TÜİK Perşembe günü GSYH artışının geçen yıl yüzde 7,4’e ulaştığını açıkladı. Bu büyüme performasının muazzam bir başarı olduğunu savunanlar olduğu gibi kalitesini ve makroekonomik dengeleri sarsıcı yan etkilerini sorgulayanlar da mevcut. Bu arada sorgulama yapanlar Cumharbaşkanın’dan fena halde azar işittiler. Ama biz ekonomi yorumcularının işi yakın geçmişte ekonomide neler olduğunu, çıkan derslerin ve güncel risklerin ışığında gelecekte bizi nelerin beklediğini sorgulamak. Tabi bu sorgulamayı partizanlıkla değil elden geldiğince nesnel olgulara dayanarak ve ekonomi bilgimizi kullanarak yapmakla yükümlüyüz.
Önce Türkiye ekonomisinin nasıl yüzde 7,4 büyüdüğüne hızla bir göz atalım. Hızla diyorum çünkü büyümenin yüzde 7’nin üzeride geleceğini ilk 9 ayın rakamlarından ve son 3 aya yönelik tahminlerden biliyorduk. Vergi indirimi, istihdam primi, özelikle de devlet garantili 235 milyar kredi dağıtımı ile iç talebe gaz verildi. Büyük katkı özel tüketimden, kısmen de yatırımlardan ve kamu harcamalarından geldi. Net ihracatın (ihracat artışı eksi ithalat artışı) katkısı sıfıra yakın oldu. Keza stok artışının katkısı da sınırlı kaldı. Sonuçta nüfus artışını düşersek kişi başına gelir reel olarak yüzde 6 gibi oldukça yüksek bir artış kaydetmiş oluyor. Bu madalyonun bir yüzü.
Diğer yüzüne gelince. Yüksek GSYH artışı demek önceki yıla kıyasla ilave mal ve hizmet miktarının yüksek olması demek. Bu bakımdan sorgulamacı cephede bir hayli revaçta olan kişi başına gelirin dolar cinsinden 10.800 dolardan 10.600 dolara gerilemiş olmasını fazla kale almıyorum. Türk Lirası enflasyonun çok üzerinde değer kaybedince böyle bir sonuç ortaya çıktı. Bunu tüketim ve yatırım malı sepetinde fazlasıyla ithal malı kullananlar düşünsün.
Ama kişi başı gelirde yüzde 6 civarındaki artışın hakkaniyetle dağılıp dağılmadığı sorgulanmaya değer. Büyüme yoksulluğu ve gelir eşitsizliğini azalttı mı? Bu sorunun yanıtını ancak gelecek Eylül ayında 2017 Gelir ve Yaşam Koşulları anketinin sonuçları yayınlandığında öğreneceğiz. Şimdilik şu notu düşebiliriz. Kişi başı reel gelir artışlarına rağmen 2015 ve 2016 yıllarında Şiddetli Maddi Yoksulluk oranında, 2014 ve 2015 yıllarında da gelir eşitsizliği göstergelerinde artışlar görüldü. Bu yeni bir eğilim. Kısacası, ortalama reel gelirin artması adil dağıtımını garanti etmiyor.
Bununla birlikte bu belirsizliğe kısmen ışık tutacak bir başka gösterge mevcut. TÜİK artık gelir yönünden milli gelir rakamlarını yayınlıyor (2006’da ara vermişti). 2016’da asgari ücrete yapılan yüksek zam sayesinde işgücü ödemelerinin milli gelir içindeki payı yüzde 36,5’e yükselmişti. 2017 yılında bu pay yüzde 34,5’e geriledi. Basit bir hesap yapabiliriz. Ücretli ve yevmiyeli çalışan sayısı 2016’dan 2017’ye yüzde 3,2 oranında arttı, 100 birimlik GSYH da 107,4 birime yükseldi. Ücretli kesime düşen pay da 36,5 birimden ancak 37 birime yükselmiş oluyor; Bu rakamlardan ortalama ücretin en iyi ihtimalle yerinde saydığı anlaşlıyor. Kendimin ve yakın çevremin ücretlerine baktığımda hiç şaşırtıcı durmuyor.
