Son yazımdan bu yana bir aydan fazla bir zaman geçti. Bu ihmal için “işler çok yoğundu” bahanesine sığınmayacağım.Zaman yaratabilirdim. Önce muhalefetin cumhurbaşkanlığına ortak bir aday gösterip gösteremeyeceğini, ardından da nasıl bir ittifak stratejisinde karar kılacağını görmek istedim. Adaylar ve ittifaklar netleştiğine göre artık 24 Haziran’a odaklanabiliriz.
Bu arada iktidarın seçim ekonomisine yönelik sıra dışı hamlesine ve bu hamlenin döviz kurunda yarattığı sarsıntıya şahit olduk. “Ekonomik kriz kapıda mı?” sorusu ciddi cidi sorulmaya başlandı. Kısacası, tartışacak çok şey birikti. Bugün 24 Haziran’ın muhtemel sonuçları ve bu sonuçların siyasette ne gibi gelişmelere yol açabileceği hakkındaki görüşlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Hemen ardından ikinci bir yazıyla ekonomik gidişatı tartışırız.
İktisatçılar mahallesinde erken seçim bekleniyordu. Ben de elime geçen yazı, söyleşi, dost sohbeti gibi her fırsatta erken seçimin salt ekonomik nedenlerle bile kaçınılmaz olduğunu savundum. Başkanlık referandumunu ne pahasına olursa olsun kazanmak kaygısıyla iktidar 2017’de iç talebi pompalamak için kamu harcama pedaline var gücüyle abanmaştı. Getirilen teşvikleri, garantili 200 küsür milyar krediyi ve bizzat kamu tüketim harcamalarındaki patlamayı biliyorsunuz. Bu sayede 2017’de yüksek bir büyüme kaydedildi, 2016’da hızla artan işsizlik düşüşe geçti. Ama çok geçmeden bu hovardalığın bedeli ortaya çıktı: Cari açık hızla arttı, ekonomi kur-enflasyon-faiz girdabına kapıldı ve makreekonomik dengeler bözulmaya başladı.
Kasım 2019’a kadar bunun böyle götürülemeyeceği aşikardı. Cumhurbaşkanı ne kadar “erken seçim gündemimizde yok” desin “sonbaharda erken seçim yapmaktan başka çareleri yok” diyorduk. Sonra Bahçeli çıktı 26 Ağustos’da erken seçim istedi. Erken seçimin kaçınılmazlığını gören Cumhurbaşkanı da “yapacaksak olabilecek en erken tarihte yapalım” demiş olmalı, ki şimdi bu karar çok mantıklı görünüyor.
24 Haziran’da malum cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimleri bir arada yapılacak. Kolayından, yani cumhurbaşkanlığından başlayalım. Açıkçası bu seçimi Recep Tayyip Erdoğan’ın kazanmasını bekliyorum. Ama hangi turda? Burası sonrası için önemli diye düşünüyorum. Her muhalif partinin kendi adayıyla seçime girmesi bir bakıma iyi oldu. Bu koşullarda AKP iktidarını çeşitli nedenlerle istemeyen seçmenlerin toplam oy oranı erişebileceği tepe noktasına erişebilecek demektir. Bu da Recep Tayyip Erdoğan’ın ilk turda seçilememe ihtimalini güçlendiriyor.
Böyle bir sonucun bir kaç nedenle orta / uzun vadede hukuk devletine, kuvvetler ayrılğına, insan haklarına kısacası demokrasiye dönüşün kapısını aralayacağını düşünüyorum. Bir kere, ancak ikinci turda seçilen bir adayın “ben tüm milleti temsil ediyorum” demesi kolay olmayacak. İkincisi, bir sonraki seçimde bir muhalefet adayının kazanabileceğine dair umutlar yeşerecek. Dolayısıyla, gelecekte de hiç bir şey değişmeyecek karamsarlığına panzehir olacak.
