Sibel Yerdeniz

22 Haziran 2014

Usame bin Ladin: Dünyaya Mesajlar (2)

2003 sonbaharı geldiğinde, ABD işgali Bin Ladin’in deyimi ile 'Dicle ve Fırat’ın bataklıklarında' çıkmaza girmiş, 'kolay bir zafer beklerken' hesapladıklarından çok daha büyük bir direniş ile karşılaşmışlardı

Michael Mann, Incoherent Empire (Tutarsız İmparatorluk) adlı kitabında Amerika ve müttefiklerinin Afganistan işgali ile ilgili şöyle der: İşgalin ilk bir kaç haftasındaki ağır bombardıman sonrasında sivil kayıplar yaklaşık 10.000 kişiyi bulmuştu; bu rakam 11 Eylül saldırılarında ölenlerin üç katı…”

Saldırıdan birkaç gün önce, bin Ladin’in yeni bir mesajını ileten video kaydı, el-Cezire’nin Kabil’deki ofisinde, muhabir Taysir Alluni’ye elden teslim edilmişti.

Riyad ve Hobar’ın, Nairobi ve Darüsselam’ın bombalanmasında olduğu gibi bin Ladin, bir kez daha, Amerikan kaynaklı zalimliğe karşı ilahi bir ceza olarak tarif ettiği 11 Eylül eylemlerini övüyor, fakat sorumluluk kabul etmiyordu.

Mesaj, BM’nin dayattığı ekonomik yaptırımlar sonucu ölen Iraklıları, İsrail yönetimi altında ıstırap çeken Filistinlileri de kapsıyordu: “Amerika’ya ve halkına söyleyecek birkaç sözüm var: Cenneti, hak etmeyenlere vaat etmeyen Yüce Allah’ın huzurunda yemin ederim ki, ne Amerika ne de orada yaşayan herhangi biri, Filistin’de yaşayanların can güvenliği sağlanmadıkça ve tüm kafirler ordusu Muhammed’in topraklarını terk etmedikçe, güvenliğe kavuşamayacaklar…”

Bombardımanın ikinci haftasında Taysir Alluni, Kabil’in güneyinde adı açıklanmayan bir yerde bin Ladin ile bir görüşme yaptı. Bu görüşme ancak  üç ay sonra, 31 Ocak 2002’de yayımlandı.

Suriye doğumlu, İspanyol vatandaşı olan Alluni’nin, Afgan şehirleri ve köylerinde Amerikan bombardımanı altında ölen sivillerle ilgili bu röportajı Pentagon’da büyük bir rahatsızlık yarattı. El-Cezire’nin ofisleri bombalandı. Kabil’de görev yapan Alluni yakalanarak darp edildi. Eylül 2003’te İspanya’ya döndüğünde, El-Kaide’yi desteklediği iddiasıyla tutuklandı ve Mart 2005’te serbest kalana dek, 119 günü hücre cezası olmak üzere yargılanmadan hapsedildi.

Ladin, mesajında şöyle diyordu:“Özgürlük, insan hakları ve eşitlik vaaz eden koca materyalist kuleler yıkıldı. ABD yönetimi bizim konuşmalarımızı yayınlamasınlar diye medya kanallarına müdahale ettiğinde, bu değerlerin tümüyle sahte olduğu açığa çıktı. Gerçekler ortaya çıktıkça Amerikan halkı bizim, onların tarif etmek istedikleri anlamda terörist olmadığımızı görmeye başladı. Bu durumun daha çok bizim Filistin’de, Irak’ta, Lübnan’da, Sudan’da, Somali’de, Keşmir’de, Filipinler’de ve tüm dünyada uğradığımız zulümden kaynaklandığını ve bunun İngiliz hükümetinin yaptığı eziyetlere karşı bir reaksiyon olduğunu hissetmişlerdi…”

10 Ekim 2001’de Beyaz Saray, ABD televizyon şirketlerinin ilk beşinden, (ABC, CBS, CNN, FOX ve NBC) el Kaide’den gelen haber ve görüntülere -ki bu el Cezire’den gelenler anlamına geliyordu- sansür uygulamalarını istedi.

