Küresel iklim değişikliğinin etkileri Avrupa kıtasını bu yaz ciddi şekilde bunaltıyor. Avrupa merkezli Kopernik İklim Değişikliği Kurumu (C3S), geçtiğimiz haziran ayının yeryüzünde kayıtlara geçen en sıcak ay olduğunu açıkladı. Temmuz ayında ise özellikle Fransa, Almanya ve İspanya'nın kuzeyinde sıcaklıklar mevsim normallerinin 6-10 derece üzerine çıktı. Bununla birlikte Belçika, Almanya ve Hollanda'da şimdiye kadarki en yüksek sıcaklıklar kaydedilirken, İskandinav ülkelerinde son yarım yüzyılın sıcaklık rekoru kırıldı.
Uzmanlar sıcaklıklardaki aşırı artışın insan kaynaklı küresel ısınmanın bir sonucu olarak meydana gelen hava döngülerinden kaynaklandığını belirtiyor. Durumun ekonomik sonuçlarına bakarsak Fransa'da artan sıcaklık nedeniyle dört nükleer santralde enerji üretiminin geçici olarak durdurulması en önemli gelişme. Hatta başkent Paris ile ülkenin kuzeyi için "kırmızı alarm" verildi.
Son 75 yılın en sıcak günlerinin yaşanacağı tahmin edilen Hollanda'da ise aşırı sıcaklardan dolayı turuncu alarm (ikinci derecede önemli) verildi.
Avrupa'yı etkisi altına alan aşırı sıcaklıklarla ilgili konuşan Dünya Meteoroloji Organizasyonu (WMO) sözcüsü Clare Nullis ise, "Bu gibi durumlar daha sık yaşanacak. Sıcaklık artışı tahminimizden erken başladı ve daha ciddi bir hal aldı. Bu durum, kendiliğinden çözülecek bir sorun değil" dedi.
İklim değişimi AB için bir dönüm noktası mı?
Kıta için bir uyandırma çağrısı gibi gözüken bu durum, iklim değiştikçe hiçbir şey yapılmadığında neler olabileceği konusunda da bir fikir sunuyor. İklim politikaları konusunda yetersiz adımlar atıldığı görüşü, Avrupa genelinde iklim krizine olan ilgiyi artırırken, çevresel sorunları güç kazanan bir politik söylem haline getiriyor. Bunun en önemli kanıtı 23-26 Mayıs 2019 tarihleri arasında gerçekleştirilen Avrupa Parlamentosu seçimleri.
AB'nin son 25 yılda gördüğü en yüksek katılıma sahip seçim maratonunun genel resmi, geleneksel merkez sağ ve sol partilerin erimeye başladığı, ancak Yeşiller başta olmak üzere liberaller ve "Euroskeptik"lerin artış kaydettiği yönünde. Özellikle Yeşil (Greens/EFA) ve Liberal (ALDE&R) gruplar bu seçimin gerçek kazananları oldu diyebiliriz. 751 sandalyeli parlamentoda Yeşiller sandalye sayısını önceki döneme göre 20 artırarak 74'e yükseltti.
Bu durum Yeşiller'i AP'de eskisine göre daha güçlü yapmasa da esas başarı Almanya, Fransa, İngiltere, İrlanda, Finlandiya, Lüksemburg ve Hollanda gibi ülkelerde geçmişe kıyasla oldukça yüksek oranda oy oranlarına ulaşması. Mesela Yeşiller, Almanya'da koalisyon ortağı Sosyal Demokrat Parti'yi geçerek ikinci parti konumuna ulaşırken, İngiltere'de Yeşil Parti iktidardaki Muhafazakar Parti'den daha çok oy aldı. İngiltere'de yüzde 12'den fazla oy olan Yeşil Parti'nin eş başkanlarından Sian Berry, seçim değerlendirmesinde "Avrupa Birliği'ne evet, iklim değişikliğine hayır" mesajı verdi.
Fransa'da ise sağ popülist Marine Le Pen'in partisi Ulusal Cephe'nin oyları yüzde 21,2'den, yüzde 24,52'ye yükselirken, Yeşiller'in oyları yüzde 5'den yüzde 13,47'ye çıktı. Fransa'da özellikle 18-25 yaş arası gençlerin yüzde 25'i Yeşiller için oy kullandı. Bu yaş aralığında aşır sağa oy verenler yüzde 15, Cumhurbaşkanı Macron'un partisi için oy verenler ise yüzde 12'de kaldı. Danimarka, İsveç, Belçika, Lüksemburg ve Avusturya'daki Yeşillerin de puanlarını arttırdığı gözlemlendi.
