Seyfettin Gürsel

17 Ekim 2016

Ekonomide fırtına bulutları artıyor

Ekonomi bakanlarının resmi söylemleri bu tehdidin yeterince farkında olmadıklarını gösteriyor

Geçen hafta döviz kuru aniden hareketlendi. Bu beklenmedik hareketlenme darbe travmasının atlatıldığını, Moody’s not indiriminin de zaten kıymeti harbiyesinin olmadığını, kurda istikrarın yakalandığını, ekonomiyi canlandırmak için önlemlerin alınmakta olduğunu, bundan böyle her şeyin iyi olacağını savunan ekonomi yöneticilerimizin inandırıcılığını sorgulamaya başladı.

Son yıllarda bir türlü çare bulanamayan başlıca sorun özel yatırımlarda yaşanan durgunluktu. Bu yıl GSYH artışının iyice düşük bir düzeye gerilemesinin (Hükümet yüzde 3,2 tahmin ediyor) başlıca nedeni de bu durgunluk. Yeni bol kepçe teşviklerin ve yapılacak reformların bu soruna çare olacağı iddia ediliyor. Bu iddiaya ve diğer resmi hedeflere dair kanaatlerimi geçen haftaki OVP yazımda ele almıştım. Bugün son dönemde hafiflemekte oldukları görünümü veren cari açık ve enflasyon cephesinde havanın bozmaya başladığını gündeme getirmek istiyorum.      

Türkiye ekonomisinin kırılganlık listesinin başında gelen cari açık sorununda iki yıldır belirgin bir iyileşme yaşıyorduk. Düşük iç talep-düşük büyümeye rağmen ancak yüzde 7’nin altına çekilebilen cari açık-GSYH oranı son iki yılda yüzde 4,5 civarına kadar gerilemişti. Oysa, bu iyileşme planlandığı ve umulduğu gibi ihracatın ithalattan daha hızlı artması ile değil büyük ölçüde petrol fiyatlarında 2014’ün ikinci yarısından itibaren yaşanan çok sert düşüşten kaynaklanmıştı. Petrolün varili önce 100 dolar civarından 50 dolar civarına gerilemiş, bir süre 50-60 dolar arasında seyrettikten sonra 2015’te yeniden düşmeye başlamış ve geçen sonbaharda 30 dolara kadar inmişti. Yılbaşından beri artışa geçmiş durumda ve halen 52 dolar civarında seyrediyor. Kim tahminciler 60 dolara kadar yükselmesini bekliyor.

Petrol fiyatındaki bu artış bizi yıllık cari açık tutarındaki mutlak azalmanın sonuna yaklaştırdı. Nitekim Ağustos rakamları bunu teyit ediyor. 2015 Ağustos’una kıyasla cari açıktaki yıllık azalış 160 milyon dolara gerilemiş durumda. Eylül’de olmasa bile Ekim’den itibaren cari açığın mutlak olarak artmaya başlayacağı kesin gibi çünkü mal ve hizmet ihracat miktar artışı ithalat miktar artışının üzerine kalıcı olarak bir türlü çıkamıyor. Dış ticaret hadlerinin düşük petrol fiyatı sayesinde Türkiye’nin lehine gelişmesi tersine döndüğünde mal ve hizmet ihracatının yardıma gelmesi pek olası değil. Turizmde yaşanan tarihi çöküntünün de kısa sürede aşılamayacağı anlaşılıyor. Bu koşullarda çok geçmeden cari açık-GSYH oranı da artmaya başlayacak.

Döviz kurundaki artış da (TL’nin değer kaybı) bu gelişmeyi desteklecek gibi görünüyor; Reel GSYH artışında hızlanma olmazsa Dolar cinsinden GSYH’nın bundan böyle yerinde sayması kuvvetle muhtemel. Türk Lirası’nın değerinin esas ölçütü olan sepet kurun (0,5 Dolar + 0,5 Avro) son üç aydaki seyri gidişatın endişe vericiliğine açıkça işaret ediyor.

11-15 Temmuz haftasında sepet kur 3,05 düzeyinde gayet istikrarlı bir seyir izlemişti. O hafta sonu 3,24’e fırlamış ancak 18 Temmuz pazartesiden itibaren 3,18’e düşmüş daha sonra da 3,15’e gerilemişti. Aslında TL’nin değeri 15 Temmuz öncesine hiç geri dönmedi. Dolar Avro karşısında değer yitirdiğinden ve bizimkiler de nedense hep Dolar kurunu esas aldığından suni bir iyimserlik hâkim olmuştu. Geçen hafta sepet kur hızla 3.24’e yükseldi. TL’nin 3 aylık değer kaybı böylece yüzde 6’yı geçti. Bu hacimli değer kaybını sermaye çıkışları sürüklüyor. Sermaye çıkışlarının kaynağında ise iç ve dış siyasetin yarattığı riskler kadar cari açıkta iyileşmenin sonuna gelinmesinin de etkisi var. Yukarıda özetlemeye çalıştığım gidişatı yabancı yatırımcılar da görüyorlar.

Döviz kurundaki hareketlenmenin bir süredir askıda olan enflasyon-faiz politikası sorununu da yeniden gündeme getirmesi muhtemel. Son aylarda enflasyonda görülen tedrici iyileşmenin verdiği iyimserlikle TCMB yönetimi faiz koridorunun üst bandında her ay önce 50 sonra 25 baz puan indirimler yaparak ortalama fonlama faizini 100 baz puan kadar (kabaca yüzde 9’dan yüzde 8’e) çekebilmişti. Bu sayede TCMB üzerindeki yoğun siyasal baskı da rafa kalkmıştı. Ne de olsa istenilen hızda olmasa da faiz düşüyordu ve şükürler olsun düşmeye devam edecekti.

TCMB yönetiminin fazla ileri gidip gitmediği halen tartışma konusu. Ama önemli olan bundan sonrası. Döviz kurunda yaşanan artışın enflasyonda aşağı yönlü beklentileri bozacağı belli. Bu durumda TCMB yönetimi fonlama faizini düşürmeye devam edebilir mi? Normalde etmemesi gerekir ama bu takdirde siyasal baskının raftan indirilmesi de beklenir. Bu bakımdan bu ayki Para Politikası Kurulu toplantısı kritik bir dönemeç olabilir. Faiz indiriminde ısrar döviz kurunu daha da yukarılara taşıyacaktır. Bunu ben söylemiyorum. Yabancı yatırımcılara akıl veren kuruluşlar söylüyor.

Sonuç olarak, bir süredir küllenmekte olan ama korları sönmemiş cari açık ve enflasyon-faiz politikası adlı iki yakıcı ateşin yeniden harlayacakları bir dönemin arifesinde olduğumuz kanaatindeyim. Ekonomi bakanlarının resmi söylemleri bu tehdidin yeterince farkında olmadıklarını gösteriyor. Ya da farkındalar ama liderlerine anlatamıyorlar. Her iki şıkta da gereken önlemler zamanında alınamayacak demetir. Ateş bacayı sardığında da nasıl olsa bir günah keçisi bulunur.