Ama daha önemlisi, yeni rejimde tüm yürütme gücününü elinde toplayan cumhurbaşkanının daha dengeli bir yönetim tarzını benimsemesinin yolu açılabilir. Tam da bu noktada paralemtoda AKP-MHP ittifakının çoğunluğu kazanıp kazanamayacağı büyük öneme haiz. Önce bir parantez açıp bir hatırlatma yapmak istiyorum. Çevremde yeni rejimde parlamentonun gücünün kalmadığı, bu nedenle milletvekili seçimlerinin o kadar da önemli olmadğı yaygın bir kanaat haline gelmiş durumda. Hiç katılmıyorum. Her şeyden önce temel yasaları yapma yetkisi hâlâ parlamentonun. Örneğin siyasal partiler yasası, seçim yasası gibi temel yasaları değiştirebilir. Dahası cumhurbaşkanı’nın çıkaracağı kanun hükmündeki kararnameleri iptal eden yasalar da çıkartabilir.
Bu denge koşullarında cumhurbaşkanı ülkeyi istediği gibi yönetemez. İki yoldan birini tercih etmek zorunda kalacaktır: Ya parlamento çoğunluğu ile uzlaşma arayacaktır ya da parlamentoyu fesih edip yeniden seçimlere gidilecektir. Bu ikinci yol pek çok açıdan risklerle doludur çünkü bu durumda yeni anayasa göre cumhurbaşkanlığı seçimleri de yenilenmek zorundadır. Mutlak iktidar için yaratılan böyle bir çalkantıya seçmenin ne tepki vereceği belli olmaz.
Kısacası, 24 Haziran’da 600 milletvekilinin nasıl dağılacağı hayati bir konu. Soru şu: CHP-İYİP-SP-DP partilerinin oluşturduğu Demokrasi İttifakı artı HDP mutlak çoğunluğu elde edebilir mi? Tabi sizler de benim kendime sorduğum gibi “nasıl bir oy dağlımı ile bu mümkün olabilir?” diye soracaksınız. Ne yazık ki eldeki simülasyon modelleri kesin bir yanıt vermeye muktedir değiller çünkü MHP ve İYİ Parti’in alacağı oyların seçim çevrelerine nasıl dağılacağına dair elimizde veri yok. Bununla birlikte yıllardır kullana geldiğim simülasyon modeli ile çeşitli denemeler yaptım. İttifakların oy toplamları itibariyle bir fikir oluşturmak mümkün görünüyor.
Önce malumu ilan edelim: Cumhur ittifakının parlamentoda azınlğa düşmesinin olmazsa olmaz koşulu HDP’nin yüzde 10’un üzerinde oy almasıdır. Kürt seçmenin hemen hemen üçte ikisinin oyunu alan bir partinin kıl payı parlamento dışı kalmasının siyasal sonuçlarına hiç girmeyeceğim. Böyle bir durumda HDP’nin Doğu ve Güneydoğu’da birinci parti olarak kazandığı 50 kadar milletvekilinin gümüş tepside AKP’ye sunulacağını bilmeyen kaldı mı bilmiyorum. Başka hesaba gerek yok.
HDP barajı geçerse (örneğin yüzde 11) Cumhur ittifakı hangi oy oranı çıtasını geçerse çoğunluğu sağlar sorusuna deneylerim yüzde 46-47 oranını işaret ediyor. Küsurat partilerinin toplam oyunu yüzde 1 kabul edersek, Cumhur ittifakının azınlıkta kalması için Demokrasi ittifakının yüzde 42-43 civarında bir oy oranına erişmesi gerekiyor. Erişebilirler mi? Zor ama olanaksız değil. Kalem kağıdı alıp hesaplara başlayabilirsiniz. Varacağınız sonuç şu olacaktır. İYİ Parti, MHP’den ve kısmen AKP’den, SP de AKP’den hatırı sayılır miktarda oy devşirmeden olmaz.