Madalyonun bu yüzünde olumsuz yan etkiler de yer alıyor: Patlama yapan iç talebin enflasyonu ve ithalatı kamçılaması, yükselen bütçe ve cari açıkların yarattığı tedirginlik, artan risk primleri ve faizler. Bunları biliyorsunuz. Bu bağlamda ekonomik büyümenin 2018’de nasıl bir yol izleyeceği hararetli tartışmalara yol açmış durumda. Cumhurbaşkanı yüksek büyümeden taviz verilmemesi gerektiğini açıkça ilan etti. Bu zımnen Başbakan yardımcısı Şimşeki’in telaffuz etme cesaretini gösterdiği maktroihtiyati önlemlerin başka bahara kaldığı, teşviklerin de bir ölçüde devam ettirileceği anlamına geliyor.
Bu tartışmaya katılmanın bir yolu geçen yılın son çeyreğinde büyümenin nasıl bir görünüm sergilediğine bakmaktan geçiyor. TÜİK son çeyreğin ulusal hesaplarını yıllık hesaplarla birlikte açıkladığından, kamuoyu da yıllık hesaplara odaklandığından güncel bilgiler kaynıyor. Betam’ın 2 Nisan Salı günü yayınladğı “Büyüme değerlendirmesi: 2017 4. Çeyrek” notundan yararlanarak ekonomik gidişatın son durumuna bir göz atalım.
Mevsim etkilerinden arındırılmış çeyrekten çeyreğe büyüme rakamlarına bakıldığında ilk vurgulanması gereken son çeyrekte büyümenin yüzde 1,3’den 1,8’e yükselmesi. GSYH artışındaki bu ivmelenmede başlıca pay özel tüketimin.Bu harcama kaleminde çeyreklik büyüme yüzde 1,8’den 2,7’ye sıçramış. İkinci sırada kamu tüketimi kalemi yer alıyor. Üçüncü çeyrekte artış yüzde 0, dördüncü çeyrekte yüzde 6,5. Açıkça görülüyor ki mali disiplin kaygıları bir yana bırakılmış ve gaza yeniden abanılmış. Üçüncü sırada stok artışı var; üçüncü çeyrek katkısı 0,3 yüzde puanken son çeyrekte 0,7 puana çıkmış. Talep canlanıyor diye firmalar üretime yüklenmişler.
Diğer harcama kalemlerinde ki gelişmeler negatif alanda: İhracattaki artışa rağmen ithalatta adeta patlama yaşandığından net ihracat katısı yine negatif. Yatırımlarda düşüş var: Üçüncü çeyrekte artış yüzde 4,5 iken son çeyrekte eksi yüzde 1,2 olmuş. Burası önemli çünkü bu gerilemenin inşaat sektöründeki durgunluktan kaynaklandığı anlaşılıyor.
Bu gelişmelerin ışığında 2018 GSYH artışı için neler söylenebilir? Bir kere yüzde 7’nin üzerinde bir büyüme gerçekçi değil. Ama yüzde 5’in, hatta yüzde 6’nın üzerinde bir büyüme olabilir mi? Uluslararası kuruluşlar ve diğer tahminci kurumlar büyümeyi yüzde 4-5 arasında tahmin ediyorlar. İşin içinde ne kadar nesnellik ne kadar hınzırlık var, takdiri size bırakıyorum. Yüzde 5’in üzerinde bir büyüme için kamu harcamalarının yüksek tutulması ve geçen yılın teşviklerinin önemli ölçüde devam etmesi şart. Konuttaki durgunluğa son vermek için de benim tahayyül sınırlarımı aşan teşvikler gerektiği açık.
Ancak bu koşullarda ne enflasyon hedeflerini tutturmak ne de cari açığı dizginlemek mümkün olacaktır. Temel soru sanırım şöyle ifade edilebilir: İktidar riskleri göze alıp sonbahara kadar iç talebi canlı tutabilir mi? Neden olmasın? Seçimleri erkene alma opsiyonunu kullanıp riskleri göze alabileceğini sanıyorum. Sonrasına sonra bakarız.