Seçim sonuçlarından sonra Parlamentonun oldukça parçalı bir hale geldiği söylenebilir. Merkez sağ EPP ile merkez sol S&D gruplarının Parlamento tarihinde ilk defa birlikte çoğunluğu sağlayamamaları oldukça dikkat çekici.
Bu parçalı şekillenmeye bakınca, seçmenin esas olarak iki farklı "endişeyle" yeni seçenekler aradığını, ararken de bu endişelere cevap veremediğini düşündüğü merkez partilerden uzaklaşmaya başladığını söyleyebiliriz.
Bu kaygılardan ilki iklim krizi ve dünyanın geleceğiyle ilgili. Avrupa gençliğinin de ilgisinde olan bu konu yeşillerin oylarındaki artışın arkasındaki en önemli neden olarak düşünülüyor. Küresel ısınmaya, gezegenin geleceğine ilişkin korkular somut bilimsel bulgulara dayanıyor.
Bu nedenle, seçmenin on yıllardır ülkelerinde yönetimde olmalarına karşın küresel ısınmayı önleyecek adımları atamayan merkez partilerini terk etmeye başlaması gerçek korkulara dayanan rasyonel bir davranış. Genç seçmen yeni tür bir bağlılık isterken, diğer kesimler milliyetçi ve aşırı sağ görüşlere karşı bir panzehir arayışında. Rekor sıcaklarla kavrulan Avrupa seçmeninin iklim değişikliği konusunda endişelerinin boşa çıkmadığının kanıtı.
İkinci korku da vatandaşların, kendi ülkelerinde kültürlerini ve yaşam tarzlarını kaybetmekte olduklarına ilişkin bir algıyla ilgili. Sosyal eşitsizlik, göç, terörizm ve çevresel kaygılar birleşince Avrupa Parlamentosu seçimlerine hâkim olan siyasi sorunların seçmen davranışlarını nasıl etkilediğini gösteriyor.
Bir yok oluş isyanı
Başta Yunanistan olmak üzere pek çok ülkede erken seçim çağrısına neden olan AP seçim sonuçlarında Yeşiller'in Parlamento'daki temsilinin yüzde 40 artması, ekolojik dinamiğin 2019 oylamalarının en önemli siyasi gündemi olduğunu bir kez daha teyit etti. Ekolojik dinamiğin en belirgin özelliği, özellikle genç nesil başta olmak üzere sivil halk tarafından sahip çıkılması. Özellikle Kuzey Avrupa'da olmak üzere ilerici seçmenlerin AB yanlısı tutumlarına, göç konusunda insancıl yaklaşımlarına ve varoluşsal meselelerdeki endişelerine ek olarak iklim krizi ve sürdürülebilirliğin yeni neslin can alıcı korkularından olduğu görülüyor.
Bir süredir özellikle Avrupa'da iklim değişikliğine dikkat çekmek için genç nüfusun yaptığı gösteriler ve protestoların Yeşiller partisinin oylarını artırmasının arkasındaki en önemli neden olduğu düşünülüyor.
Almanya'da yayınlanan Stuttgarter Nachrichten gazetesine göre AP seçimlerine ilişkin bir Greta-dalgası oluştuğunu kabul etmek gerekiyor. Seçimlerden önce Nisan ayında Avrupa Parlamentosu'nda konuşma yapan Greta Thunberg'in, Avrupa çapında bir bilinç yarattığı biliniyor. Bu bilinç İsveçli genç kızın her Cuma günü ülkesi protesto etmek için okulu bırakmaya başladığında başladı. Bu dalga politikacıların iklim değişikliği konusunda daha etkili kararlar almasını talep eden 20 bin öğrencinin Nisan ayında bir günün "iklim günü" olarak belirlenmesini isteyerek tepkilerini ortaya koymasıyla büyüdü.
Bunların yanı sıra İngiltere'de, hükümetin iklim değişikliği ile mücadele yolunda daha fazla adım atması gerektiğini savunan Extinction Rebellion (Yok Oluş İsyanı) hareketi de ciddi şekilde yayılmaya başladı.
