Rahmetli babamın kağıt oyunlarıyla ilgili söylediği bir söz vardı: “Sen kağıdın hakkını vermezsen kağıt senin hakkından gelir” diye. Türkiye’nin şu sıralarda dış politikada yaşadığı sıkıntılar bana bu sözü hatırlatıyor. Zira benzetmeyi sürdürürsek Türkiye’yi yönetenler ellerindeki kağıdın hakkını veremediler, ülkenin yakalamış olduğu fırsat anını doğru anlamlandıramadılar, kendi kurdukları dünya üzerinden dünyayı ve ülkenin buradaki yerini okumaya çalıştılar. Sonunda her zaman olduğu gibi gerçekler kafalara birer birer inmeye başladı. Geçmiş dönemin hatalarının düzeltilmesi için çıkılan yol, bu hatalar işlenirken incitilen, kızdırılan, uzaklaştırılan muhatapların önünüze koydukları engellerle doldu taştı. Sekiz senelik Mısır siyasetinin iflasının, onca sene korunan İhvancı grupların ve kişilerin birer birer gözden çıkarılmasının gösterdiği gibi Ankara’nın birikmiş hatalarının ortaya çıkardığı yalnızlık ve bunun getirdiği zafiyet tüm oyuncular tarafından da sonuna kadar sömürülüyor.
Böylesi bir bağlamda Türkiye bundan beş ve hele hele on sene öncesine göre, çok daha zayıf bir konuma sahip. Herkese laf atmanın, sataşmanın taciz etmenin ve hayallerini gerçekle karıştırmanın, vakar yoksunu olmanın, ihtiyatsız bir kendini doldurma haline kapılmanın elbet bir bedeli var. Eninde sonunda o bedelin faturası takdim ediliyor. Böyle bakıldığında Biden ile ilişkilerin düzgün gitmemesi çok şaşırtıcı degil. Zaten Biden ile Avrupa’daki hemen hiçbir müttefikin düzgün bir ilişki kurduğu söylenemez. Fransa’nın başına gelenler ortada.
Avrupalıların, daha doğrusu tüm Atlantik İttifakı’nın yaşadıklarının bir nedeni, ABD’nin önceliklerinin değişmiş olması. Biden’in önceliği tam gaz Asya’ya dönüş ve orada Çin’in çevrelenmesi için gerekli hamlelerin acilen yapılması. Dolayısıyla Türkiye’nin kendisini bulunmaz Hint kumaşı diye görmesine, bu görüşe göre davranmasına, celallenmesine, kibir dolu tutumlar almasına yol açan jeopolitik gerçeklik artık eskisi gibi değil. Coğrafya önemli ama bu coğrafyanın nasıl kullanılacağı, nasıl değerlendirileceği, bu coğrafyanın üzerindeki devletin nasıl yönetilip toplumun enerji ve kapasitesinin nasıl harekete geçirileceği de önemli.
Bu durumda kanımca yapılacak ilk işlerden biri değişen dünya konjonktürünü, farklılaşan ABD stratejik yönelimini doğru değerlendirmektir. Aksi halde yöneticiler ve eski şablonlardan vazgeçemeyenler, vazgeçilmesi gerektiğini idrak edemeyenler ve onlarla birlikte hepimiz “ABD’nin Ortadoğu’da bize ihtiyacı var”, ”Türkiye vazgeçilmezdir” böbürlenmesinin/inancının geçerliliğini en azından bir ölçüde yitirdiğinin farkına varamamanın ya da varmak istememenin ülkeyi getirdiği yerde buluruz kendimizi.
