Machiavelli’ye göre Prens amaçlarına ulaşmak için aldatmaktan, ihanet etmekten ve düşmanlarına diz çöktürmek için hileye başvurmaktan çekinmemelidir. Eğer halk ile bağını ‘iyi’ olma üzerine inşa ederse, halk eline geçen ilk fırsatta, kendi çıkarları için o bağı koparacaktır. En güvenli yol Prensten korkulmasıdır, çünkü korku, insanları asla terk etmeyen, cezaya uğrayacaklarına ilişkin dehşet duygusuyla bağlar.
Machiavelli tartışmasız bir şekilde şiddete merkezi bir rol biçer. Ona göre adaletin, sözleşmelerin, özel mülkiyetin, kurumların ve uluslararası ilişkilerin temelinde şiddet vardır. Oyunun kurallarının temelden değiştiği büyük toplumsal değişimler toplumun gövdesine ancak şiddet yoluyla çizilir. Eğer biri askeri olarak güçlüyse zayıf olana vurur.
Eğer Machiavelli Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yakından tanıma ve izleme imkânına sahip olsaydı, hile ve şiddet konusundaki sınır tanımazlığına hayran olurdu.
Devletin tehdit altında olduğu inancıyla besleyip büyütülen bir politik şiddet kampanyasının en son 6-7 Ekim olaylarında nasıl çığrından çıktığını, bu çığrından çıkmış devlet şiddeti yanındaki kamuoyu desteğinin de aynı süratle nasıl yoldan çıkarak bir ülkeyi iç savaşın eşiğine getirebildiğini görse ayrıca etkilenirdi.
9 Ekim’de Bingöl Emniyet Müdürü Atalay Ürker ve beraberindeki polislere yönelik silahlı saldırıda, Emniyet Müdür Yardımcısı Atıf Şahin ile Komiser Hüseyin Hatipoğlu hayatını kaybetmiş, Ürker de ağır yaralanmıştı. Saldırının ardından Genç ilçesinde durdurulmak istenen araçtaki dört kişi güvenlik güçleri tarafından ‘infaz’ edilmişti.
Bu olay üzerine HPG’nin yaptığı açıklama kısaca şöyleydi:
“En üst düzeyde Türk devlet yetkilileri, ‘Bingöl’de polislerimizi vuranlar öldürüldü’ diyerek kamuoyunu ve toplumu yalan-yanlış bilgilendirmişlerdir. Oysa Türk devletinin elindeki teknik imkânlar, her iki olayın ilişkisinin olup olmadığını kısa sürede kanıtlayabilecek düzeydedir. Bu bağlantılandırma tamamen çarpıtma ve sahtekârlıktır. Her şey polisin bilgisi dahiline olmuştur. Bu grubun nereden nereye hareket ettiğini bilen devlet güçleri pusu kurmuşlardır. Bingöl’deki polislerin ölümüne karşılık bilinçli ve planlı bir biçimde dur ihtarı yapılmadan arkadaşlarımız infaz edilmişlerdir.”
Ardından, bu olayın karanlık noktalarını ısrarla gündeme getiren HDP de, saldırının aydınlatılması için, 23 Ekim’de Meclis Araştırma Komisyonu kurulmasını teklif etmiş, ancak bu teklif, AKP’li vekillerin oylarıyla reddedilmişti.
Olayla ilgili Başbakan Davutoğlu’nun açıklamasını hatırlayın: “Saldırı sonrası gece boyunca bakanlarla birlikte gelişmeleri takip ettik ve gerekli talimatları verdik. Bu işin faili konumundaki teröristler bir iki saat içinde cezalandırıldılar.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan’a göre de failler kısa sürede bulunmuş ve cezalandırılmışlardı.
Önceki gün T24’de Tahir Alperen’in -balistik raporunun da yer aldığı- haberinde “Öldürülen 4 kişinin üzerinden çıktığı kaydedilen ‘kalaşnikof'ların suikastte kullanılmadığı saptandı,” deniliyor.
Dün de Ahmet Şık’ın Cumhuriyet’te yer alan haberine göre “cep telefonu görüşme trafiğini içeren HTS kayıtları infaz edilenlerin suikast sırasında olay yerinde olmadıklarına dair kuşkuları artırdı,” deniliyor.
Yargısız infaz, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde sıklıkla başvurulan bir devlet geleneği olduğu için epeyce aşinalığımız var. Yeni olan, devletin en tepesindekilerin bunu, kendilerine yapılmış saldırının intikamını hızlıca alan bir mafya lideri edasıyla, neredeyse gururlanarak beyan etmeleri.
Bülent Arınç 6-7 Ekim Kobanê protestolarıyla ilgili "Bu bir yaygın şiddet ve terör olayıdır, Vahşet ön plandadır. Kamu düzeninin sağlanması için her türlü önlem alınacaktır. Bu olaylarda organize bir terör olayıyla karşı karşıya kaldık. Terörle mücadeleyi hukuk nasıl emrediyorsa öyle yapacağız…” demişti hatırlarsınız.
