Sibel Yerdeniz

31 Temmuz 2015

Beraber çürüdük biz bu yollarda

Halk sizden; bu yağmanın, karanlığın, kaosun, dehşetin ve dökülen kanların hesabını sorma gücüne ve yetkisine sahiptir

Tayyip Erdoğan’ın bir lider olarak, insanlardaki kötü potansiyelleri harekete geçirmek gibi üstün bir yeteneği var.

Çevresindeki insanları en kötü yanlarından tutarak kendisine çekiyor. Sonrası, karşılıklı bir ‘zihinsel sakatlanma’ süreci.

‘Beraber çürüdük biz bu yollarda’ misali.

Uzunca bir zamandır, açık bir denizde seyreden büyük bir gemiyi idare etmeye çalışan, kendisini geminin kaptanı değil de sahibi gibi gören, pusulasını şaşırmış, panikleyen ve bu yüzden sıklıkla kontrolünü yitirerek oradan oraya savrulan, kibirli, despot bir ‘kaptan’ imgesi var gözümüzün önünde.

İstediğinde korsancılık oynuyor, istediğinde fırtınalara dalıyor, istediğinde dümen kırıyor. İstediği limanlarda duruyor, istemediklerinin yakınına bile uğramıyor. Zaman zaman gemi su alıyor, tüm enerjisini delikleri tıkamak için harcıyor.

Çevresinde ‘insani’ olan hiç bir şeye tahammül edemediği için mürettebatını makineleştirmiş. Bir tek onlara tahammül edebiliyor. Makinelere.

Programladığı şekilde çalışan makineler; konuşan ve yazan makineler. İstendiğinde nefret eden, öfkelenen,  saldırganlaşan; istenince duygusallaşan, tapınan, sevdalanan makineler. Gerektiğinde göz yaşı dökebilen, yufka yürekli makineler. Bir duygu durumundan diğerine ışık hızıyla geçebilen makineler.

Sorgusuz sualsiz itaat eden, jetonunu attığın sürece tıkır tıkır işleyen makineler. Düğmeye basıldığı anda düşmanı imha edecek şekilde programlanmış makineler.

Tayyip Erdoğan’ın, en yakınındaki özenle seçilmiş danışmanlara, ’sözde’ siyasetçilere, ‘sözde’ gazetecilere, ‘sözde’ akil-aydın insanlara ve diğer hepsine, onları aydınlatan ampulün çiğ ışığında bir bakın bakalım ne göreceksiniz?

Bir kaç gün yazıp çizdiklerini okuyun, konuşmalarını dinleyin, sosyal medya hesaplarını takip edin. (Bunu yaparken ruh sağlığınızı koruyabileceğinizin garantisi yok. Ama ne yapalım ki Türkiye’de yaşıyorsunuz.)

Ahlaki iki yüzlülük, hiç bir anlam taşımayan klişeler, hezeyanlar, sahte öfke, pişkinlik, inkâr, iftira ve nihayet cehalet...

Sırtlarını, memleket halkının ahlaki, pratik, duygusal olarak tanıdığı tek yasaya -gücün ve iktidarın yasasına- dayamışlar. Sıkıştıklarında, din ve inançların istismarı da giriveriyor devreye hızlıca.

Bu da, devlet ve dinin parlak-kalın zırhının altında her türlü zorbalığı ve hadsizliği eyleme imkânı veriyor onlara.

Tayyip Erdoğan ve makineleri; Yeni Türkiye’yi, geleneksel devlet kültürü, korku yaratma yeteneği, cemaatçi işbirliği ve camiaları arasında kurmuş oldukları yaygın çıkar ağının üzerine inşa etmekle kalmadılar, aynı zamanda onu korumak için devlet kurumları, üniversiteler, gazeteler, televizyonlar ve daha da önemlisi boşaltılmış bir toplum beyni inşa ettiler.

