TÜİK hafta başında 2. çeyrek büyüme rakamlarını açıkladı. GSYH yıllık artışını (2016 2. çeyreğine kıyasla) zincirleme hacim endeksi yöntemiyle yüzde 5,1 olarak hesaplıyor. Nedense bu büyüme hem içerde hem dışarda hiç olmadığı kadar sert eleştirelere ve küçümsemelere yol açtı. Adeta fırtına koparıldı. Bana sorarsanız tepkiler ve yorumların önemli bölümü nesnellikten ve ekonomik gerçeklerden kopuk; Büyümenin niteliği ve geleceği ile ilgili benim de söyleyeceklerim var ama polemik topuna girmek istemiyorum.
Bir hatırlatmayla başlamakta yarar var: 2016 üçüncü çeyreğinden bu yana ulusal hesaplarda yeni bir yöntem ve yeni veri kaynakları kaynakları kullanılıyor. Öncesinde seçilen bir baz yılının fiyatları izleyen yıllarda sabit tutularak mal ve hizmet miktarları hesaplanıyor ve “sabit fiyatlarla reel GSYH” adı altında açıklanıyordu. Sabit fiyat dayalı hesap nispi fiyat değişimlerini göz ardı ettiği için sorunluydu ve çoğu ülkede çoktan terkedilmişti. Yeni yöntemde baz yılının fiyatları yerine her yıl için bir yıl öncesinin fiyatları kulanılıyor. Buna da Zincirleme Hacim Endeksi deniliyor. Nispi fiyatlardaki değişimlir yıldan yıla çok değşimeyeceği için bu yöntem daha sağlıklı. Eurostat da TÜİK’e bu yönteme geçmesi için bastırıyordu.
Geçen aralık ayında açıklanan yeni ulusal hesaplarda geçmiş büyüme oranları neredeyse iki katına çıkarılınca küçük bir kıyamet koptu. Yeni büyüme rakamları sadece yöntem değşimine değil yeni idari verilerin kullanılmasına da dayanıyordu. TÜİK epey çaba gösterdi ama herkesi tam olarak ikna edemedi.
Bu tartışmaya bu yazıda yer yok. Şahsi fikrimi sorarsınız.özetle şunu söyleyebilirim: TÜİK doğru bir iş yapıyor. Ama bu hesaplara onun da henüz tam hakim olamadığı, alt harcama kalemlerinin geçmiş büyüme oranlarında yaptığı büyük çaplı revizyonlardan anlaşılıyor. Dahası harcamalar yönünden hesapların unusrlarından stok dteğşimi halen açıklanmıyor. Ancak bu revizyonların GSYH değşimine etkisi şimdilik sınırlı. Örneğin 1. çeyrekte yıllık büyüme yüzde 5’den 5,2’ye yükseltildi.
Yüzde 5,1’lik büyümeye gelince. Bu benim için bir sürpriz değildi. Hatta biraz daha yüksek gelmesini bekliyordum. Büyümeyi iki kalem sırtlamış görünüyor: Yüzde 9,5 artan sabit sermaye oluşumu ve yüzde 10 artan ihracat. Yüksek ihracat artışının iki kaynağı var: TL’nin hacimli değer kaybı ve AB ekonomisinde görülen canlanma. İkincisi daha önemli ve sürecek gibi duruyor. TL ise enflasyonu dizginlemek adına sıkı para-yüksek faiz sayesinde değer kazanıyor. Bu da ayrı bir tartışma konusu.
Sabit sermaye artışının ardında ise endişe verici bir tablo var. Bu kalemin üçte ikisini inşaat (alt yapı ve mega projeler dahil) oluşturuyor. Bu kalemde, sıkı durun, bir yılda yüzde 25 artış kaydedilmiş. Üçte birini ise Makine-Teçhizat oluşturuyor. Bu kalede ise yüzde 8,3 oranında gerileme var. Bu tabloyla Türkiye uzun soluklu bir kalkınmayı başaramaz.
Ekonomik büyüme bundan sonra nasıl gelişir? Önce bir uyarıda bulunayım. Aralık ayında açıklanacak olan 3. çeyrek büyüme büyük olasılıklı yüzde 7’nin üzerinde çıkacak. İki nedenle: Bir, geçen yıl bu dönemde ekonomi küçülmüştü; iki, bu yıl 2. Çeyrekten 3. çeyreğe gözle görülür bir duraklama yok. Kısacası şiddetl bir baz etkisi söz konusu.
Daha orta vadeli baktığımızda ise önce şu hatırlatmayı yapmak isterim: Bir kriz ya da şok yoksa Türkiye ekonomisi yüzde 4-5 arası potansiyel bir büyüme kabiliyetine sahip. Bu şahsıma özgü egzantrik bir tahmin değil.Dolayısıyla yüzde 5 civarı büyümenin normal koşullarda şüpheyle karşılanması için bir neden yok. Ama önemli olan bu temponun sürdürülebilir olması ve dolar cinsinden kişi başına gelirin 10.000 küsurlarda çakılıp kalmaktan kurtulması. Bu da güçlü verimlilik artışlarına ve bu artışlar da yoğun teknolojik yatırımlara ve eğitim kalitesine bağlı.
Bu açıdan durum o kadar parlak değil. Teknolojik yatırımlar epeydir gerilemede. Doğrudan yabancı yatırımlar azalıyor. AB ile ilişkilerin gidişatı da bu konuda umut vermekten uzak. Emek verimliği artışlarının son iki yılda yavaşladığı gözlemleniyor. Eğtimin kalitesinin takdirini de size bırakıyorum.
Enflasyon hem yüzde 10’larda hem iyice katılaştı. TCMB kuru tutmak istiyorsa, ki öyle söylüyor, yüksek faiz politikasını sürdürmek zorunda. Ortalama fonlama faizi uzun süredir yüzde 12 düzeyinde. Yüksek enflasyon ve yüksek maliyetli para önce mevduat faizlerini ardından da kredi faizlerini yukarı çekti. Bu bir sonuç. Ama iktidar bunun ne kadar farkında belli değil.Tuhaf bir şekilde bankalara yüklenilmeye başlandı. Mealen ‘kredi faizlerini düşürün yoksa karışmayız, sürümden kazanmaya bakın’ deniliyor. Bir iktisatçı olarak bankalar sürümden nasıl kazanır doğrusu bilmiyorum. Cehaletimi mazur görün.
Referanduma doğru çıkartılan çok yönlü teşvikler ekonomiye sıkı gaz vermişti. Ama aynı zamanda mali disiplini de tehdit etmeye başlamışlardı. Maliye Bakanı teşviklerin uzatılmayacağını ilan etti. Haklı. Astarı yüzünden pahalıya gelebilir. Ama yap-işlet-devret örtüsü altında fizibilitesi bozuk köprülere, otoyollara, şehir hastanelerine verilen gelir garantileri giderek büyüyor ve çok uzun yıllar boyunca kamu maliyesini zorlamaya devam edecek.
Daha söylencekler var ama çok uzadı. Kısacası 4. Çeyrekten itibaren ekonomik büyümenin daha düşük tempoda devam etmesini bekliyorum. Bu bağlamda kritik nokta yüksek işsizliği düşürmeye yeterli olup olmayacağı.