Başımızdaki muktedirlerin insan haklarından, demokrasiden ve hukuktan bahsettiği her yerde bir durup düşünmemiz gerekiyor.
Yine neyi karartmaya çalışıyorlar?
Malum, devletin efendileri, dönemin ihtiyaçlarına, çıkarlarına ve ideolojisine göre ‘terörist’in kimliğini ve kaderini bir kez belirledikten sonra her şey mübah. Bingöl’de de dünden bugüne değişen bir şey yok. Ne Bingöl’de ne de memleketin başka bir köşesinde. Eskisi-yenisi Türkiye’de her şey, hep bildiğimiz gibi.
Zira AKP hükümeti de çıkarları söz konusu olduğunda ahlak, etik, hukuk, adalet gibi kavramları politikadan hızla eleyebiliyor. Tek farkları bunu bugüne kadar görmediğimiz bir pişkinlik, özgüven ve beceri ile yapabilmeleri.
Gözleri kara, elleri çabuk, derileri kalın.
Memlekette arkası karanlık her olay yayın yasağı ile birlikte geldiği için, Bingöl muammasını da fazla kurcalayamayacağız haliyle. “Bu durumda Bingöl’de polisleri öldürenler kimler? Bu olay da, sadece devletimizin bildiği ama bizim merak bile etmememiz gereken ‘devlet sırrı’ kapsamında mı?” diye soramayacağız bile. Kulağımızın üstüne yatıp derin bir uyku çekeceğiz. Roboski gibi. Reyhanlı gibi. Musul rehineleri gibi. Dışişleri Bakanlığı’ndaki toplantının ses kayıtları, böcek soruşturması gibi. Adana ve Hatay'da MİT'e ait olduğu iddia edilen TIR'ların durdurulması, Aktütün saldırısı, 17 Aralık yolsuzluk soruşturması gibi.
Onlar iktidarın tek, mutlak ve ölümsüz sahipleri; uyguladıkları sansür sayesinde yolsuzluklarını rahatça savunabilir, cinayetlerini örtbas edebilir, istedikleri her şeyi birbirine bağlayıp istemedikleri her şeyi çözebilirler. Makamlarının dürüst, tutarlı, mantıklı ya da adaletli olmak gibi bir sorumluluğu ve iddiası da yok ayrıca. Bir gün böyle söyleyip, ertesi gün başka türlü yapabilirler. Duruma göre hem öyle olabilirler hem böyle.
Onlar için rasyonel politikada vicdan, ahlak, hak, hukuk gibi kavramların bir karşılığı yok. Amaçlarına ulaşmak için aldatmaktan, suistimal etmekten, hileye başvurmaktan çekinmiyorlar. Kendinden saydıklarını kayırmak, kendinden olmayanlara zarar vermek konusunda hiç bir sınır tanımıyorlar.
Bu yüzden 14 yaşındaki Berkin Elvan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a göre, ekmek almaya değil de, ‘yüzü maskeli bir terörist’ olarak sabahın yedisinde darbe yapmaya giderken devletin savunma hattına bile isteye çarptığı için ölümü fazlasıyla hak etmiş oluyor.
Yine bu güzden Bingöl’de infaz edilen dört kişiden biri olan 15 yaşındaki ‘PKK’li Emre Ekinci de, öldürülen polislerle bir ilgisi olmasa bile ne devlet hukukunda ne de millet vicdanında herhangi bir yer işgal etmiyor.
Hatırlarsınız Berkin hastaneye kaldırıldığında ‘üstünde patlayıcı vardı’ diye sahte rapor düzenlemeye çalışmıştı her olayı anında karartmaya meyleden devletin tetikçi aklı.
Bu, her şeyi yağmalama, karartma, bastırma, suistimal etme ve korku yaratma yeteneğine, serbestiyetine bakarsanız iktidarda seçilmiş bir hükümet değil, mafya ailesi var sanırsınız.
Ama yok.
Partisinin parlamentodaki çoğunluğunu mahkemelerin yerine geçirmiş, ‘kuvvetler ayrılığı’ diye sırtımızı dayadığımız devlet organlarını müsamereye dönüştürmüş, toplumun bütün yasal sözleşmelerini değersiz kağıtlardan ibaret kılmış, kendileriyle ‘iş’ birliği yapan patronlar, gazeteciler, akademisyenler başta olmak üzere sokaktaki sade vatandaş dahil tüm yandaşlarını rüşvet ya da tehdit ile yüce davasına bağlamış, sandık ve ‘oy’u alınıp satılan bir meta haline dönüştürmüş, memleketin her bir karış toprağını babasının çiftliği gibi gören bir hükümet var.
Hepsi bu.
@SibelYerdeniz