Sibel Yerdeniz

06 Kasım 2016

Selo Başkan sizden korkmuyor Beyefendi, arz ederim!

Bu ülkeyi yönetenler; iktidar ve söz sahipleri bize ne demek istiyor?

John Fowles'in 'Büyücü' adlı romanının bir yerinde şöyle bir diyalog geçer:

“Vatanına ihanet eden birinin* misafiri olmaktan utanmıyorsun ya?”

“İnsan soyuna ihanet eden biri olduğunuzu düşünmüyorum...”

“İnsan soyu önemsizdir, önemli olan insanın kendisine ihanet etmemesidir.”

“Bu durumda Hitler'in kendisine ihanet etmediği söylenebilir?”

“Haklısın. Etmedi. Ama milyonlarca Alman kendilerine ihanet ettiler. Zaten trajik olan da buydu. Bir adamın kötü olmaya cesaret etmesi değil, milyonlarca insanın iyi olmaya cesaret edememesiydi asıl trajedi...”

Masamın üstünde, çöp kutusunda, başlayıp bitirmediğim, bitirip yollamaktan vazgeçtiğim onlarca yazı, aylardır birikip duruyor.

Elimi kolumu kıran ne; yılgınlık mı, umutsuzluk mu, güçsüzlük mü, gittikçe koyulaşan çaresizlik hissi mi?

Adorno, “Auschwitz’den sonra artık şiir yazılamaz,” derken aslında ne demek istemişti? Son zamanlarda çok düşündüm bunu.

Bu ülkede, daha bu senenin başında Cizre'de bir bodrum katında çoğunluğu sivil onlarca insan tüm dünyanın gözleri önünde göstere göstere yakıldı, boğuldu, katledildi. Çığlıkları, kürsüde telefondan bağlantısından Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni inletiyordu, hatırlayın.

Cizre’deki katliam günlerinde, doğduğum şehrin ‘teröre duyarlı’ vatandaşları tribünlere Aşk bodrumda yaşanıyor güzelim” yazdılar. Paylaşım ve destek rekorları kırdı.

Diyarbakır’daki Fenerbahçe maçına, “Çocuklar ölmesin, maça gelsin” pankartıyla çıkan Amedspor’a ceza kesilmişti.

Daha birkaç gün önce Amedspor’u, “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşcesine. Bu hasret bizim” pankartıyla karşılayan Fethiyespor'a da para cezası kesildi.

Bu ülkeyi yönetenler; iktidar ve söz sahipleri bize ne demek istiyor?

Ölün. Ölelim. Ölsünler... mi?

Daha, önceki gün Diyarbakır’da patlamada çoğu sivil onbir kişi hayatını kaybetti. Yüzden fazla insan yaralandı. Kim yaptı, ne için yaptı; her kim yaptıysa böyle bir şeyi hangi politik hesap, hangi intikam duygusu açıklar?

Gözlerimizin önünde sürekli birbirini boğazlayan insanlar, parçalanmış bedenler, yakılıp-yıkılmış evler, yerle bir edilmiş yaşam alanları var. Her gün daha kötüye giden ekonomi, sorgusuz sualsiz işlerinden atılan on binler, kapatılan gazeteler, tutuklanan gazeteci ve siyasetçiler, cezaevlerinde işkenceler, darmadağın edilen insan yaşamları var.

Böyle zamanlarda, insanın aklını oynatmaması için sakınması gereken şeyler var.

 

Ama kötülük, şiddet, işkence ve haksızlıklar gözlerimizi kaçırarak sakınabileceğimiz şeyler mi?

OHAL hukuku, yasaları yalnızca iktidar lehine kullanma hukuku mudur? Kuvvetler ayrılığı ne? Anayasa ne? Hukuk ne? Demokrasi ne?

Aman bizim de başımıza bir şey gelmesin; hiç soru sormayalım, hep birlikte susmaya devam edelim mi?

Nazilerin, insanların gündelik yaşamlarını sürdürdükleri tarafsız bölgeleri bütünüyle yok eden faşist politikaları, Almanya’daki her bireyin varoluşunu ya suç işlemeye, ya suça ortak olmaya, ya da suç işlenmesine göz yummaya bağlamıştı.

Yıllar sonra, yargılamaların yapıldığı mahkemelerde tüm sanıkların -en üst düzey kolluk kuvvetinden en basit muhasebe memuruna kadar- savunma argümanları hep aynıydı:

”Ben, sadece emre itaat ettim...”

Nazi Almanya’sında milyonlarca insanın ‘iyi’ olmaya cesaret edememesinin nedeni neydi?

Hep birlikte insanlıktan mı çıkmışlardı? Muhakeme kabiliyetlerini mi yitirmişlerdi?

Korkuyorlar mıydı?

Hitler’in ırkçı, faşist, insanlık dışı politikaları beş milyondan fazla insanın ölümüne neden oldu. Ama “Hitler kendisine ihanet etmedi.”

O yüzden mi ‘her şey bittiğinde’ intihar etti?

Bence, yol açtığı kötülüklerin gerçek boyutunu kabullenmek için ihtiyacı olan o en temel insani cesaretten bile yoksundu. Yüzleşmekten korktuğu için kendini öldürdü.

