Seyfettin Gürsel

10 Mayıs 2017

Ekonomik durum üzerine

Sonuç olarak AB ile köprüler atılmazsa orta vadede makroekonomik sorunların yavaş yavaş ağırlaştığı bir sürece girildiği kanaatindeyim

Bir süredir yazmadım. Dost çevremde de dikkat çekmiş. “Neden yazmıyorsun?” diye soranlar oldu. Doğrusu sağlam bir gerekçem yok. Hem yazacak dişe dokunur bir konu göremedim hem de içimden gelmedi. Daha belirgin ifade edecek olursam Türkiye’yi büyük badirelere sürüklemesi çok muhtemel köklü yönetim sistemi değişikliğinin yarattığı atmosferde güncel ekonomi konularını tartışmak bana anlamsız göründü.

Referandum öncesinde de sonrasında da yabancı gazeteciler ile kimi uluslararası kuruluş heyetleri aynı soruları sorup durdular; ekonomi gerçekten nasıl gidiyor, büyüme ne olacak, işsizlik ve enflasyon artmaya devam edecek mi, bilmek istiyorlardı. Profesyonel dürtülerle soruları yanıtlamaya çalıştım ama her defasında şu uyarıyı yapmaktan da geri durmadım: Temel erklerin tek bir liderde toplandığı Türk tipi başkanlık sistemi o kadar belirsizliklerle dolu ki analizlerimin ve tahminlerimin hiçbir kıymeti harbiyesi olmayabilir. Örneğin Avrupa Birliği ile köprülerin atılması riski had safhada. Böyle bir durumda iç ve dış kouşullar o kadar köklü değişikliklere maruz kalır ki, demokrasi kadar ekonomik gidişatın da çok farklı bir bağlamda yeniden ele alınması gerekecektir.

AB liderleri ile mayıs sonuda zirve planlanıyor. Dananın kuyruğu bu zirvede kopabilir. Cumhurbaşkanı ültimatom vermeye devam etti. En son “Açmadığınız fasılları açarsanız ne ala açmadığınız takdirde güle güle” dedi. AB yöneticileri de mealen “bu koşullarda yeni fasıl açmayı unutun” diyerek ültimatomu gördüler. Ben de müneccimlik yapmak yerine daha fazla beklemeden son birkaç haftanın ekonomik gelişmelerini değerlendirmeye karar verdim. Meraklı yabancılara yaptığım uyarının geçerli olmaya devam ettiğini unutmayın lütfen.

Enflasyondan başlayabiliriz. TCMB’nin yıl sonu enflasyon hedefini yüzde 8’den yüzde 8,5’e yükseltmesinin hemen ardından nazire yaparcasına nisanda tüketici enflasyonu artmaya devam ederek yüzde 12’ye dayandı. Üstelik bu sıçrama dolar kurunun haftalardır gerileyerek 3,5 civarına indiği bir ortamda yaşandı. 

Oysa yöneticilerimiz enflasyonun artık inişe geçeceğini defalarca açıklamışlardı. Bu kez günah keçiliği döviz kurundan gıda fiyatlarına geçti. Başbakan yardımcımız Şimşek dayanamayıp “çift hane enflasyon kabul edilebilir değil, bugün gıda komitesini toplantıya çağırdım, çözüm bulmak gerek” diyerek sert bir çıkış yaptı. Gıda komitesi ne zamandır çalışıyor hala bir sonuç yok. 5 Mayıs toplantısında ne gibi çareler düşünüldüğünü ise bilmiyoruz.

Bu işin hiç de kolay olmadığını önceki yazılarımda anlatmaya çalıştım. Tekrar pahasına durumu bir kez daha özetleyelim. Bir kere yıl sonu yüzde 8,5 tamamen hayal. İlk dört ayın sonunda TÜFE zaten yüzde 5,7’ye ulaştı. Kalan sekiz ayda aylık ortalamanın 0,35’i geçmemesi gerekiyor. Döviz kuru bir süre daha (eğer bir vukuat olmazsa) düşük seyredebilir ama enflasyon o kadar katılaştı ki  hızlı bir düşüş yaşanması için bir neden yok. Kaldı ki büyük ölçüde gerileyen reel kur da ocak ayından bu yana yeniden yükselişte. Bir kaç ay sonra nominal kur da hareketlenmeye başlar. Bu arada üretici enflasyonu da yüzde 16,4’e yükseldi. Tüketci fiyatlarını baskılamaya devam edecek. 

Panikleyen TCMB parayı iyice sıktı. O kadar ki ortalama fonlama maliyeti yani fiili faiz 5 Mayıs'ta yüzde 12’ye yükseldi. Ekimde fonlama faizi yüzde 7,7’ye kadar gerilemişti. Yani altı ayda Merkez Bankası faizini 430 baz puan arttırdı. Şaka gibi! Hani faizler düşürülmeliydi ve mutlaka düşücekti? Sizi bilmem ama ama benim için bu gerçeküstü durum tam bir bilmeceye dönüşmüş durumda.

Özelllikle gıda kaynaklı enflasyonun düşük gelirli kesimleri iyice zora sokmakta olduğunu hatırlatmama gerek yok. Daha vahimi yükselen enflasyonla birlikte yükselen faizlerin ekonomik büyümeyi de zora sokması gündemde. Geçen yıl çok düşük kalan büyümenin (yüzde 2,9) bu yıl ne olacağı oldukça tartışmalı. IMF, Dünya Bankası ve diğer kurumsal tahminler yüzde 3’ün altını işaret ediyor.

Doğrusu ben o kadar kötümser değilim. Geçen yılın son çeyreğinde canlanma belirgindi. Bu yılın ilk çeyreğinde de canlanmanın devam etmesini bekliyoruz. Bununla birlikte yüksek enflasyon ve faizin etkileri önümüzdeki çeyreklerde görülecek. Yatırımların tüm desteklere rağmen canlanması hem iç hem de dış olumsuz dış koşullar nedeniyle canlanması zor. Büyüme oranını yüzde 3’ün üzerine çıkabilir ama bu seviyede bir büyümenin güçlü işgücü artışını ancak karşılayacak kadar istihdam yaratabileceğini bilelim. Bu durumda işsizlik artışı duraklasa bile iyi ihtimalle mevcut yüksek seviyesinde kalacak demektir.

Sonuç olarak AB ile köprüler atılmazsa orta vadede makroekonomik sorunların yavaş yavaş ağırlaştığı bir sürece girildiği kanaatindeyim.