Son iki dönemde (Mayıs ve Haziran) işsizlikte yaşanan şiddetli artışları tartışırken Çarşamba günü açıklanan gelir eşitsizliği veyokusulluk verileri rüzgarın bu alanda da tersine dönmekte olabileceğine dair işaretler verdi. Sadece toplumsal açıdan değil siyasal açıdan da üzerinde durulmaya değer bir gelişme.
TÜİK 2006 yılından itibaren Avrupa İstatistik Enstitüsünün (Eurostat) standartlarını esas alan Gelir ve Yaşam Koşulları Anketini (GYKA) devreye soktu. Anketin sonuçlarını takip eden yılın Eylül ayında yayınlıyor. Çarsamba günü 2015 anketinin verileri yayınlandı. Gelir eşitsizliği ve yokusulluk siyasal ekonominin en sıcak ve tartışmalı konularından biridir. GYKA verileri de bu alanda en kapsamlı ve güvenilir (ya da en az sorunlu) kaynağı oluşturuyor. Bu bakımdan sonuçları günlük medyanın nispeten sığ aktarımından biraz daha derinlemesine tartışmakta fayda var.
Gelir eşitsizliği ile başlayalım. Önce bir noktayı netleştirelim. TÜİK hanelerin gelirlerini sorgularken doğal olarak önceki yılın gelirlerini (anket tüm yıla yayıldığından), yaşam koşullarını sorgularken ise içinde bulunulan yılın durumunu esas alıyor. Dolayısıyla gelir verileri 2005-2014 dönemini, yaşam koşulları da 2006-2015 dönemini kapsıyor. TÜİK iki gelir eşizsiliği ölçümü hesaplıyor. Hanehalkı büyüklüğüne göre (yetişkin ve çocuk sayıları dikkate alınarak) düzeltilmiş fert gelirleri arasındaki farkların bir göstergesi olan Gini katsayısı ile gelir dilimlerinin payları arasındaki farklar.
2005’ten 2013’e her iki ölçüm de gelir eşitsizliğinin, 2008 kriz yılı hariç, azalmakta olduğunu gösteriyordu. Gini katsayısı yüzde 42,8’den 2013’te yüzde 39,1’e kadar gerilemişti. Buna rağmen Türkiye eşitsizlikte Avrupa’daki birinci sırasını korumuştu. Ama yine de sınırlı da olsa AKP iktidarının haklı olarak övündüğü bir iyileşme söz konusuydu. Son açıklanan veriler Gini katsayısının 2014’te yüzde 39,7 yükseldiğini gösteriyor. Avrupa’nın eşitlikçi ülkelerinde bu oran yüzde 25 civarında.
Gelir gruplarının aldığı paylar da bu bozulmayı doğruluyor. TÜİK haber bülteninde yüzde 20’lik dilimlerin paylarını verdiğinden medyada da bu rakamlar dikkate alınıyor. Ama ayrıntılı tablolarda yüzde 5 lik dilimlerin payları da mevcut. Eşitsizliğin daha çarpıcı bir fotoğrafını aktarmak için bu rakamları izleyelim. 2005 yılında en düşük gelirli yüzde 5’in payı yüzde 0,7’den 2013’te yüzde 1’e çıkarken en yüksek gelirli yüzde 5’in payı yüzde 21,4’ten yüzde 19,6’ya düşmüştü. 2014’te ise en düşük yüzde 5’in payı 0,9’a gerilerken en yüksek yüzde 5’in payı 20,2’ye çıkıyor. Diğer ifadeyle, gelir farkı çok düşük gelirli ile yüksek gelirli grup arasındaki fark 30 kattan 20 kata gerilemişken bir yıl içinde 22 kata yükselmiş.
Gelir dağılımındaki bu bozulmanın nedenlerini belirleyebilmek için mikro verilerin yayınlanmasını beklemek gerekiyor. Ekonomik araştırmalar gelir eşitsizliğinde yakın geçmişte gözlemlenen iyileşmenin çok büyük ölçüde aşırı yüksek reel faizlerde gerçekleşen sert düşüş süreci sayesinde finansal gelirlerdeki gerilmeden kaynaklandığını göstermişti. Sosyal desteklerin katkısında bir artış olmakla birlikte bunun çok sınırlı kaldığı araştırmaların diğer önemli bulgusuydu. Finansal varlıkların reel getirileri yüzde 1-2 gibi çok düşük seviyede seyretmeye devam ettiğine, sosyal desteklerde de güçlü bir artış görülmediğine görea gelir eşitsizliğinde azalmanın sonuna gelmiş olabiliriz.