Peki Yeşiller ne öneriyor?
Yeşiller'in yükselişi ve açıkça AB yanlısı duruşları, Avrupa'da son yıllarda yükselen aşırı sağ, göçmen karşıtı partilere karşı önemli bir denge unsuru anlamına geliyor. Analistler önümüzdeki dönemde çevreci gruplarla birlikte hareket ederek, Yeşillerin AP'deki kararları etkileme kapasitelerinin, sağ popülist gruptan çok daha yüksek olabileceğini düşünüyor.
Öte yandan seçimlerden sonra AP'nin oldukça parçalı ve bölünmüş bir hal alması ve ana akım partilerin erimesi gerek AB Komisyonu Başkanı'nın gerekse diğer komisyonların belirlenmesi sürecinde görüşmelerin önceki dönemlerden çok daha tartışmalı geçebileceğini de akıllara getiriyor.
Yeşiller'in oy artışıyla AP içinde önemli bir aktör haline gelmeleri, önümüzdeki dönemde "yeşil politikanın" Birlik içinde tartışılma ihtimalini arttırıyor. Partinin özellikle Almanya ve Fransa'da oyunu ciddi şekilde artırmış olması, bu ülkelerin Birlik içerisinde lokomotif pozisyonları ve ağırlıkları göz önünde bulundurulduğunda grubun beklenenden daha fazla etkili olacağı yorumu yapılabilir. Bu durumun AB üyesi ülkelerin çevre vergilerinin düzenlenmesinden iklim değişikliği politikalarına kadar geniş yelpazede etkilere sebep olacağı ve "okul grevi", "yok oluş isyanı" gibi Avrupa'da yükselmekte olan çevre hareketlerine ivme kazandıracağı düşünülüyor.
Yeşil Dalga'nın kısıtlandığı alanlar
Fakat Yeşiller'in Fransa, Almanya, Lüksemburg, Finlandiya gibi ülkelerde yükselirken güney ve doğu Avrupa ülkelerinde etkisiz kalması ve yeşil partilerin bu ülkelerde hiç koltuk elde edememesi, Macaristan ve Polonya gibi otoriterleşen rejimlerin iki örneğinde yeşil partilerin izi olmayışı "yeşil dalganın" yükselişinin kısıtlı bir coğrafyada gerçekleştiği gibi olumsuz yorumları da beraberinde getiriyor.
Yeşiller'in ekolojik dinamiğin umutlarını boşa çıkartmaması, uygarlığın geleceğini koruyabilmesi için, yeni sosyal ekonomik politikaları topluma kabul ettirebilmesi gerekiyor. Bu anlamda parti Avrupa Parlamentosu'nda 223 milyar dolarlık tarım bütçesini mercek altına almak istiyor. Çevreciler bütçenin yeterince doğa dostu olmadığını savunuyor.
Yeşiller ayrıca Avrupa Birliği seviyesinde geçen her yasanın iklim kontrolünden geçmesini istiyor. Alman Yeşil Bloku'nun en üst düzey politikacısı olan Sven Giegold, "Sadece sembolik olan adımları kabul etmeyeceğiz" diyerek, yeni AB yasalarının iklime uygun çıkarılmasını destekleyeceklerini ortaya koydu.
Tüm bu değişim, Yeşiller'in ortaya koyduğu vaatler, geleceğin genç seçmenin de ilgisini çekecek durumda.
Avrupa'nın yaşadığı aşırı sıcak dalga, genç eylemci Greta Thunberg'in bu hafta Fransa Ulusal Meclisine yaptığı ziyaretle aynı zamana denk geldi. Sağ politikacılar tarafından boykot edilen bir konuşma yapan Thunderberg, hükümetlerden karbon salınımını engellemek için acil eylem taleplerini yeniden dile getirdi.
Kısa dönemde Avrupa içinde Yeşillerin tüm bu talepleri ve beklentileri yapabilecek hatta bir "Green New Deal" (Yeni Yeşil Anlaşma) gerçekleştirebilecek siyasi güce ulaşıp ulaşamayacağını göreceğiz. Bu arada sıcak havalardaki aşırı yükselişin tehlikeli sonuçlarını da hep birlikte izliyor olacağız.