30 dakikalık bir tele-konferansta, Ulusal Güvenlik Danışmanı Condoleezza Rice “Amerikan medya patronlarını bin Ladin’in video mesajlarını yayınlamamaları için ‘ikna etti’” (Miles, el-Cezire, s.116)

Başkan Bush, 6 Kasım 2001’de Washington’daki bir basın konferansında, ‘terörizme karşı savaş’ta tarafsızlığa yer olmadığını söyledi. “Uluslar bir gün, bu tavırlarından sorumlu tutulacaklarını bilmeliler” dedi. “Terörle savaşta ya bizimlesiniz ya da bize karşısınızdır...”

İngiltere de basını susturmak için çaba gösterdi; Tonny Blair BBC, ITN ve Sky News’i  Downing Street’e çağırdı ve medya danışmanı Alistair Campbell onlara ‘kabul edilebilir bir yayının nelerden oluşabileceği konusunda’ ciddi bir ders verdi.

Daha sonra Hugh Miles ironik bir dille notlarına, “Sansürle ilgili bu çabalar, çağdaş iletişim sistemlerini manipüle etme konusundaki yeteneği ispatlanan el-Kaide tarafından sönük bir takdirle karşılandı,” diye yazacaktı.

ABD endişelenmekte haksız sayılmazdı. Afganistan’daki savaşa toplumun verdiği destek giderek zayıflıyordu. Bunun nedenlerinden biri, sivil hedeflere yapılan hava saldırılarının ve bu saldırıların mağdurları ile ilgili haberlerin el-Cezire tarafından yayımlanması olmuştu. Amerikan medyasında ise bu tip ‘dramatik’ haber ve görüntülere asla rastlanmıyordu.

7 Kasım 2001’de Beyaz Saray’da, Başkan Bush ve Başbakan Blair, terörün tüm formlarına karşı bir global koalisyon oluşturmak ve Afganistan’daki askeri stratejilerin de içinde olduğu bir çok konuyu tartışmak üzere toplandı.

Bush’a, Amerikan nükleer silahlarının azaltılması ile ilgili görüşü sorulduğunda, “Nükleer silahların azaltılması için bir silah kontrol anlaşması ile ikna edilmeye ihtiyacımız yok. Bu terör savaşı bize  terörist ulusların eline geçmesi olası kitle imha silahları karşısında şimdi her zamankinden daha çok savunma geliştirmemiz gerektiğini söylüyor,” diye yanıt verdi.

Bin Ladin Ekim 2002’de ‘Amerikan halkına’ hitaben bir bildiri yayımladı ve Birleşik Devletler’i kendi söylemlerine aykırı davranmakla suçladı.

Ladin’e göre Amerikan politik sistemi iyi yüzlüydü ve halk bu politikaları hayata geçiren insanları iktidara getirmişti. Bu durum masum olmadıklarını gösteriyordu ve ‘karşı’ eylemleri hakediyorlardı. Bin Ladin mesajını “Bavulunuzu toplayın ve topraklarımızdan gidin!” diye bitiriyordu.

Kasım 2002’de bu sefer ‘Amerika’nın müttefiklerine’ seslendiği bir kayıt El Cezire’ye ulaştı.

Mesaj, aynı yıl içinde hepsi radikal islamcı gruplar tarafından üstlenilen ve toplam 202 insanın öldüğü altı ayrı saldırı ile ilgili görüşlerini içeriyordu.

Metin, bu saldırılarda yaralanan ve etkilenen tüm yabancıları ‘azarlar’ bir üslupla yazılmıştı ve tek bir ana mesajı vardı: Kısas

“Bize ne yaptıysanız, size aynısını yapacağız! Öldürdüğünüz gibi ölmelisiniz; Bombaladığınız gibi bombalanmalısınız. Ve henüz bitmedi…”  

2002 ilkbaharından itibaren Amerika’nın Irak’ı işgal edeceği, Bağdat rejimini devre dışı bırakacağı ve İngiltere’nin de buna eşlik edeceği anlaşılmıştı.

Saldırıdan beş hafta önce, Bin Ladin’in Irak halkına yazdığı üç mesajdan ilki El-Cezire’ ye ulaştı ve hemen yayımlandı. Buna rağmen Amerikan istihbaratı kayıt hakkında bilgi sahibiydi ve Genel Sekreter Powell, Senato toplantısında, El-Cezire’nin ‘yayımlamak üzere’ olduğu kaydın Irak ve Bin Ladin arasındaki ortaklığın kanıtı olduğunu söyledi.