Türkiye çok daha olumlu bir konjonktürde önüne gelen fırsatları dış politikayı iç politikanın uzantısı haline getirerek diplomasiyi dışlayarak fazlasıyla askerileşmiş bir dış politikayı içeride başta ekonomik olarak büyük açıkları varken takip ederek kanımca ıskaladı. Rusya’yı ABD’ye karşı ABD’yi Rusya’ya karşı kullanırım siyasetinin sınırlarını görmedi ya da bunun ilelebet sürdürülebilecek bir çizgi olmadığını göremedi. Bugünler tüm dünya açısından tercih günleri. ABD tüm müttefiklerini zorluyor. Benden yana mısın karşımdakinden yana mı? diye. Avrupa’nın da derdi o Asya’daki başka Amerikan yanlısı ülkelerin de. Tercih yapmak istemiyorlar ama sonunda çare de kalmıyor. Avustralya Çin’in saldırganlığı karşısında bu tercihi, içeride güçlü bir destek olmasa da yaptı.
Türkiye de kanımca o nedenle Rusya ile yakın kalayım derken Rusları çileden çıkartacak Ukrayna yakınlaşması, Kırım’da seçimi tanımama tutumu gibi çıkışlar yapıyor. Bunun sebebini anlayan var mı o meçhul zira Rusya karşısında da elinin çok güçlü olduğu söylenemez. İdlib ‘Demoklesin kılıcı gibi’ Türkiye’nin başının üzerinde sallanıyor. Erdoğan-Putin buluşması bu nedenle eşitler arası bir buluşma olmayacak. Zaten ikili buluşmalarda adettir. Siz karşı tarafa gittiyseniz önce onun size gelmesi gerekir ki gidesiniz tekrar. Son ziyareti gene Türkiye Cumhurbaşkanı yapmıştı. İdlib tehdidinin savuşturulması için ne tur tavizler verileceğini de buluşmadan sonra görüp anlarız.
Gündem İdlib’den ibaret olmayabilir. Rusya’yı iyi tanıyan ve ilişkileri çok yakından takip eden Aydin Sezer’e göre Putin yalnızca İdlib’de anlaşmalara uyulmadığından dem vurmayacak. Doğalgaz meselesi de muhtemelen gündemde olacak. Türkiye’nin bu yılki ihtiyaci 58-60 milyar metreküpken ödenmemiş borçlar nedeniyle Rusya gaz satmadığından ve talep geçen yıla göre arttığından, oluşan eksiklik muhtemelen 18 milyar metreküpü bulacak. Fiyatlar da dünyada hızla artıyor. Eğer açık spot piyasadan karşılanacaksa ekonomisi hayli zor durumda olan Türkiye’nin yöneticileri açısından bunlar iç açıcı haberler değil. Rusya’ya bir de bu konuda muhtaçsınız demektir.
O halde gerçekten gene Aydin Sezer’e göre Ukrayna ve Kırım meselelerinde Rusların rahatsızlığı çok açık ise Moskova’nın damarına basacak açıklamalar ne için ve kimi memnun etmek için yapıldı? Bu konularda da herhalde Putin izahat isteyecektir. Kimse takınılan tutumların, izlenen çizginin, yapılan açıklamaların bu ülkeye, topluma ödettiği bedelleri düşünme zahmetine katlanmıyor mu? Gerçi yönetimin dış politikasını kamuoyuna izah etmeye, gerekçelendirmeye, parlatmaya çalışanların ne çapları, ne kişilikleri, ne bilgileri ya da becerileri bu konularda uyarıcı olmalarını sağlayabilecek düzeyde. Soçi’deki görüşmeler heyetler halinde değil başbaşa yapılacağı için bu sorunların aşılmasında ne tur tavizler istenecek, ikinci s-400 paketi dayatılacak mı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın CBS televizyonunda söylediği gibi satın alınacak mı, bunları da herhalde toplantının ardından anlayacağız.
Not: Bu yazı Birgün Gazetesi’nin ABD ve Rusya ile ilişkiler hakkındaki sorularına verdiğim cevaplar üzerine kurulmuştur. Metin bir ölçüde farklıdır. Birgün Gazetesi’ne bana bu yazıyı T24’te de yayınlama iznini verdiği için teşekkür ederim.