin hepsi iş yerinin dışında bulabileceğiniz gerçeğidir.

Evet. Bu öğelerin hepsi işyerinin dışında bulunur.

Başarıya ulaşmanın en güç yolu; sizin basarınızı başkasının tarif etmesidir. Eğer modern dünyanın bu tarifi sizin için yapmalarına izin verirseniz, basınız belaya girecek demektir. Büyük bir ev, iki şık araba, yazlık, çekici bir eş, saygın bir is. Bütün bunlar kağıt üzerinde harika görünse de  bazen hayati bir çok insan için daha fazla zorlaştırmaktan başka bir işe yaramaz. Bu tarif de yer alan sahte havuçlara uzandığınızda siz aslında onları hedeflemediğiniz için başarısızlık duygusu da verebilir. Eğer doyum; fazilet ve gerçek mutlulukla beslenmiyorsa parasal basarı sığ kalabilir.

İstediğimizi düşündüğümüz şeyi elde edememiş olmamız o kadar büyük bir sorun değildir. Esas sorun; elde etmek istediğimiz şeye ulaştığımızda, aslında onu istemediğimizi anlamamız. Gerçekten istemediğimiz şeyi elde edemememizin nedeni; o şeyi gerçekten bilmiyor olmamızdır.

Eric From'un  özgürlükten kaçış adlı kitabında; modern insan, istediğini sandığı şeylerin, aslında gerçekten istediği şeyler olmadığını fark etmeden, ondan istemesi beklenen şeyler olduğu yanılsaması içinde yaşıyor demesi rastlantı değildir.

İşin özü; reklamcılar ve medya insanlara ne istemeleri gerektiğini belirliyor. Bir sürü insan aç kurtlar gibi bunların üstüne düşünmeden atlıyor. Bir anlamda, çoğunluğun ne yaptığını sorgulamak ve daha değişik bir şey yapmak yerine, sürüye katılmak daha cazip ve kolay geliyor.

Gerçek su ki; özünüz, isinizden çok  daha fazla bir şeydir...

Kendinizle derinleştiğinizde kariyerin, statünün, gücün veya paranın kimseyi erişkin kişi yapmaya yetmeyeceğini göreceksiniz. Gerçek benliğiniz; yaratıcılığınız, İyiliğiniz, tutkularınız, cömertliğiniz, sevginiz, neşeniz, içinizden geleni yapma beceriniz, diğer insanlarla olan bağlantılarınız, espri gücünüz gibi çok daha derin temellere dayanır.

Aslında, hepimiz dünyaya inanılmaz bir yaratıcılık potansiyeli ve sınırsız bir düş gücüyle geliriz. Çocukken dünyayı bir çok ilginç perspektiften ve değişik bakış açılarından görme lüksüne ve esnekliğine sahibizdir. Sonrasında ailemiz, eğitim kurumları, toplum ve çalıştığımız kurumlar bize nasıl düşünmememiz ve davranmamız gerektiğini öğretirler. Bir noktadan sonra toplumda kabul görmek için düşlerimizden ve sorgulamaktan vazgeçeriz. Hatta dikkat etmeye bile son verir ve aklımızın esnekliğini yitiririz. Gittikçe katılaşan düşünce yapımız, bir noktadan sonra işimize yaramayacak kadar kaskatı hale gelir.

Katılaşmış düşünce yapısı, çocuk döneminde  sahip olduğumuz yaratıcılığı da  bastırır. Eğer, farklı düşünmeyi öğrenemezsek, yaratıcılığımız su yüzüne çıkamaz ve dünyayı algılama biçimimiz yaşama zevkimizi ve keyfimizi artık gölgelemeye baslar.

Yaratıcı ve hareketli bir zihin hızla değişen dünyaya ayak uydurabilmenin vazgeçilmez öğesidir. Farkındalık, hayatımızı daha iyi yasamanın ilk adımıdır. Çok yerleşik algılama biçimlerine ve algı haritalarına sahip olsak bile onları değiştirmek veya ortadan kaldırmak için öncelikle farkına varmalıyız. İnançlara saplanıp kalmamalı,sadece deliler ve ölülerin değişmediğini unutmamalıyız.

Yapılan araştırmalar; beyaz yakalıların yüzde yetmişinin işlerinden memnun olmadıkları sonucuna işaret ediyor.

Artık, Beyaz yakalıların çalışma süreleri kurumların yaşam sürelerini geçmiş durumda.

Kariyer uzmanları insanların kariyerlerini yaşamları boyunca bir kaç defa kurmak zorunda olduklarını söylüyor. İnsanın aynı iste sarf edeceği toplam süre artik ; 3.6 yıl. Kırk yaşlarında ortalama bir profesyonel, hayatı boyunca en az iki kere kovulmayı veya küçülme nedeniyle işten çıkarılmayı göze almalıdır.