Uzunca bir zamandır zalim ve habis bir güç, hayatlarımızı kontrol ve idare etmeye çalışıyor. Ne yapalım, ona bütünüyle teslim mi olalım? Sıradan kötülüğün hayatlarımızı, vahşet, katliam ve zorbalıklarıyla alt üst etmesine izin mi verelim?

Hayatta kalmaktan başka ideali, itaat etmekten başka yeteneği olmayan; iyiyle kötü arasında giderek silikleşen çizgiyi ayırt etme yükümlülüğünden muaf tebaaya lütfedilen selamete mi sığınalım?

Kötülüğe ve zulme teslim mi olalım?

Ya da gözümüzü açıp, sesimizi yükseltip, hayatlarımızla kumar oynamak, geleceğimizi karartmak isteyenlere şöyle mi diyelim:

Benim kendi başıma karar verme, kendi kaderimi tayin etme hakkım var. Ben biliyorum ki, itaat etmediğimde, göz yummadığımda sizin kötülüğünüz ‘çaresiz’ kalır.

Evet yapabilirsiniz; evime gelirsiniz, kapımı kırasınız, beni gözaltına alırsınız, savunma hakkımı engellersiniz, yalan yanlış iddialarla tutuklarsınız, cezaevine koyarsınız, işkence yaparsınız, keyfiniz yettiğince orada tutarsınız, olmadı yok edersiniz...

Ama yaşadığım sürece ben size boyun eğmem. Beni susturamazsınız. Ben, neye inanıyorsam oyum. Ben evrensel insan haklarına, herkes için adalete, kardeşlik ve barış içinde bir arada yaşayabileceğimize inanıyorum.

Ve sizden korkmuyorum.

“Korku, karanlık tarafa giden yoldur. Korku öfkeye, öfke nefrete, nefret ise acıya yol açar...” **

Hrant Dink sizden korkmuyordu. Tahir Elçi sizden korkmuyordu.

O yüzden öldürüldüler. Ama yaşadıkları sürece onur ve cesaretle yaşadılar.

Beyaz Show’a telefonla bağlanıp “Burada çocuklar ölüyor, sessiz kalmayın” dediği için hakkında dava açılan Ayşe Çelik, çıkarıldığı son mahkemede “Sözlerimin arkasındayım!” demişti.

Ayşe öğretmen sizden korkmuyor.

Gazeteci Ahmet Şık, Cumhuriyet gazetesine yapılan baskın ve gözaltılardan sonra “Türkiye'de ırkçılık temelli bir milliyetçilik, diktatörlük kuruluyor. Kitaplara filmlere konu olan söz konusu suçların hepsini AKP yapıyor,'' demişti hiç çekinmeden.

DİSK Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu, Cumhuriyet gazetesinin önünde "Sizin yüz taneniz bir araya gelseniz, Gültan Kışanak'ın tırnağı olamazsınız. Sizin o çamur medyanızın yüz tane gazetesi bir araya gelse, Cumhuriyet gazetesinin bir satırı etmezsiniz!" diye bağırdı yüzünüze.

Ahmet sizden korkmuyor. Arzu sizden korkmuyor. Aslı sizden korkmuyor. Necmiye hocam korkmuyor.

Dün serbest bırakıldığında, “Kıdemli bir basın sanığıyım, bu kadar ahlaksız dosya görmedim!” demiş. Aydın abi sizden korkmuyor...

Kadri sizden korkmuyor. Murat sizden korkmuyor. Musa sizden korkmuyor. Nurcan, Ümit, Ali, Özgür, Hürrem, Mehveş, Cafer, Hayko sizden korkmuyor.

Hasan Abi korkmuyor.

Gültan ve Fırat sizden korkmuyor. İdris, Figen, Ferhat, Leyla, Nursel, Gülser, Selma, Abdullah... sizden korkmuyor.

Dün Yıldırım Türker, Selahattin Demirtaş’ın cezaevine götürülmeden hemen önce kameralara gülümseyen fotoğrafını paylaşmış ve sormuştu: 

“Yenilmiş adamın yüzüne benziyor mu?”

Baktım, benzemiyordu. Bir parça yorgun ama kendinden emin, dürüst, cesur bir adamdı gördüğüm.

Yüzünde korkunun esamesi yoktu.

Dün T24’de, Baskın Oran’ın “Beş sorunda canlı otopsi” adlı yazısında, bana çok tuhaf gelen bir cümle gördüm:

“Erdoğan, yine siyaset biliminde pek önemli olan, liderin geri bildirim alıp almadığı meselesini olumsuz biçimde hatırlatıyor. En yakınları bile, sağlam yerden biliyoruz, ‘Ben bunu Beyefendiye arz edemem’ diyor.”

Çok yazık. Yazık çünkü her insan evladının, konumu, yaşı, mevkii, ruh hali ne olursa olsun, önünde sonunda gerçeği bilmeye hakkı var.

Yani sözün özü Beyefendi, etrafınızdakiler cesaret edip de size arz edemez(-miş) madem. Ben edeyim:

Selo Başkan sizden korkmuyor!

Arz ederim.


@SibelYerdeniz

* Romanda, dönemin iktidarı tarafından 'vatan haini' ilan edilen birinin…

** Yoda / Star Wars