Bin Ladin, Irak işgalini önceden kınamak için -ki çok ağır bir hava saldırısı ile birlikte yoğun bir propaganda kampanyasının olacağını öngörmüştü- insanları karşı koymaları için cesaretlendiriyor ve Aralık 2001’de onun ve en yakın silah arkadaşlarının hayatta kalmasını sağlayan Tora Bora dağlarında kullandıkları savunma taktiklerini birbirlerine anlatmalarını istiyordu.

“Irak’ta düşman en çok, can kayıplarının en üst düzeyde olacağı bilinen şehirden ve sokak savaşlarından korkuyor…”

“Düşmanı uzun, yorucu, yakın dövüşün içine çekmenin; ovalarda, çiftliklerde, tepelerde ve şehirlerde en iyi şekilde gizlenmiş savunma pozisyonlarını yaratmanın” önemine vurgu yapıyordu. Aynı zamanda ‘şehitlik operasyonlarının’ (intihar saldırılarının) düşmana ‘beklenmedik’ zararlar vereceğini de ısrarla vurguluyordu.

Ladin aynı zamanda Arap liderlerini, Amerika ile işbirliği yapmakla suçluyordu. Suudi liderler, yaklaşan savaş nedeniyle gergindiler ve gerçekten de Amerikan askerleri tarafından kullanılabilsin diye Irak sınırındaki birçok havaalanını sivillere kapatmışlardı.

2003 sonbaharı geldiğinde, Amerikan işgali Bin Ladin’in deyimi ile “Dicle ve Fırat’ın bataklıklarında” çıkmaza girmiş, “kolay bir zafer beklerken” hesapladıklarından çok daha büyük bir direniş ile karşılaşmışlardı.

Bin Ladin’in Iraklı direnişçileri “Dönek Arap rejimleri ve/veya Yahudi-Haçlı ittifakından çıkabilecek barışçıl çözüm önerilerine kanmamaları; Kürdistan Demokratik Partisi ve Baas Sosyalist Partisi gibi kafir organizasyonlar ile işbirliği yapmamaları…” konusunda uyardığı 47 dakikalık son kaydın yalnızca 14 dakikası El Cezire’de yayımlanabilmişti.

Ladin, Müslüman halkları ‘zorbaları’ temizlemeye çağırıyor ve ilk kez bu mesajında politik bir alternatif tanımlayarak onlara ‘şeriat’ ile idare edilen geçici konsüller kurmalarını ve bunların demir bir yumrukla ülkeyi idare etmelerini öneriyordu.

“Romalıların talanı Irak’ta başladı, kimse de nerede biteceğini bilmiyor…Ümmetin bekası ve zaferi için cihad gereklidir çünkü Allah için savaşmak dinin zirvesidir...”

11 Mart 2004’de, Madrid’in banliyö seferlerini yapan trenlere eş zamanlı yerleştirilen bombaların patlaması sonucu 191 kişi öldü, 1.460 kişi yaralandı. Üç gün sonra, İspanya Sosyalist Partisi -ki İspanya’nın Irak savaşına katılmasına karşı çıkıyorlardı- ülkenin yeni hükümeti olarak seçildi.

Ardından, Ladin’in hem El-Cezire hem de El-Arabiyye’ye ulaşan ‘Avrupa halkına’ hitap ettiği mesajı yayımlandı: Hangi öğreti sizin ölülerinizi masum, bizimkileri değersiz kılıyor? Hangi mantık sizin kanınızı gerçek bizimkini sudan farksız kılıyor? Karşılık vermek adaletin gereğidir…

Kendinizi kurtarmak uğruna bizim kanımızı dökmekten vazgeçin. Buna ne kadar uzun süre devam ederseniz işler o kadar kötüye gidecek ve bu sadece sizin suçunuz. Bu denklemim çözümü -hem kolay hem de zor- sizin ellerinizde...  Sağduyulu bir insan, Beyaz Saray’daki yalancıları memnun etmek uğruna kendisinin veya ailesinin güvenliğini tehlikeye atmaz. Eğer Bush, barış çağrısında samimiyse, neden Sabra ve Şatilla’da hamile bir kadının karnını yaranlardan veya teslim olma planının mimarından hiç söz etmiyor? ‘Barış adamı’ (Ariel Sharon) niçin ortaya çıkıp ‘özgürlükten nefret ediyoruz ve bu yüzden öldürüyoruz’ demiyor? Gerçekler bizim haklı olduğumuzu doğruluyor ve onun yalanlarını açığa çıkarıyor:

Rusları sadece Afganistan ve Çeçenistan’ı işgal ettiklerinde öldürdük; Avrupalıları sadece Afganistan ve Irak’ı işgal ettiklerinde öldürdük; New York’ta Amerikalıları sadece onlar Filistin’deki Yahudileri destekledikten, Arap Yarımadasını ve Somali’yi işgal ettikten sonra öldürdük…

Öyleyse, kim bu savaşı karıştırmaktan ve kan dökülmesinden çıkar sağlıyor? Savaş tacirleri; perdenin arkasından dünya politikasını idare eden kan emiciler... Başkan Bush ve onun gibi olan diğer liderler, büyük medya endüstrileri, Birleşmiş Milletler, ordu komutanları ve büyük Generaller Meclisi arasında yasama yapanlar…”

Bin Ladin’in 2004 baharında Avrupalılara yönelik yaptığı açıklama, Irak işgalinde Bush yönetiminin müttefiklerinden olan İspanya’daki seçimlerde hükümetin devrilmesine neden oldu.

29 Ekim 2004’de, Amerika ‘başkanlık’ seçimlerinden birkaç gün önce yine El Cezire’de yayımlanan video kaydı tamamen bu seçimleri hedef alıyordu. El-Cezire -muhtemelen Amerikan baskısı ile- videonun sadece beş dakikalık kısmını yayımladı.

Bu mesajı ile ilk defa 11 Eylül saldırılarını doğrudan üstlenen bin Ladin, bunu 1982’de Lübnan’ın İsrail tarafından ‘Amerikan destekli’ işgali ile ilişkilendiriyor; Beyrut kuşatması sırasındaki dehşet dolu görüntüleri ve Batı Beyrut’taki gökdelenlere yapılan saldırıları hatırlatarak: “Lübnan’ın yok edilen kulelerine baktığımda, saldırganlara aynı şekilde cevap vermeyi düşündüm…” diyor. (İsrail, 1982 Haziranında, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün‘üslerini’ yok etme bahanesi ile Lübnan’ı işgal etti. İsrail ordusu, 22 Mayıs 2000’de Güney Lübnan’dan çekilmeyi tamamladığında, arkasında yaklaşık 10.000 ölü ve 10.000’den fazla yaralı bırakmıştı. İşgal sırasında, İsrail’in müttefiki olan Faşist Hristiyan milisleri, İsrail işgali altındaki Beyrut’da kurdukları Sabra ve Şatilla mülteci kamplarında -çekilme devam ederken- vahşi bir katliam yaptılar ve her şey İsrail ordusunun gözleri önünde olup bitti. Kadın ve çocuklar da dahil olmak üzere 3.000’den fazla insan bir kaç gün içinde acımasızca katledildi.)

Bin Ladin mesajına şöyle devam ediyor: “Eğer Amerikan halkı başka bir Manhattan yaşanmasını istemiyorsa, Amerikan politikasının Orta Doğu’daki sebeplerini ve sonuçlarını anlamak zorunda; El-Kaide Müslüman dünyasına karşı saldırgan bir tutum içine girmeyen İsveç gibi ülkelere asla saldırmadı…

Şimdiki iktidar, Amerikalı entelektüellerin uyarısına rağmen Irak’ı işgal ederek El-Kaide’nin eline düştü. Eğer Saddam’da olduğu varsayılırsa, Bush, tüm kitle imha silahlarını barış içinde nakledebilmek için her türlü imkâna sahipti. Ama o, bağlantılarının olduğu büyük holdinglerin kâr etmesi için -ki Irak’ın yeniden yapılanması için inanılmaz büyüklükte kontratlar imzaladılar- maceraya atıldı. Elbette petrol de ona cazip geldi ve bu şekilde Amerikan halkının dikkatini başka yöne çekti.

Sonuç, her iki tarafın da ağır kayıplar vermesine yol açtı…”

(-devam edecek)

@SibelYerdeniz