Yeni bir kariyere başlamakta her zaman risk vardır. Ama insanın sevmediği bir işte kalmasında da aynı derecede risk bulunur.

Beyaz yakalıların boş vakti 1970'lerden yirmi birinci kadar yüzyılın sonuna kadar yüzde 40 civarında azalmış.

1970 yılındaki insanlara  göre ortalama bir insandan iki kat daha fazla şeye sahip ve iki kat daha fazla tüketiyoruz. Buna rağmen iki kat daha fazla şikayet ediyoruz. Sorunun açgözlülük olduğu ortaya çıkıyor.

İşkoliklik doğrudan açgözlülük ve güç ile ilişkili olduğundan, patronlar işkolikleri cok severler. Onlarda keyifle tempolarına uymak zorunda kalan dolaylı  işkolikleri yaratırlar. Sistem yürür gider. İşkolikler alkol ve uyuşturucu bağımlıları gibi, diğer bağımlılardan farkı olmayan bağımlılardır. Aslında, işkoliklerin çoğu hep daha çok çalıştıkları zaman kendilerini kahraman gibi hissederler, çünkü hayatlarında onları kahraman yapacak başka hiç bir şey yoktur. İşkolikler uzun saatler çalışmasından kaynaklanan stres ve yorgunluk nedeniyle uzun vadede  verimlilik ve işlevsellik düştüğünü farketmezler bile. Bu da kaçınılmaz hatalara sebebiyet verir. Verimli çalışan bir kişi olmak için, daha çok değil, daha akıllıca çalışmanız gerekir.

İşyeri sayısı, çalışan insan sayısından az olduğu için, X kuşağı olan beyaz yakalılar rekabet icin çok ve uzun saatler boyunca çalışmanın iş güvenliği ve kariyer garantisi olduğuna inandılar.

Y kuşağı ise o çok çalışkan kuşağın çocukları olarak işkolikliğin anne babalarına neye mal olduğunu çok net gördüler. Onlar için iş/keyif dengesini günde sekiz saat veya mümkünse  daha az çalışmak ve hayatta asıl önem verdikleri şeylerin peşinde koşmak. Bu bağlamda bol bol boş vakte sahip olmak anlamına geliyor. Kıran kırana rekabetin dışına çıkmak ve günlerine daha çok boş vakit katmak, onlara çok daha zengin bir yaşamın kapılarını açıyor.

Ne kadar ağır iş yaparsanız yaratıcılığınız o kadar düşer. Kendinize ayıracağınız boş zamanda oluşacak yaratıcı tembellik, düş gücünüzü arttırır. Üreteceğiniz fikirler, işten uzak olduğunuz gözden çıkardıklarınızdan yüz kat daha değerli olur. Bunun da psikolojik, fiziksel ve finansal bir çok getirisi bulunur.

Eğer içinde sadece uyumak için vaktiniz varsa, o kocaman gösterişli eve sahip olmanın anlamı nedir? Eğer üyelerini çok seyrek  görmek durumundaysanız ailenin anlamını da sorgulamak gerekebilir?  İşkolikler kendi benliklerinin yüzde yüzünü işlerine yatırdıkları için; ailelerine, arkadaşlarına, hobilerine ve kendilerine bir şey kalmaz.

İşinizin sizi beslemediği ve heyecan vermediği ilk gün, ayrılmayı düşünmeye başladığınız ilk gün olmalıdır. İşvereniniz yapmıyorsa, siz kendinizi kovun! Hemen ayrılın! Hiç bir zaman doğru vakit yoktur; istifa edecek doğru zamanı beklemekte; ertelemeye iyi bir mazeret bulmanın ötesinde hiç bir anlam taşımaz. Ayrıldığınız gün; eşinize, dostlarınıza, iş yerinize ve en önemlisi kendinize çok büyük bir iyilik de bulunmuş olacaksınız.

Eğer sadece para için çalışıyorsanız sistem tarafından esir alınmış, gönüllü bir kölesiniz demektir. Unutmayın ki, önemli olan sevdiğiniz işi yapmak, en sevdiğiniz yeteneklerinizi kullanmak ve işinizde kendinizi geliştirmektir. Yine araştırmalar, sevdiği işi yapan kişilerin sevmediği işi yapan insanlardan daha çok para kazandıklarını kanıtlıyor. Üstelik sevdiğiniz işi yaparsınız hayatınızın geri kalan bölümünde bir dakika bile çalışmış sayılmazsınız!

Güvence hiç bir zaman sahip olduğunuz ise tutunmak değildir. Hayatınızı her zaman kazanabilecek yetenek ve yaratıcılığa sahip olduğunuzu bilmek, hayattaki tek ekonomik güvencedir.

