Seyfettin Gürsel

31 Temmuz 2016

Ekonomide sıkıntılı bir döneme giriyoruz

Batılı müttefikler ile yaşanan gerginliğin yarattığı yeni riskler Türkiye’yi daha düşük bir büyümeye sürükleyebilir

Geçen haftaki yazımda finans piyasalarında bozulmanın daha fazla devam edeceğini sanmadığımı belirtmiş ancak siyasal endişeler devam ettiği sürece tam bir istikrara dönüş de beklenemeyeceğini eklemiştim. Gelişmeler bu beklentiyi doğruladı. ABD ve AB ile gerginlik devam ediyor. Döviz kurunda ve piyasa tahvil faizinde aşağı yönlü hareketler de sınırlı kaldı. Borsa önce biraz yükseldi ardından durdu.

Bu arada geçen iki hafta boyunca yeni istatistiki bilgiler ve ekonomik raporlar açıklanmaya devam etti. Menfur darbe girişiminin yarattığı şok nedeniyle taze bilgileri değerlendirme fırsatı bulamamıştım. Bugün bilgilerin ışığında para politikası, dış açık ve ekonomik büyüme konusunda kısa bir durum değerlendirmesi yaparak ekonominin muhtemel gidişatına ilişkin düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.

Türk Lirası’nın 15 Temmuz ertesinde uğradığı değer kaybını tümüyle telafi etmesi pek mümkün değil. Döviz kurunu alışıldığı üzere dolarla değil kur sepeti ile irdeleyelim çünkü geçtiğimiz Cuma günü ABD’de büyümenin beklenenin ancak yarısı kadar gerçekleştiği açıklanınca dolar şoka girdi. Yarım dolar yarım avrodan oluşan kur sepeti 11-15 Temmuz haftasında ortalama 3,05 TL düzeyindeydi (MB satış kurlarıyla). Oynaklık da son derece düşüktü. Ardından hızla yükseldi ve 21 Temmuz da 3,24 ile zirve yaptı. Bu noktada TL değer kaybı yüzde 6’yı geçmişti. Ardından genel eğilim düşüş yönünde oldu ve 29 Temmuz Cuma günü itibariyle sepet kur 3,18’e düştü.  Ancak arada yükselişlerin de görüldüğü, düşüşün de yavaşladığı gözlemleniyor.

Türk Lirası 15 Temmuz öncesine kıyasla halen yüzde 4 değer kaybetmiş durumda. Bu geri dönüşte yabancı sermayenin geri dönüşünden ziyade yerlilerin döviz varlıklarının bozdurmasından kaynaklandığı anlaşılıyor. Bunun da sınırları var. Bu kadar değer kaybı kur şoku sayılmaz. Ancak zaten yükselmesi beklenen enflasyona destek olması da kaçınılmaz.

Önümüzdeki aylarda ekonomide başlıca gerilim alanlarından biri para politikasında yaşanmasını bekliyorum. Merkez Bankası geçen hafta açıkladığı enflasyon raporunda petrol ve ithalat fiyatlarını sınırlı ölçüde yukarı doğru revize ederken gıda fiyatlarını aşağı yönlü (turizmdeki çöküşün gıda fiyatlarına etkisi) revize etti. Bu zıt yönlü revizyonların birbirini telafi edeceğini düşünerek de yılsonu enflasyon tahminini yüzde 7,5’ta tuttu. Daha sonrası için de rutin iyimserliğini koruyarak enflasyonun 2017 sonunda yüzde 6’ya, 2018’de de yüzde 5’lik hedefe gerileyeceğini savunuyor.   

Gözlemciler arasında bu iyimserliği paylaşan kimse tanımıyorum. TCMB’nin beklenti anketinde 15 Temmuz itibariyle yılsonu enflasyonu yüzde 7,8, 12 ay sonrası yüzde 7,6, 24 ay sonrası da yüzde 7 olarak tahmin ediliyordu. Bu beklentilerin 15 Temmuzdan bu yana ne kadar yükseldiğini iki hafta sonra öğreneceğiz. Takip edebildiğim kadarıyla piyasa tahmincileri halen en az yüzde 8 bekliyor. Bu koşullarda para politikasının nasıl bir seyir izleyeceği kritik öneme sahip. Son dönemde TCMB “sadeleştirme” adı altında yaptığı düzenli indirimlerle faiz koridorunun üst bandını 10,75’ten 8,75’e çekti. Bu yolla ortalama fonlama faizi de yaklaşık yüzde 9’dan 8 civarına geriledi.

Bu sayede ve arkası geliyor beklentisiyle iktidarın banka yönetimi üzerindeki faiz baskısının da şimdilik rafa kalktığı görülüyor. Ama bu arada mevcut enflasyon görünümü faiz indirimlerinin devam etmesine izin vermeyen bir noktaya geldi. Ya Merkez Bankası yönetimi durmadan tekrarladığı “enflasyon görünümde kalıcı bir iyileşme görülünceye kadar” ifadesine sadık kalarak faiz indirimlerine ara verecek ya da şimşekleri çekmemek için indirimlere devam edecek. İkinci tercih unutulmaya yüz tutan hatalı para politikası riskini yeniden gündeme getirecektir.

Bir diğer sıkıntılı alan cari işlemler açığı ile ilgili. Son dört yılda özel tüketimin kontrol altında tutulması, kurun rekabetçi bir düzeye çekilmesi, yatırımların beklenmeyen cansızlığı ve en önemlisi petrol fiyatlarındaki baş döndürücü düşüş sayesinde açık 60 milyar dolarlardan 30 milyar dolarlara geriletilebilmişti. Ama artık cari açığın daralma sürecinin sonuna yaklaşıyoruz. GSYH artışlarını yine iç talep sürüklemeye başladı. Haziran verileri ihracat artışının bir süredir ılımlı canlanma içindeki Avrupa pazarı sayesinde devam ettiğini gösterdi. Ancak ithalat artışının da hızlandığı görülüyor.

Öte yandan turizm gelirlerinde düşüş rakamlara yansımaya başladı. İkinci çeyrekte turizm gelirleri geçen yıla kıyasla üçte bir oranında azalmış. Yaz mevsiminde azalmanın daha büyük boyutlara ulaşması bekleniyor. Ayrıca geçen sonbaharda 30 dolara kadar düşen petrol fiyatı bu yıl 45 dolar civarında seyrediyor. Bu fiyat artışı cari açığı güz aylarından itibaren artırıcı etki yapmaya başlayacak; tam da yabancı sermayenin risk kaygılarının arttığı bir dönemde.

Bu ortamda GSYH artışının hükümetin öngördüğü yüzde 4,5’i bulmasını ekonomi bakanlarımız dışında kimse beklemiyor. 15 Temmuz öncesi uluslararası kuruluşların (Dünya Bankası, IMF ve OECD) son büyüme tahminleri yüzde 3,5 ile 3,9 arasındaydı. Bu oranları, özellikle Dünya Bankası’nınkini nispeten düşük buluyordum. Ancak ekonomik gelişmeler ve Batılı müttefikler ile yaşanan gerginliğin yarattığı yeni riskler Türkiye’yi daha düşük bir büyümeye sürükleyebilir.


Not: Gelecek hafta yazmayacağım. Tatilde ekonomiyi takipten kendimi azad etmek istiyorum.