Soli Özel

27 Ocak 2019

Devrim, İran, 1979: Bitmiş bir İslamcılığın evrak-ı metrukesi

Kentli isyanı olarak gerçekleşen ilk devrimin nasıl gerçekleşebildiği kafaları kurcalayan en önemli sorulardan birisiydi

Bu yıl dünya tarihine damgasını vurmuş, günümüzün gelişmelerini de şekillendiren pek çok olayın önemli yıldönümlerine denk geliyor. Birinci Dünya Savaşı’nı bitiren ve sonraki düzenin şekillendirildiği 1919 tarihli Paris Barış Konferansı’nın yüzüncü, o konferansın sonunda imzalatılan barış anlaşmalarıyla tohumları atılan İkinci Dünya Savaşı’nın 1939 Eylül’ünde başlamasının sekseninci yılı, Soğuk Savaş’ın, 1989 Kasım ayında Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla simgesel ve fiili olarak sona ermesinin otuzuncu yılı ilk akla gelenler.

 

Bunların yanısıra hatırlanması gereken bir başka yıl ise 1979. Amerikalı gazeteci Christian Caryl’in, Strange Rebels: 1979 and the Birth of the 21st Century (Aykırı İsyankârlar: 1979 ve 21. Yüzyılın doğuşu) başlıklı kitabında dört önemli figür etrafında anlattığı tarihiyle 1979 gerçekten de bugünü anlamak için iyi kavranması gereken gelişmelere tanıklık etmişti. Çin’de Komünist Parti liderliğinde kapitalist ekonomiye geçişin mimarı Deng Şaoping, tarihin ilk Polonyalı Papa’sı Karol Wojtyla, İran Devrimi’nin lideri Ayetullah Humeyni ve neoliberal iktisat anlayışının siyasi hegemonyasının yolunu açan muhafazakâr Britanya Başbakanı Margaret Thatcher o yıl yaşanan dönüşümlerin simgeleştiği isimler.

 

1 Şubat Cuma günü, Ayetullah Ruhullah Humeyni’nin Paris’ten Tahran’a dönmesiyle İran’da eski rejim fiili olarak sona ermişti. Dünya tarihinin, köylülüğün isyanlarıyla desteklenmemiş, dolayısıyla da bir kentli isyanı olarak gerçekleşen bu ilk devriminin nasıl gerçekleşebildiği o gün de bugün de kafaları kurcalayan en önemli sorulardan birisiydi. Mesele, özellikle 1977’nin ikinci yarısından itibaren giderek kabaran toplumsal muhalefetin şiddet ve baskıyla yıldırılamaması, farklı toplumsal kesimlerin ve 1978’in sonlarına doğru kent yoksullarıyla petrol sanayii işçilerinin gösterilere ve direnişe katılmalarının hikayesinden ibaret de değildi.

 

 

Devrimin devirdiği Şah Muhammed Rıza Pehlevi ABD’nin Ortadoğu’da, Körfez Bölgesindeki en önemli müttefiki, Batı ekonomilerinin can damarı olan Körfez’in güvenliği için bel bağladığı, desteklediği, sınırsız silah sağladığı ülkeydi. ABD Başkanı Jimmy Carter ve eşi Rosalyn daha bir yıl önce 1977’yi 1978’e bağlayan yılbaşı gecesini Şah ve eşi Farah Diba ile geçirmişler, Carter şerefine kadeh kaldırdığı Şah’ı “dünyanın en belalı bölgelerinden birisinde bir istikrar adası” oluşturduğu için tebrik etmişti.

 

İki ülke arasındaki yakınlığın tarihi aslında bir hayli geriye gidiyordu. Britanya ve Rusya arasında sıkışıp kalan İran ve İranlıların kendilerine çok farklı yaklaşan ABD’ye hep sıcak baktıkları bu geçmiş, 1953’ten sonra İran toplumunun bilincinde lanetlenen bir ilişki anlamına gelmeye başlamıştı. 1951’de İran petrolünü devletleştirdiği için Başbakan Muhammed Musaddık Britanya tarafından büyük düşman ilan edilmiş, ülke ambargoya maruz bırakılmış, Musaddık’ın düşürülmesi için Londra Boot adlı bir darbe planı hazırlamış ancak dönemin ABD Başkanı Truman buna destek vermemişti.

 

Musaddık düşüyor, Şah tahtına geçiyor

 

Cumhuriyetçi General Eisenhower’in Başkanlığında hem Soğuk Savaş’ın iyice kökleşmesi hem de İran Komünist Partisi Tudeh’in giderek güç kazandığına inanılması nedeniyle Amerikalılar da darbe fikrini benimsemiş ve 1953 Ağustos’unda Ajax Operasyonu gerçekleşmişti. 1947’de kurulan CIA’nın gerçekleştirdiği bu ilk darbenin sonunda Musaddık düşürülmüş, Şah tahtına geçmişti.