Boş vakitler kişinin istediği şeyleri yapmak üzere işyerinin uzağında geçirdiği zaman dilimidir. Kuşkusuz boş vakitlerimizde ne yaptığımız yasam kalitemizi belirler. Bazı beyaz yakalılar temel amaçlarının yoğun tempoları arasında  boş vakit yaratmak olduğunu açıklar. Ama çoğu sınırsız boş vakitle basa çıkmaya hazır bile değildir. Emekli olduğumuzda veya işsiz kaldığımızda, alışmış olduğumuzdan daha fazla boş vakitle karşılaşırız.

Bir araştırmaya göre; Erken emekli olan insanların yarısından çoğu, emekli olduktan üç ay sonra aynı işe dönmenin onları sonsuz mutlu edeceğini belirtmiş.

Diğer bir araştırmaya göre de; piyango kazanmış sınırsız vakti olan insanların da çok mutlu olmadıkları kaydedilmiş.

Emeklilik yıllarında, istemediğiniz  bir işte çalışırken ıskaladığınız zevkleri satın almak imkansızdır. Bir sürü varlıklı insan, çok çalışmaktan kaybettiği sağlığını da geri satın alamıyor. Hatta o dolgun emeklilik paketini almayı görecek kadar uzun bile yaşamayabiliyor.

Emeklilik yıllarının olması için anahtar kavram ''ilgilerinizin çeşitliliği'' dir. İyi bir iş/keyif dengesi kurmazsanız sonuç sık sık mutsuz olan bir eş, disiplinsiz çocuklar, sıfır sosyal yaşam ve dertli bir siz olursunuz.

Boş vaktini ruhsal gelişimi için kullanmaya karar verenler, iyi müziği, iyi kitapları, iyi resimleri, iyi oyunları, sıkı dostları ve iyi sohbetleri sevenlerdir. Peki kimlerdir bunlar? Bu kişiler dünyanın en mutlu insanlarıdır. Hayatlarını kazanırken eğlenen, aynı zamanda sağlıklı bir iş/keyif dengesine sahip olan insanlar dünyanın en zengin kişileridir.

Çok az boş vakti olan kişi; ya yanlış bir iştedir, ya işini yanlış yapmaktadır. Ya da kendisine bos zaman diye bir seçenek yaratma becerisine sahip değildir.

Bir çok insan kişisel misyonunu keşfedemiyor... Bir çoğu bunu bulamıyor, çünkü aramıyor... Bazıları da nasıl bulacaklarını bilemiyor... Bazı insanlar da, hayatlarının çağrısını, yaşamları benim gibi baş aşağı gittiğinde keşfediyor! Gerçek bir çağrı sizin değerleriniz ve ilgilerinizle bağlantılı olmalıdır. Aynı zamanda zayıf ve güçlü yönleriniz de çağrıyı şekillendirecektir.

Kişisel misyonunuzu yani nereye koşacağınızı belirlemek için;

1 - Tutkularınızı belirleyin. İnsan tutkuları peşinden giderken sınırsız bir enerjiye sahiptir.

2 - Güçlü yönlerini belirleyin. Enerjinizi nerelere odaklamak istediğinizi belli eder.

3 - Kahramanlarınızın, rol modellerinizin niteliklerini ve davranışlarını inceleyin. Size kendi arzularınız hakkında fikir verecektir.

4- Neyi keşfetmek veya öğrenmek istediğiniz belirleyin. Nelerin sizde merak uyandırdığını öğrenirsiniz.

Bu soruların cevabı koşacağınız yere doğru çakılı işaret levhanız olacaktır.

Bu arada, kişisel misyonun para ile hiç ilgisi yoktur. Kişisel misyonunuz, ruhumuzdan gelen özel bir şeydir. Sizin özünüz de zaten varlık nedeninizdir. Churchill'in dediği gibi; herkesin hayatında bir an gelir; kişinin o an için doğmuş olduğu an!. Kişi o anı yakaladığında, misyonunu yani  kendisinin var olma nedenini de gerçekleştirmiş olur.

Gerçekten önemli olan şeyleri aslında hiç de önemli olmayan şeylere kurban etmek, büyük  bir hatadır. O zamana kadar yapılan bütün koşular gereksiz ve anlamsızdır.

Eğer bağımsız, yaratıcı ve hevesli bir insansanız; doyurulmayan beklentilerin bol olduğu, heyecan vermeyen tekdüze (rutin) işlerin, ritm duygusu olmayan görevlerin, çoğunlukla seyirci çok nadiren aktör olduğunuz iş yeri ortamları soluyorsanız söyleyelim; Yanlış yerde koşturuyorsunuz!

Size artık motivasyon dansı lazım!

Size artık yeni bir aşk, yeni bir iş lazım!