Yoksulluk göstergelerine gelince. TÜİK iki ölçüm yapıyor: “Yoksulluk riski” adı altında aslında bir çeşit gelir dağılımı hesaplıyor. Ülke düzeyindeki ortanca gelirin yüzde 50’si ya da yüzde 60’ı yoksulluk sınırı kabul ediliyor ve sınırın altında kalanların yoksulluk riski altında bulunduğu kabul ediliyor. Türkiye bölgeler arasında muazzam bir gelir eşitsizliğinden mustarip olduğu için bu çok sorunlu bir gösterge. Örneğin, İstanbul’da her 20 kişiden yaklaşık biri yoksulluk sınırı altında kalırken bu oran Güney-Doğu’da her üç kişiden ikisi gibi bir rakama çıkıyor. Bu ölçütü geçelim. “Ciddi Maddi Yoksunluk” adı altında hesaplanan diğer gösterge gelire dayalı olmayıp doğrudan bazı temel harcamaların karşılanıp karşılanamadığını sorguluyor.
Hanelere gelirlerinin iki günde bir et, tavuk, balık yemeğe, evin ısınma ihtiyacını, beklenmedik harcamaları karşılamaya, evden uzakta bir haftalık tatil yapmaya yetip yetmediği, kira, konut kredisi, borç ödemelerinde zorlanıp zorlanmadıkları, renkli televizyona, çamaşır makinesine, otomobile sahip olup olmadıkları soruluyor. Toplam dokuz adet yeterlilik ve varlık unsurundan dördünü karşılayamayanlar ciddi maddi yoksunluk (ya da yoksulluk) içinde sayılıyor.
Bu yoksulluk ölçütü ilk yayınlandığında (2006) yüzde 60,4 gibi çok yüksek bir orandan yola çıkmıştı. Açıkçası bu oranın son derece abartılı olduğunu başından beri düşünmüştüm. Türkiye ile aşağı yukarı aynı gelir düzeyine sahip Bulgaristan’da bile (gelir eşitsizliği çok daha düşük) bu oran yüzde 30 küsurlardaydı. Nihayet TÜİK 2013’te bazı anket sorularında (beslenme, ısınma, beklenmedik harcamaları karışlama) ifade değişikliklerine gitti. 2012 yılında yüzde 55’e kadar gerilemiş olan maddi yoksunluk oranı 2013’te yüzde 43,8’e, ardından 2014’te yüzde 29;4’e adeta serbest düşüş yaptı. TÜİK bugüne dek bu düzeltmeye yönelik yeterince şeffaf bir açıklama yapmış değil. Yine de gelinen oranın daha kabul edilebilir bir düzeye geldiği söylenebilir. Önemli nokta maddi yoksunluk oranının 2015’te yüzde 30,3’e yükselerek çıkışa geçmiş olması. Bu oranla bile Bulgaristan’ın hemen ardından Avrupa’da ikinci sırada olduğumuzu belirtelim.
Maddi yoksunlukta artış nereden kaynaklandı? Okurları daha fazla rakama boğmamak için başlıca iki kaynağı vurgulamakla yetinmek istiyorum. Konut masraflarını karşılamada ve borç taksitlerini ödemede karşılaşılan zorlukta yüksek artışlar söz konusu. Konut masraflarını karşılama zorluğu neredeyse tüm gelir gruplarına yayılırken, borç taksitlerinde zorluk daha ziyade orta ve orta üst gelir gruplarında görülüyor. Ne de olsa düşük gelirliler kredi çekecek durumda değiller.
Gelir eşitsizliğinde ve yoksullukta rüzgâr tersten esmeye devam eder mi? Bu sorunun kesin yanıtı gelecek yıl Eylül ayında belli olacak. İki hatırlatmayla yetinelim. Bu yıl düşük ücretlerde meydana gelen artışlar olumlu etki yaparken, ekonomik büyümede ve işsizlikte görülmeye başlanan sıkıntıların olumsuz etkileri söz konusu.