 

 

Aslında Washington’un buradaki mutemet adamı General Zahedi olmasına rağmen zaman içinde Şah dizginleri eline almış, istihbarat teşkilatı SAVAK aracılığıyla baskı rejimini kurmuştu. 1960’ların başlarına kadar Amerikan yönetimleriyle dertleri olmasına rağmen Şah 1963’te gerçekleştirdiği, kadınlara seçme-seçilme hakkı, gayrımüslimlere seçilme hakkı veren, ormanların devletleştirilmesi ve toprak reformu içeren Beyaz Devrimi’nden sonra Washington’un tümüyle desteklediği bir despot olmuştu.

 

Beyaz Devrim’e yönelik toplumsal muhalefetin başını ise 15 yıl sonra Şah’ı devirecek Humeyni çekmiş, bu rolünden dolayı önce Bursa’ya ardından da Necef’e sürgüne gitmişti. Oradayken verdiği Felsefe derslerindeki görüşlerini İslam Cumhuriyeti kitabında yayınlamış ve daha sonra İran İslam Cumhuriyeti anayasasında kurumsallaştırılacak Velayeti Fakih müessesesinin teorisini gündeme getirmişti.

 

'İhtiraslı' Şah 

 

Beyaz Devrim’den sonra İran bir hayli gelişme kaydetmişti. Brookings Enstitüsü’nden Susan Maloney’in verdiği rakamlara göre 1959-1972 yılları arasında İran ortalama yüzde 9,8 oranında büyümüş, ilkokul öğrencisi sayısı 256 binden 5,2 milyona çıkmış, okur yazarlık oranı da yüzde 16’dan 36’ya yükselmişti. İran’ın orta sınıfı işgücünün dörtte birine eşitlenmişti. Şah yönetimin son dokuz yılında ABD ile ilişkiler daha da yakınlaşmıştı. Britanya’nın maddi imkansızlıklar nedeniyle Körfez bölgesinden çekilmesi ve buranın güvenliğinden sorumlu olmayı bırakması neticesinde gündeme gelen Nixon doktriniyle Körfez güvenliği İran ve Suudi Arabistan’a verilmiş, ihtiraslı Şah askeri gücüyle bu bölgede hegemonya kurmak için adımlar atmaya başlamıştı.

 

 

Bu ihtirasları besleyecek maddi imkanlar 1974 yılında petrol fiyatlarının İran’ın OPEC’i sürüklemesiyle dört katına çıkmasıyla sağlanmış, ülkesini dünyanın dördüncü ordusuna sahip onuncu büyük ekonomisi haline getirmek isteyen Şah, rasyonel olmayan bir ekonomi politikasını borçlanarak, bütçeyi fazlasıyla zorlayarak ve sosyal sonuçlarla hiç ilgilenmeyerek sürdürmüştü. Bu arada kendisinden zaten hazzetmeyen toplumunun üzerindeki baskıları artırmış, SAVAK elinde binlerce kişi işkence tezgahlarından geçmiş, Şah’ın megalomanyasının bir yansıması olan ve dünya liderlerinin ve ünlülerinin büyük bir heyecanla katıldıkları Pers İmparatorluğu’nun 2500. Yılı kutlamalarında sergilenen görgüsüzlük nefretin katlanmasına yol açmıştı.

 

Körfez gardiyanlığı işine soyunduktan sonra 1972-1977 arasında İran, ABD’den 16 milyar dolarlık silah satın alırken, 50 bin Amerikalı İran’da çalışıyor birçoğu devlet burslu öğrenci olan yaklaşık 60 bin İranlı da ABD’de yaşıyordu. 50’den fazla Amerikan üniversitesinin İran’da yerleşkesi vardı. İran Şahı Amerikan basınının amiral gemilerinin gözbebeği, hayranlıkla izledikleri modernleştirici bir lider olarak takdim ediliyordu.

 

Ne var ki, Şah’ın yurt dışına gönderdiği öğrenciler dahil olmak üzere ülkede bu despot rejime yönelik tepki kabarıyor, 1953’ün utancı içindeki bir toplumun aydınları 1960’lardan itibaren daha yerel bir kimliğin peşinde koşuyor, romancı/düşünür Celal-i Ahmed, Gharbzadegi (Batı budalası) kavramını ortaya atıyor, sosyolog Ali Şeriati İslam üzerinden sosyolojik analizler yapıyor, SAVAK’ın zindanlarında solcular, seküler aydınlar, mollalar birbirileriyle tanışıyorlar ve devrimi kotaracak kadroların birbirileriyle bağlantıları bu şekilde kuruluyordu.

 

Devam edecek...