Politika onlar tarafından belirleniyor; yasal olan olmayan tüm işler onlar tarafından denetleniyor. Sistematik olarak yok ettikleri insan haklarının, hukuksuzluğun, yetki istismarının ve yağmaladıkları kaynakların sonu gelmiyor...

Meclis, gazete ve televizyonlar, bankalar, araziler, inşaat alanları hepsi onların oyun alanı.

Oyunu kuruyorlar. Oynuyorlar. Tekrar kuruyorlar. Tekrar oynuyorlar.

Arada oyunları bozuluyor. Deliriyorlar.

Çünkü onlar oynayacak biz izleyeceğiz. Onlar kumanda edecek, biz itaat edeceğiz ve bu ‘denge’ hiç bozulmayacak. Başka bir ilişki türü düşünemiyorlar.

En son 7 Haziran’da bozuldu oyunları.

Gemi karaya oturdu.

‘Asla gemiyi terk etmeyeceğiz,’  diye yazmıştı 8 Haziran’da en cilalı, en kullanışlı makinelerden biri. O da haklı. O kadar saltanatı, malı mülkü, yatı katı nasıl riske etsinler?

O yüzden, kaptanın düşmanını kendi düşmanın bellemek; camiadan olmayanlara karşı karşı hain ve acımasız olmak bu geminin ana kuralı. Gösterir gibi dururken örtmek, en yalın gerçekleri bile karartmak olmazsa olmazları.

İçinde bulunduğumuz günlerde Türkiye halklarını içine çekmeye çalıştıkları bu çözümsüz, kaotik ortama; göz göre göre saptırıldığımız bu karanlık yola, ne kadar aşinayız ona?

Bilirsiniz, dost ve düşman, iyi ve kötü, korku ve nefret, suç ve ceza gibi kavramların tüm adalet duygumuzu içine çekme eğiliminde olduğu kaotik haller vardır.

Önceki gün Erzurum’da, ‘PKK ile ilişkilendirilen’ Kürt inşaat işçileri, yüzlerce kişi tarafından linç edilmek istendi.

Neden?

“Çünkü onlar Kürt. Kürtler terörist ve bölücüdür. Haindir. İşte bakın PKK yine asker ve polis öldürüyor.”

Peki siz Erzurum ahalisi, aynı zamanda Kürt halkını da temsil eden HDP, seçim öncesi şehrinize barışçıl miting yapmaya; sizinle konuşmaya ve temsil ettiği partiyi ifade etmeye geldiğinde ne yaptınız?

Dört yıldır bu ülkede ‘çözüm süreci, barış ve halkların dayanışması’ için çırpınan insanlar vardı ve o gün ayağınıza kadar gelmişlerdi...

Onlara ne yaptınız?

Nasıl karşıladınız? Nasıl uğurladınız?

‘Kardeşlik yoksa süreç de yok’muş... ‘Bunlarla çözüm olmaz’mış... ‘Memleket sevdalıları’ymış... ‘İnançlı Müslümanlar’mış...

Bırakın Allahaşkına!

Hiç bir zaman gerçeklerle ya da adaletli olmakla ilgilenmediniz. Dinlemeye, anlamaya çalışmadınız. Bütün aradığınız, mutlak cehaletlerinizi gizleyecek siyasi şiddetin psikolojisine dair hedeflerdi.

Her fırsatta ‘sağlam irade’den, -baş danışmanlık makamının kendi ağzından- ‘merminin iradesi’ne kadar savruldunuz. Sürünün kanlı öfkesine ve kölecil itaatine gerilediniz. Her fırsatta!

Bizi, vatana ihanet etmekle suçlayanlar, ‘teröristleri, canileri savunuyorsunuz’ diye eleştirenler. Ağızlarını her açtıklarında ortalığa kötülük, nefret ve kan sıçratanlar…

Terörü asla savunmadık! Hiç bir dönemde, hiç bir coğrafyada, hiç bir zaman görmezden gelmedik. Elbette terörizm diye bir şey var. Terörizm, terör tohumları eken şeydir! O da, bu ülkede Cumhuriyetin ilk yıllarından bu güne, elbirliğiyle yazdığınız ‘resmi olmayan’ tarihinizdir.

Hepsinden önce, bu toprakların çocuklarına yıllarca, hiç bir seçme hakkı tanımadan, herhangi bir eylemi, herhangi bir ırkı, herhangi bir toplumu, herhangi bir inancı, herhangi bir insanı; işte düşman, işte hain, işte terörist, işte kafir diye işaret ederek daha küçücük yaşlarda zihinlerini sakatlayan, ruhlarını karartan, yaşamlarını ‘terörize’ eden aşırı ‘milliyetçilik’ anlayışınızdır terörizm. Ulus devlet inşa etmek uğruna giriştiğiniz etnik temizlik ve asimilasyon politikalarınızdır.

Devletin masumiyeti ve değerlerinin tehdit altında olduğu inancıyla besleyip büyüttüğünüz politik şiddet kampanyalarının bugün bu ülkede nasıl vahşi bir yarılmaya neden olduğunu ve olmaya devam edeceğini görmüyor musunuz?

Ortalığa göz göre göre, bile isteye saçtığınız şiddet ve terör tohumlarını biz görmüyor muyuz?

Bir toplum, sosyal grup ya da örgüt tarafından şiddetin meşrulaştırılması elbette kabul edilemez.

Bugün PKK -ya da her kim- silahlı eylemlerde bulunuyor ve insanları katlediyorsa buna hemen bir son vermeldir. Sorumluları hesap vermelidir.

Ama bir ‘devlet’ tarafından kanırta kanırta şiddetin meşrulaştırılmasına ne nedir? İktidarın çıkarlarını garanti altına alan her türlü şiddetin, kabul edilebilir bir eylem olarak  tüm insan haklarından ve hukuktan üstün tutulmasına?

Seçmen kitlesine sürekli ‘kollektif suç ortaklığı’ dayatan liderlere ne denir?

Bir hükümetin, bir yeraltı örgütü gibi çalışmasına, adalet ve kalkınma bahanesiyle ülkesini soyup soğana çevirmesine, canı istediğinde eli kanlı katillerle iş birliği yapmasına ne denir?

Bütünüyle ezilmiş, sindirilmiş, parçalanmış bir halk üzerinden, ne pahasına olursa olsun saltanatlarını korumak için ülkelerini içeride ve dışarıda gözünü kırpmadan savaşa sürüklemeye azmeden ‘devlet adamları’na ne denir?

Unuttuysanız, hatırlatalım.

Cumhurbaşkanı bir devlet memurudur. Makamı ne kadar ‘yüce’ olursa olsun, üstlendiği görevi layıkıyla yerine getiremezse, yetkilerini kötüye kullanırsa, halkını kin ve nefrete teşvik ederse, emniyetini suistimal ederse, hiç çekinmeden yalan söylerse, mütemadiyen kandırmaya çalışırsa...

Hesap verir!

İşkenceci polis bir devlet memurudur. Yargısız infaz emri veren İçişleri Bakanı devlet memurudur. Halkının emniyetini suistimal eden MİT Başkanı devlet memurudur. Halkın gözünün içine baka baka yalan söyleyen vali devlet memurudur...

Kimi seçilmiş. Kimi atanmış. Kimi abanmış... Ama bu insanların hepsi birer devlet memurudur. Ve hepsi halka hizmet etmek için oradadırlar. Yalnızca hizmet etmek için.

Hepsi bu, daha ötesi yok.

Bunun yücesi, dokunulmazlığı, kutsallığı falan olmaz.

Bu yüzden, bu halk sizden; bu yağmanın, bu karanlığın, bu kaosun, bu dehşetin tüm mimarlarından, yandaşlarından ve tetikçilerinden, tüm bunların ve dökülen kanların hesabını sorma gücüne ve yetkisine sahiptir.

Hatırlatalım.

 

 

@SibelYerdeniz